Millet, devlet, sekülerizm ve uluslararası bağlam

  • GİRİŞ01.08.2024 09:35
  • GÜNCELLEME03.08.2024 09:02

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bulunan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya, mezhepleri farklı olsa da halkı Hristiyan olan ülkelerdir. Bu ülkelerin tarihinde ruhban sınıfının ve serveti tekeline alan kilisenin, sosyal, ekonomik ve siyasal alanlarda tahakkümü görülür. 

Dolayısıyla Batılılaşma, modernleşme ve sekülerizm, ruhban sınıfını iktidardan uzaklaştırma ve itildiği muhalefette iradesini sınırlama operasyonudur. 

SİYASAL MERKEZİ ELE GEÇİRME

İngiltere’de demokratik bir parlamenter sistemin ortaya çıkışı burjuvazi ile aristokrasinin işbirliği ile mümkün olabilmiştir. İngiltere’de bu iş birliği sayesinde devlet sınırlandırılmış ve bireysel özgürlükleri ihlal etmeyen bir demokratik çizgi tesis edilebilmiştir. Fransa’da ise devrim, ruhban sınıfı, aristokrasiye ve bürokrasiye (devlet seçkinlerine) karşı köylülerin ve burjuvazinin ittifakı ile gerçekleşmiştir. Bu işbirliği ise görece istikrarsız ve dahası merkeziyetçi ve jakoben bir siyasal sistemin gelişimine katkı sağlamıştır. 
Bir İslam ülkesi olan Türkiye’de ve diğer İslam toplumlarında hiçbir zaman ruhban sınıfı olmamıştır. Osmanlı’da devletin sahibi olan ve onu yöneten hanedan, bir trene bindirilip gönderilebilmiştir. İslam medeniyetinde, yönetenin de yönetilenin de iradesi, İslam hukukuyla sınırlıdır. Osmanlı’nın yükseliş döneminde kalemin (eğitimin ve yargının) ve kılıcın (askerin) halkın elinde olduğu görülür. 

Osmanlı’da Batılılaşma, modernleşme ve sekülerizm, devlet seçkinlerinin, sivil - askeri bürokrasinin dünya güçleriyle ittifak kurarak hanedan ve halkı karşısına alması şeklinde gerçekleşmiştir. Kalem ve kılıç ittifakı demek olan sivil asker bürokrasi ülkeyi yönetmektedir; millete dünya güçlerinin belirlediği vaziyet ve istikamette modernleşmeyi, sekülerleşmeyi dayatan bürokrasi kendisi için vardır artık.

Bu yüzden Osmanlı için modernleşme, sözkonusu Batılı Hristiyan ülkelerden farklı olarak çöküş olmuştur; cumhuriyet için de yükseliş olamamaktadır. Sık sık askeri darbelerle yönetilen Türkiye’de siyasal merkezi, milliyetçilik, halkçılık tezlerinde iddia edildiği gibi sosyolojik merkez belirlememektedir; siyasal merkezde, bürokrasi ve dünya güçlerinin emrinde sermaye sınıfından oluşan cumhuriyetin seçkin azınlığı bulunmaktadır. 

ALT KÜLTÜR OLARAK DİN YA DA DEVLETİN DİNİ

Birleşik Krallık’ta ulus-devletleşme sürecinde devlet ile birlikte onun bir kurumu olarak ulus öncesi hiyerarşiden koparılan ve sivil toplum kuruluşu haline getirilen Anglikan Kilisesi’nin merkezde yer aldığı bir laikleşme modeli söz konusudur. Bu modelde din ile devlet iç içe geçmiş haldedir. Protestanlık mezhebiyle Hristiyanlık devletin dini haline getirilerek sisteme katılmıştır. Öyle ki, kral dini bir törende bizatihi başpiskoposun elinden tacını giymektedir. Kilisenin parlamentoda her zaman bir temsilcisi vardır ve parlamenterler görevlerine dua ile başlamaktadırlar. Bu görünümler semboliktir, dinin devlet yönetimine müdahalesi anlamına gelmemektedir. Ayrıca parlamento kilisenin örgütlenmesinde yetkilidir. Kilisenin doktrinlerini ve ibadet yerlerini denetleme hakkına sahiptir. 

İkinci tip laiklikte ise devlet, sivil toplum kuruluşu haline getirilen din ve mezheplere eşit mesafede durmaktadır. Bu tip laiklik için en bilinen örnek Amerika Birleşik Devletleri’dir. 
Almanya’da uygulanan üçüncü tip laiklikte devlet bütün din ve mezheplere hem eşit mesafede durmakta hem de topluma daha iyi hizmet verebilmeleri için destek olmaktadır. 

Bu üç tip laiklikte din bir alt kültür pozisyonuna indirgenmiştir.

Fransa’da uygulanan bir diğer laiklik tipi ise jakoben niteliği ile öne çıkmaktadır. Bu çatışmalı tipte sivil toplum kuruluşu haline gelemiyen Katolik Kilisesi’nin gücü topraklarını halka dağıtmak yoluyla kırılmıştır. Dinsel sembol ve modeller bu tipte kamusal alandan dışlanmıştır. Din, karşıt kültür kabul edilmiş, daha çok bireyin özel alanına mahsus bir inanış muamelesi görmüştür. 

İspanya’da karşımıza çıkan beşinci tip laiklikte Katolik Kilisesi uzun mücadeleler neticesinde devleti ve siyasal alanı kontrol etme iddiasından vazgeçmiş ve devlet de kilisenin kamusal alanda temsil edilmesini kabul etmiştir. Benzer bir laiklik tipine Polonya’da rastlanır. Böylece din alt kültüre indirgenmeyi onaylamış ve devletin dini haline gelmiştir.

Türkiye’deki laiklik tipi genellikle Fransa’dakine benzetilir. Türkiye’de de, modernleşme adına, laiklik adına dinsel semboller ve modeller kamusal alanın dışında bırakılmak istenmiştir. Din uzunca bir süre karşıt kültür kabul edilmiş, bireyin özel alanına münhasır bir inanış muamelesi görmüştür. Tek-parti dönemi reformları ağırlıkla dinin devlet üzerindeki tasarruflarından vazgeçmesi için yürürlüğe konmuştur. Dolayısıyla darbeciler ve mutemet iktidarlar, milleti ve medeniyetini göz ardı ederek devleti millet ve dinle çatıştırma yoluna girmiştir.

Mevcut laiklik tiplerini sıraladıktan sonra laikliğin tarihsel arka planına kısaca değinebiliriz. Dinin devletleştiği, yani devletlerin ruhban sınıfına ait olduğu ve dinsel bir temelde kurulduğu Ortaçağ Avrupası, Reform ve Rönesans hareketlerinin ve Aydınlanma düşüncesinin etkisi ile etkinliğini yitirince yeni bir düzen ortaya çıkmıştır. Özellikle Sanayi Devrimi’nin ve Fransız Devrimi’nin bu yeni düzenin ortaya çıkışındaki büyük etkisini akılda tutmak gerekir. Artık ruhban sınıfını sistemin dışına iten modern bir devlet ve toplum kurulmuştur. Ruhban sınıfının ideolojisi olan din hem devlet hem de toplum katındaki itibarını kaybetmiştir. Skolastik kilisenin bağnazlığına karşılık akıl ve bilim modern çağın yeni gözdeleridir. 

İşte sekülerizm tezi, en genel hatları ile, ekonomik, politik, kültürel, toplumsal ve siyasal tüm katmanlarda dinin etkinliğinin modernleşme ile birlikte aşınacağı iddiası ile bilinmektedir. Seküler kavramı, etimolojik olarak asra ait; dine değil dünyaya ait, dünyevî gibi anlamlara gelmektedir. Avrupa’da din merkezden uzaklaştırılarak yerine akıl ve bilim konulmaya çalışılmış ama başarılamamıştır, bu yüzden yerine politika almıştır. Çünkü politika, ideolojilerle aklı kontrolüne almış, insan davranışlarını belirleyerek din haline gelmiştir. Bu bağlamda sekülerlik, merkezden uzaklaştırılan dinin yerini politikanın alması, onun da dinleşerek düşünce, duygu ve davranışları belirlemesidir. 
Türkiye’deki Batı etkisi ve dünya güçlerinin dayatması olan modernleşme, sekülerleşme politikanın din yerine konulması; politikanın dinle savaşmasıdır. 

Mustafa Yürekli / Haber7

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat