Büyük devlet ve diplomasi

  • GİRİŞ12.09.2024 09:04
  • GÜNCELLEME14.09.2024 09:50

Uzun süre Akdeniz’e hakim olan Osmanlı Donanması, İnebahtı Deniz Savaşı’nda Haçlı Donanması tarafından mağlup edildi. Dönemin Sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa, İnebahtı yenilgisinden sonra gönderilen Venedik elçisine şu tarihi sözleri söylemişti: "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik. Siz İnebahtı'da bizi yenmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez fakat kesilen sakal daha gür çıkar". İnebahtı’da yaşanan yenilgide Sokullu’nun söylediğini, Mısır’ı işgal edip Navarin’de Osmanlı Donanması’nı yaktığında Napolyon’a söyleyemedik. Çünkü diplomatik başarı, arkasında askeri başarı olmadan güçsüz olmaya, etkisiz kalmaya mahkumdur.

Mehmet Ali Paşa Olayı’ından sonra Osmanlı Devleti, artık içeride bir valiyle bile baş edebilecek durumda olmadığı anlaşılmış ve diplomasi yapamaz hale gelmiştir.. Bu diplomasi yapacak gücün olmaması durumu, Birinci Dünya Savaşı ile de son bulmuştur; çünkü artık hiç müttefiki kalmamıştır.

Diplomasi, devletler arasındaki ilişkilerin barışçıl yollarla yürütülmesidir. Diğer bir deyişle, uluslararası ilişkileri yürütme sanatıdır. Dar anlamda diplomasi, hükümetlerin resmi temsilcileri olan diplomatlar aracılığıyla gerçekleştirdikleri karşılıklı haberleşme ve görüşmeler sürecidir. Geniş anlamda diplomasi, bir ülkenin dış politikasında kullanılan çeşitli siyasal etkileme yöntem ve tekniklerini ifade etmektedir. Kısaca diplomasi, bağımsız devletlerin hükümetleri arasındaki resmi ilişkilerin yürütülmesinde uygulanan zeka ve inceliktir (Ahmet Emin Dağ, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, s. 146).

Diplomatik başarı veya dış politikadaki başarı, her zaman iç politikadaki başarıya bağlı olmuştur. Uluslararası ilişkilerde realist paradigmayı savunanların dediği gibi ‘iç ve dış politika hiçbir zaman birbirinden ayrı düşünülmemelidir’.  Osmanlı Devleti, iç politikada başarılı olduğu sürece diplomaside de, dış politikada da başarılı olmuştur. Ne zaman fitne fesat çıkmış, karışıklığa yuvarlanmış ve içerdeki otoritesini kaybetmiş, işte o zaman diplomasi de başarısızlığa mahkum olmuştur. Askeri bir gelenekle kurulan ve askeri başarıların bittiği yerde hayata tutunabilmek için diplomasiyi kullanan Osmanlı Devleti için Batı tarzında diplomasi büyük bir felaket olmuştur.

OSMANLI DEVLETİNDE DİPLOMASİ

Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş dönemlerine bakıldığında modern anlamda diplomasinin olmadığı görülmektedir; ancak bu Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş dönemlerinde diplomasiyi hiç kullanmadığı anlamına gelmemektedir. Bir kere, kurulduğu yer itibariyle karşısında Bizans İmparatorluğu vardır ve Bizans’ın ihtiyacı olan paralı askerlik, at yetiştiriciliği ve kölelik müessesesinin Osmanlı’da elde tutulması sonucu bir takım diplomatik ilişkilerin kurulması doğaldır. Osmanlı Devleti, bu dönemde diplomasiyi kullanmıştır (Fuat Köprülü, “Osmanlı Devletinin Kuruluşu”, s.73).

Ancak İslam hukuku kurallarına göre sürdürülmüş beynelmilel ilişkiler, Cihat anlayışı ve buna bağlı olarak da fetihler şeklinde olmuştur. Dolayısıyla Avrupa’da Ortaçağın sona ermesiyle başlayan süreçte uygulanan devletlerarası hukuk kuralları, Osmanlı ile batılı devletler arasında uygulanamamıştır. Askeri açıdan, o dönemde çok güçlü olduğu için ve her istediğini gerektiğinde savaşarak aldığı için de dönemin diplomasisi sürekli değil ‘ad hoc diplomasi’, kısaca antlaşma yapma, törenlere katılma, buyrukları bildirme, savaş öncesi kan dökülmeden teslim olmayı önerme v.b.- şeklinde olmuştur.

İslam Hukukçuları, ülkeleri tespit açısından dünyayı ikiye ayırmışlardır. Bunlardan biri Dar’ul İslam diğeri Dar’ul Harb’tir. Dar’ul İslam’da temel ölçü idare ve icraatın İslam’a İslam esaslarına göre yönetilip İslam Hukuku’nun uygulanması olurken Dar’ul Harb de ise İslam’ın siyasi hakimiyeti dışında kalan, idari ve hukuk düzeninin İslami olmadığı, gayri İslami hukuk düzeninin uygulandığı yer olmuştur. Osmanlı Devleti Dar’ul Harb ile sürekli savaş içinde olduğundan uzun süre buralara diplomatik temsilci gönderememiştir (Halil İnalcık, “Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet”, s. 42). 

Bizans’ın son dönemlerinde ortaya çıkan taht kavgalarına müdahale etmesi ve bunun sonucunda Çimpe Kalesi’nin alınması, dönemin güzel diplomatik başarısı olmuştur. Evlenme yoluyla da diplomasi kullanıldığı görülmektedir. Osmanlı Sultan’ı Orhan Bey, Bizans Prensesi Teodora ile evlenmiştir. Kalelerin kuşatılması ve fetih sırasında da bir kaleyi barış yoluyla almak için çaba sarf edilmiştir. 

Yükseliş döneminde, o askeri başarıların yanında, Fatih’in Cenevizlilere kapitülasyon vermesi, Venediklilere sürekli dış temsilcilik ya da elçi bulundurma hakkının verilmesi ve Venedik bayrağı çeken gemilere ateş edilmeme ayrıcalığının verilmesi gibi gelişmeler de diğer önemli diplomatik örnekler olarak gösterilebilir.  

Kanuni Sultan Süleyman döneminde savaş alanında olduğu kadar diplomasi alanında da başarılı olunmuştur. Osmanlı Devleti, bu dönemde egemenliği altındaki topraklarda bulunan Katoliklere karşı Ortodoksları koruduğu gibi Ruslarla da Ortodoks nüfusa hakim olma hususunda rekabet içinde olmuştur. Bu durum Osmanlı Devletinin siyasi açıdan ne kadar güçlü olduğunu gösterirken aynı zamanda İslami bir imparatorluk olmasına karşın Ortodoks çevresinin çok olması da Osmanlı Devleti açısından batıya karşı çok büyük bir diplomatik başarı olmuştur.

İlk zamanlarda Osmanlı Devleti’nde sürekli dış temsilciliği olan ülke Venedik iken, Avrupa Akdeniz’deki üstünlüğü Osmanlıya kaptırdıktan sonra Venedik gibi diğer devletler de- Macarlar, Hırvatlar, Kutsal Roma İmparatorluğu v.b.- İstanbul’da Avrupa geleneğine uygun büyükelçi statüsünde olmasalar bile İstanbul’a gelmeye başlamışlardır. Zamanla İstanbul’un diplomatik önemi büyümüştür; ancak bu gelişmenin Avrupa’da gelişen diplomatik kurallara uymayan yönleri vardı. Mesela, Osmanlılar yabancı elçilerin kabulünde dost ile düşman gördüklerinin arasında büyük bir ayrıma gidebilmekteydi. İran elçisi huzura geldiğinde büyük bir itibar görürken, Avusturya elçisi geldiğinde ise kötü davranışlar sergilenebilir, bazen huzura bile kabul edilmeyebilirdi.

1535 yılında Osmanlı-Fransa arasında yapılan antlaşma sonucunda, Fransızlara kapitülasyon dediğimiz ayrıcalıklar verildi. Bununla birlikte Paris, İstanbul’da sürekli elçi bulundurma hakkı da kazandı. Dolayısıyla Osmanlı Devleti, güçlü bir devlet olduğu ve toprak bütünlüğü ve egemenliği Avrupa tarafından tehdit edilmediği sürece, “ad hoc” diplomasiyi gücünün ve üstünlüğünün bir belirtisi ve temel dayanağı olarak kalmıştır (Oral Sander, “Siyasi Tarih, İlk Çağlardan 1918’e”;  s. 65).

Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde yabancı devlet başkanları Osmanlı sadrazamına denk sayılırken, duraklama ile özellikle 1606 Zitvatoruk Antlaşması ile eşitlik/denklik sağlanmıştır (Halil İnalcık, “Türk Diplomasisi..”, s. 16).

Osmanlı Devleti, askeri gücünü yitirmeye başlayınca hayatta kalmak, varlığını sürdürebilmek adına diplomasiye yönelmiştir; bu durum, Batıya verilen kapitülasyonların niteliğini bile değiştirmiştir. Eski dönemlerde Avrupalı devletlere -Venedik, Fransa- verilen kapitülasyonlar Hristiyan Birliğini dağıtmak gibi amaçlar taşırken, devletin güçsüz düştüğü dönemlerde Avrupa’ya- İngiltere verilen kapitülasyonlar ise ticareti düzeltmek ve düşmanlara karşı- Rusya- yardım almak amacıyla olmuştur. Batılı devletler de Osmanlı’nın bu durumundan yararlanarak kendi ekonomik ve siyasi üstünlüklerini kabul ettirmiştir.

Koçi Bey’in 1631’de Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim’e sunduğu ve Osmanlı’da düzensizlikler ve gerilemenin sebeplerini ve çözüm önerilerini kapsayan “Koçi Bey Risalesi”  bu döneme damgasını vurmuş bir yenilik hareketi olmuştur. Ancak yapılan hiçbir şey istenilen sonucu vermemiş, aksine çöküş sürecini hızlandırmıştır. Tımar sisteminin bozulması, devletin güçsüz olması, savaşların kaybedilmesi sonucu ganimet alınamaması ve hazinenin boşalması gibi sebeplerden ötürü askeri gücünü yitirmeye, savaş ve toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti, “bari var olanı koruyalım, kollayalım ve dışlanmayalım” mantığıyla içerde ve dışarıda denge politikası izlemeye başlamıştır.

Devleti kurtarmak için yapılan “Osmanlıcılık”, “İslamcılık”, “Batıcılık” ve “Türkçülük” gibi projeler uygulanmıştır. İçeride 1829 yılında yaşanan Yunan İsyanı ve bağımsızlığı nedeniyle cins, din, mezhep ayrımı yapılmaksızın Osmanlı topraklarında yaşayan bütün halkın haklar ve ödevler bakımından eşit olması anlamını taşıyan “Osmanlıcılık Akımı” sona erip yerini dünyadaki Müslümanlardan bir İslam Birliği meydana getirme fikir ve eylemi anlamına gelen, Avrupa tarafından Panislamizm ismi de verilen “İslamcılık Akımı’na” bırakmıştır.

Belli bir dönem Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruyan İngiltere, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve 1878 Berlin Konferansı’yla birlikte bu politikasından vazgeçmiştir. Üstelik İngiltere Birinci Dünya Savaşı öncesi sipariş edilen gemileri de teslim etmemiş, Osmanlı’nın elinden ise itiraz etmekten başka bir şey gelmemiştir. Bu durum bize, güç olmayınca diplomasinin de minor düzeyde olduğunu göstermektedir.

Mehmet Ali Paşa olayından ve Berlin Antlaşması’ndan sonra Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Diplomasisinin bittiği an olmuştur. Çünkü diplomasi sadece bir kelime oyunu değildir. Diplomatik başarının arkasında mutlaka bir askeri güç vardır. Askeri güç olmayınca diplomasinin bir anlamı yoktur. Bu yüzden Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı ile askeri anlamda çökünce, diplomatik anlamda da bir çöküş yaşamıştır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat