Özgürlük ve sorumluluk
- GİRİŞ26.09.2024 10:23
- GÜNCELLEME28.09.2024 12:11
Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellem, toplumsal sorumluluğun ve bireysel özgürlüğün sınırlarını belirlemek için dünyayı bir gemiye, bütün insanları da bu gemide yol alan yolculara benzetir. Gemideki yolcular kendi içlerinde iki kısma ayrılır. Bir kısmı Allah’ın koymuş olduğu sınırları gözeten ilim, irfan, akıl ve erdem sahibi insanlar.. Diğer kısmı ise bu sınırları çiğneyen, heva ve arzularına esir düşmüş, hürriyeti başıboşluk ve sorumsuzluk olarak telakki eden, sonu hem kendisinin hem de insanlığın felaketi olacak bir özgürlük anlayışına sahip olan kimselerdir.
Gemi hareket etmeden önce bu iki grup insan kura ile gemide yolculuk yapacakları yerleri belirlemiş, birinciler üst kısımda, ikinciler ise alt kısımda yerlerini almışlardır. İlahî rotada seyreden gemi, tam denizin ortasına vardığında, aşağıdakiler güya yukarıdakileri gidip rahatsız etmemek gibi masumane görünen bir bahaneyle, su ihtiyaçlarını gidermek için geminin dibini delmek isterler. Bu durumda yukarıdakiler bütün insanlığın ortak malı olan bu geminin delinip su almasına engel olmadıkları takdirde yukarıdakilerle aşağıdakiler hep birlikte helak olacaktır. Ancak önlerine durup hikmetli bir yolla engel oldukları zaman sadece kendileri değil aşağıdakiler de batmaktan kurtulacaklardır. (Buhârî, Şirket, 6).
İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜ
Özgürlük ve sorumluluk, zıt gibi görünen ancak birbirinden asla ayrılmayan iki kavramdır. Toplumlar ve onun üyesi bireyler, yaratıcıları olan Allah’a, üyesi oldukları insanlık alemine, üzerinde yaşadıkları, ortak olarak kullandıkları dünyaya ve içinde yaşadıkları, bir parçası oldukları tabiata karşı görevlerini yerine getirdikleri oranda özgürdürler.
Kur’an-ı Kerim’de “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyâme, Suresi; Ayet:36) buyruluyor. İslam’a göre özgürlük, başıboşluk demek değildir. Sorumsuzluk demek hiç değildir. Özgürlük, kötülük yapma ve günahlara dalma serbestliği demek değildir. Hürriyet, insanın, sadece başkasının köleliğinden, sadece başkasının emir ve direktiflerine göre yaşamasından kurtulması demek de değildir. Özgürlük, Allah’tan başkasına boyun eğmemek, O’ndan gayrısına, kendi nefsine bile teslim olmamak anlamına gelir.
İslâm’da özgürlüğün çok geniş bir anlam dünyası vardır. Hatta İslam alimleri iffet, çalışkanlık, sabır, hilm, af, cömertlik, kanaat ve takva gibi yüce hasletleri hep özgürlüğün birer şubesi olarak değerlendirmişlerdir. Zira iffet, arzulara esir olmamaktır. Çalışkanlık, tembellik ve rahata esir olmamaktır. Sabır, korku ve sıkıntıya esir olmamaktır. Hilm, öfkeye esir olmamaktır. Af, intikam duygusuna esir olmamaktır. Cömertlik ve kanaat, mal sevgisine ve paraya esir olmamaktır. Özgürlük, kısaca takvadır. Takva, nefsin hevasına ve şeytana esir düşmemektir.
İslâm’ın kazandırmak istediği özgürlük, en başta insanı kendi hevâ, heves, tutku ve arzularına kul ve köle olmaktan kurtarır. İslam insanı ahlâkî ve vicdanî özgürlük sahibi yapar.. İslamın önerdiği özgürlük, varoluş sorumluluğunu üstlenince ortaya çıkan irade hürriyetidir. İrade hürriyeti kazanılmadan diğer hürriyetler korunamaz. Dolayısıyla insanın şerefli olması, sorumluluk ve özgürlüğü bütünleştirmesine bağlıdır.
Günümüzde birçok hata, özgürlük kavramının yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Zira çoğu kimseye göre özgürlük, kişinin serbest olması, her yapmak istediğine sahip olmasıdır; ne var ki böyle bir özgürlük anlayışı hem kişiyi hem de toplumu esarete ve felakete sürükler. Kitle iletişim araçlarıyla dünyamızın küçüldüğü, geminin dibini delmek isteyenlerin çoğaldığı, teknik imkânları kullanıp tabiatın ekolojik dengesini dahi bozacak kadar ileri gittikleri günümüzde insanlık, Kur’an-ı Kerim’in ve sevgili Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellemin açıkladığı özgürlük anlayışına her zamankinden daha fazla muhtaçtır: İnsanlar, Allah’ın emanet ettiği ortak gemide ebediyete doğru seyrüsefer halindedir ve gemiyi delmeden, deldirmeden sahil-i selâmete ermekle sorumludur.
İNSAN SORUMLULUĞU
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Hidayet üzere olduğunuz müddetçe yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Dönüşünüz Allah’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi Allah size bildirecektir” (Maide, Suresi; Ayet: 105). Bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellem “Nerede olursan ol, Allah’a karşı gelmekten sakın. Şayet bir kötülük yaparsan onu affettirecek bir iyilik yap. İnsanlara da güzel ahlâkla davran!” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 55) buyurmaktadır..
Varlık sebebimiz, her şeyden önce Hakk’ı tanımak, O’na tabi olmak ve yaratılış amacımıza uygun bir hayat sürmektir. Bu hayat, Kur’an hayatıdır; alemlere rahmet ve insana rehber olarak gönderilen Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellemin hayatıdır. Bu hayat, sırat-ı müstakim üzere hayatını tanzim edenlerin yaşantısıdır. Günde beş vakit okuduğumuz Fatiha’da, Allahu tealadan bizlere hidayet vermesini ve bizleri dosdoğru yola ulaştırmasını niyaz ederek rükûlarımıza, secdelerimize, dualarımıza başlarız. Bu dosdoğru yol peygamberlerin, sadıkların, salihlerin yoludur. Bu yolda ubudiyet, muhabbet, teslimiyet, sadakat ve samimiyet vardır. Bu yol, yolcusunu iki dünyada da selamete, huzura ve felaha ulaştırır.
Bizler bu ana yola, Sırat-ı Müstakim’e, kelime-i şehadetle, Rabbimizin varlığını ve birliğini, sonsuz kudretini, O’nun alemlere rahmet olarak gönderdiği kutlu elçisi Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) peygamberliğini kabul ve ikrar ederek başladık. Bu, sıradan bir kabul ve ikrar değildi elbette. Bu şehadetle ağır bir sorumluluk üstlendik. Bu şehadet dünya ve ahiret azığımız oldu. Dünya hayatında karşılaştığımız türlü hengamelerde, çıkmazlarda bu şehadetle ayakta kaldık. Bu şehadetle başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu öğrendik. Öyleyse Rabbimize, kendimize ve bütün yaratılmışlara karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek asli görevimizdir.
Mümin olarak Allah’a karşı sorumluluğumuz, teslimiyet ve sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile Allah’ın rızasını aramaktır. O’na itaatsizlikten, ateşe düşmekten korkarcasına sakınmaktır. O’na, göndermiş olduğu kitaba ve peygambere karşı samimi olmaktır. Kendimize karşı sorumluluğumuz, Yüce Rabbimizin bize vermiş olduğu maddi ve manevi imkânları meşru ölçüler çerçevesinde kullanmaktır. Allah’ın her birimize bahşettiği akıl ve bedeni, bilgi ve tecrübeyi, gücü ve kudreti insanlığın hayrı için seferber etmektir. Ailemize, akrabamıza, kardeşlerimize karşı sorumluluğumuz onlara sevgi, insaf ve merhametle muamele etmektir. Yaptığımız iyiliğin, yardımın, fedakârlığın karşılığını yalnızca Allah’tan umarak yanlarında yer almaktır. Onların onur ve haysiyetlerini, hak ve hukuklarını korumaktır. Diğer insanlara karşı sorumluluğumuz ise, onlara adaletle davranmaktır. Allah’ın var ettiği bir değer olarak her insanların canına, malına, şeref ve onuruna hürmet göstermektir. Hayatın birlikte anlam kazandığını, dünyanın hepimize emanet olduğunu unutmamaktır.
İsraftan haksız kazanca, gıybetten iftiraya, yalandan dolandırıcılığa, hakaretten zulme; İslam’ın yasakladığı bütün davranışlar, günah olmanın yanında birer sorumsuzluk örneğidir. Hem Allah’ın hem de insanların hakkını ihlal etmektir. Müslüman, şerre alet olmamaya ve kötülükle anılmamaya dikkat eder. Çünkü Allah Rasulü’ne (s.a.s) göre Müslüman; insanların, elinden ve dilinden zarar görmedikleri kişidir. Mümin ise, insanların canları ve mallarını kendisine karşı güvende bildikleri kimsedir (Nesai, İman ve Şerâiuhû, 8). İslam milleti ve bütün bir insanlık, Müslümanın varlığından güven duymalı ve güç almalıdır.
Ne acıdır ki Adem oğullarının ortak yurdu olan dünya bugün cehenneme dönüşmüştür. Kendisinden başka kimseye hayat hakkı tanımayanlar, mazlum ve masum canlara acımasızca kıymaktadır. İnsanca, onurlu yaşamaya hasret kalmış nice mağdurlar evinden, yurdundan hatta canından olmaktadır. Sorumsuzluğun sebep olduğu acının en derin örnekleri başta İslam dünyası olmak üzere, yeryüzünün birçok bölgesinde yaşanmaktadır.
Bizler, hakka ve hukuka inanmış, adaleti yüceltmiş bir medeniyetin mensuplarıyız. Bizler biliyoruz ki, hiçbir haksızlık, hiçbir zulüm ebedi değildir. Yapılan zerre miktarı iyilik ya da kötülük, şaşmayan hak terazisinde bir gün karşılığını mutlaka bulacaktır (Zilzâl Suresi; Ayet: 7-8). Rabbimize karşı samimi, kendimize karşı dürüst, yakın çevremize karşı merhametli ve insanlığa karşı da adaletli olduğumuz sürece özgür ve sorumluluk sahibi olacağız, yolumuz da sırat-ı müstakim olacaktır. Hiç kimse bizi bu yoldan saptıramayacak, hakkı tutup kaldırdığımızda Allahu teala da bizi yüceltecektir.
Allah’ım! Bizleri, özgürlük ve sorumluluğunun bilincinde olanlardan eyle. Allah’ım! Bizleri Hakkı hak bilip Hakka uyan, batılı batıl bilip batıldan uzaklaşanlardan eyle. Allah’ım! Bizleri zalimlerle birlikte olmaktan ve Haktan yüz çevirmekten muhafaza eyle.
Mustafa Yürekli / Haber7
Yorumlar2