Batıcı söylemin çözümlemesi
- GİRİŞ13.08.2024 09:28
- GÜNCELLEME15.08.2024 10:23
Ülkemizin düşünce hayatında “Batılılaşmak/Modernleşmek/Çağdaşlaşmak” kavramları nazik bir yer tutar. Son çözümlemede “Batı” hem model alınan, hem de tehdit olarak görülen bir ideolojik imgedir. Bu çelişki, devletimizin Birinci Dünya Savaşı’nda savaştığı Batı’nın etkisinden bir türlü çıkamamasından doğmaktadır.
Dolayısıyla Batı’nın düşman ve tehdit olduğu apaçık ortada durduğundan, Batı tehlikesi artarak sürerken etkisi saklanamadığından, ülke olarak etkisi altında olma durumunu gizleme gereği doğmuş ve söylem düzeyinde ‘model alma’ kavramına baş vurulmuştur.
Batı, kimi ideolojik söylemlerde Avrupa-Avrupalılaşma-Avrupalılaştırma, bazı söylemlerde ise Çağdaşlaşma, Modernleşme vs. gibi kavramlarla karşımıza çıkar. Bu iki Batıcı söylem de Batı’nın tehdit oluşunu hesaba katmak zorunda kalmıştır. Çağdaşlaşma, Modernleşme gibi kavramlarla ‘model alma’ yaklaşımıyla açıklanırken bile Batı ötekidir.
Osmanlı Devleti, topraklarını Batı’nın paylaşımından kurtaramamış ve Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda rejim değişikliğine maruz kalmış, monarşi yerini cumhuriyet adı verilen tek parti diktatörlüğüne bırakarak tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. Sözkonusu değişim, dünyayı baştan sona yapılandıran Batı’nın ülkemize dayatmasıydı. Dünya savaşı ve milli mücadele sonunda başkenti Ankara’ya taşmak ve rejimi değiştirmek ülkedeki Batıcı seçkin azınlık için zor olmayacaktı..
İşte bu yıkıcı Batı etkisi devam ettiğinden yaşanmakta olan gittikçe artan baskının ve Batı dayatması olan yeniliklerin anlatılmasında güçlüklerle karşılaşılmıştır.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE BATICI SÖYLEM
Osmanlılar, Batı’yı ileri olarak kabul etmekteydiler; özellikle mali, teknolojik ve askeri alanlarda.. Aynı zamanda Batı’yı ahlaki çöküşü, tehlikeli sınıf çatışmaları ve emperyalist eğilimlerin ortaya çıkışı gibi pek çok nedenden dolayı eleştirilmek zorundaydılar. Bu nedenle Batı’yı, hem gelişme aracı hem de bir tehdit kaynağı olarak göstermek zor olmamıştır.
Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ile Türkiye’nin ulus-devlete geçiş aşaması, ‘kendi modernleşmesini kendinin yaratması’ söylemini gündeme getirmiştir. Çağdaşlaşma söylemi, bu bakımdan modern olmayı “çağın gelişmelerine açık olmak ve uyum sağlamak” düşüncesiyle temellendirilmiştir. Böylece söylemde Çağdaşlaşma Batıcılıktan farklılaştırılmaya çalışılmıştır. Modernleşme söylemi, modernleşmeyi sadece ‘Batı’ya endekslememek’ için ‘teknik bir çerçeve’ olarak sunmayı ve böylece kabul edilebilir hale getirmeyi amaçlamıştır.
Türkiye’deki düşünce dünyasında Batı ile nasıl bir ilişki kurulacağı problemini ilmi temelde çözme çabası “Kültür ve Medeniyet” tartışmasında gizlidir. Bu tartışma Ziya Gökalp’in modernleşme ideolojisinde önemli yer tutar. Gökalp’in kültür (hars) ve medeniyet ayırımına göre hars, ulusal kültürdür. Medeniyet ise farklı toplumların bir arada geliştirdikleri bir bütündür. Bu yüzden Batı uygarlığının kültürü alınamaz, çünkü her ulusun kültürü kendine özgüdür. Sonuç olarak Ziya Gökalp’in fikriyatı da durumu bir ‘ikilik’ olarak görür; başlangıçta, yani Meşruiyet döneminde, İttihat Terakki Cemiyeti’nin Batıcı söyleminin temelini oluşturur.
Cumhuriyet kesin bir kararla bu ikiliğe son vererek yalnız Batı yoluna gider; kültürde de medeniyette de Batılı olunacaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşma söylemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden itibaren ‘çağdaşlaşma’, ‘çağdaş bir devlet ve toplum olma’ temeline oturtulmuştur.
Kısaca Kemalist Batıcı söylem, Batı’nın etkisi altında olma durumunu gizleme gereği duymuş ve söylem düzeyinde ‘model alma’ yaklaşıamına baş vurulmuştur.
BATICI SÖYLEMİN ÇÖZÜMLEMESİ
Kemalizm, diğer reform algılarından farklı olarak salt bir modernleşmeden ziyade, toplumun ve devletin yapısında temelden değişikliklerin zorunlu olduğuna inanmış, “kültür” ve “medeniyet” tartışmalarını bir yana bırakarak Batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasını savunmuştur.
Kemalist söyleme göre çağdaşlaşma, ‘siyasal bilimler açısından sanayileşmeye eşlik eden siyasal ve toplumsal değişiklikler’ olarak tanımlanır. Atatürk, medeniyeti “bir milletin devlet hayatında, fikir hayatında ve ekonomik hayatta gösterdiği ilerlemenin bileşkesi” olarak tanımlamaktadır. Kısaca Kemalizm pozitivizmi (bilimi tek yöntem olarak görmeyi) çağdaşlaşmanın en başat niteliği saymakta; dolayısıyla dini (İslamiyet’i) bir kaynak, bu hedefe ulaştırıcı bir yöntem olarak görmemektedir.
Modernizmin pozitivist temelde dayandığı iki anahtar kavram, eskiden kopuş olarak ‘yenilik’ ve ‘değişim’dir. Bu söylemdeki algıya göre geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve gündelik pratikler artık vadesini doldurmuştur ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp “yeni” bir kültür inşa edilmesi gereklidir.
Modernizm, pozitivist paradigmayla ticaretten felsefeye bütün eski yöntemleri sorgular. Böylelikle geleneksel kültürün öğelerinin yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir olduğunu savunur. Kemalist Batıcı söylemde kendini inkar ve Batı’ya tam bir teslimiyet ‘modernizm’ kavramıyla gizlenmiştir.
Modernizme göre 20. yüzyılın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıdır, aynı zamanda “yeni” oldukları için “iyi” ve “güzeldir”. Türkiye örneğinde, bu yazıda Batı etkisi olarak kavramlaştırdığım Kemalist modernleşme modelinin Batı’dan alınmasından ötürü; Kemalist Batıcı söylemde tüm “iyiliğin ve gelişmenin” Batı’dan kaynaklandığı fikri hâkimdir.
Modernist Batıcı söylem “çağdaş uygarlık seviyesi”ne ulaşmayı hedef olarak gösterirken tarihselcidir; Batı kültürünün, yaşam biçiminin, iktisadi ve siyasal yapısının yüzyılların süzgecinden geçerek bugünkü ideal haline geldiğini varsayarak, Doğu’ya da bunu bir nihai seviye olarak sunmuştur. Bunun sonucunda Batılılaşma (modernleşme ve çağdaşlaşma) sürecindeki toplumlarda modernleşmeyi sahiplenen kesimler ile geleneksel yaşam biçimini savunanlar arasında söylem düzeyinde bir gerilim yaşanmaktadır.
Modernlik vurgusu, geleneksel yapıların “eskiliğine” karşı “yeniyi” temsil etmesinden de kaynaklanmaktadır. Modernleşmeyi savunan Batıcı kesimler bu farkı, “çağdaş-çağdışı” ayırımına indirgeyerek, modernliğin tercih edilmesindeki “isabeti” ortaya koymaktadırlar. Bu ayrım Modernleşme ve Çağdaşlaşmayı Batı üzerinden tanımlayan ve ‘evrensel laik perspektif’e oturtan yaklaşımlar ile geleneksel yaklaşımlar arasında bir gerilim doğurmaktadır.
Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarlar değişse de Batı merkezli politikalar hiç değişmemiştir. Birleşmiş Milletler’de meşruiyet arayan ulus devletlerden biri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde Çağdaşlaşma, Modernleşme gibi kavramlarla ‘model alma’yı öne çıkaran Batıcı zihniyet ve söylem, devlet millet farklılaşmasına yol açan ana problem olagelmiştir.
Yorumlar1