Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan masası
- GİRİŞ24.10.2024 11:21
- GÜNCELLEME25.10.2024 09:11
İslam coğrafyasının vaziyet ve istikameti, dört ayağı Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan olan masadan belirleniyor.
Akdeniz’de Türkiye ve Mısır, Basra Körfezi’nde İran ve Suudi Arabistan, Osmanlı’dan devir alınan, anılmayı anılmayı adı unutulmuş, gizli yürütülen İslam Birliği’nin büyük güçleridir. Körfez’de Irak ve Pakistan, doğu Akdeniz’de Suriye ve Lübnan denge unsurlarını oluşturmaktadır.
Bugünkü adlarıyla Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan bölgelerine sahip olmak, İskender ve Roma’dan bu yana tüm büyük güçlerin en önemli hedefi olmuştur. Osmanlı devleti, bu bölgeleri elinde tutan dünya gücü olarak Cebelitarık’tan Basra’ya kadar bölgeyi kontrolü altına alabilmiştir.
İngiltere’nin emperyal bir devlet olmasında da, İslam güvenlik konseyi masasını oluşturan bu dört ülkeyi birer birer kontrolü altına alması önemli bir aşamayı oluşturmuştur.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası itibarıyla “Dört İslam Ülkesi”, dünya sisteminin yönünü tayin edici olduğundan mevcut küresel güçler açısından günümüzde hedef haline gelmiştir. ABD, Batı, Amerikancılar, Batıcılar, küreselleşmeciler sürekli bu dört ülkeye saldırı halindedirler.
KRİZLERLE KONTROL
Mısır, 2010’daki Arap Baharı ve sonrasında gerçekleştirilen askeri darbeyle bir kez daha “Camp David Düzeni” içine dahil edilmiştir.
Körfez’de birlik ve düzeni bozma amacıyla İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerginlik sürekli tırmandırılmaktadır; ardışık krizlerle savaş içine sokulmak istenmektedir. İran ile Suudi Arabistan’ın temsil ettiği Arap dünyası gerilim siyasetiyle kontrol altında tutulmaktadır. ABD’nin aynı ayrılıkçı gerilimle kontrol politikası, Akdeniz’de Türkiye ile Mısır/Arap dünyası ilişkilerinde de görülmektedir.
Sürekli saray içi darbelere maruz kalan Suudi Arabistan, yuvarlandığı istikrarsızlık ve belirsizlikler yüzünden ABD ve maşası İsrail açısından “Dört İslam Ülkesi” masasının sakat ayağı konumuna sokulmuş durumdadır.
ABD açısından Körfez’deki kontrollü krizin temel hedeflerinden birinin de, bu bağlamda başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkelerini kontrol altında tutmak olduğu bir kez daha görülmektedir.
TÜRKİYE VE İRAN’I KONTROL STRATEJİSİ
ABD, Doğu Akdeniz ve Basra’daki son ataklarıyla, İslam dünyasının kalbini oluşturan dört ülkeyi kontrol edemediği iki kritik ayağını, nüfuz alanlarıyla birlikte etkisi altına almaya çalışmaktadır. Bu iki aktör hiç kuşkusuz Türkiye ve İran’dır.
Türkiye ve İran’ın Soğuk Savaş sonrası dönemde dünya sistemindeki belirsizliği ve krizi fırsata çevirmek istemeleri ve bu kapsamda hızla tarihsel kodlarına dönerek uluslararası politikanın aktif bir aktörüne dönüşmeye çabalamaları, bu iki ülkeyi, ABD açısından hedef konumuna getirmiştir.
İran şu an doğrudan doğruya bir savaşla tehdit edilirken, Türkiye’ye de onun üzerinden mesaj verilmeye çalışılmaktadır.
ABD’nin en büyük korkusu, Türkiye’yi tamamen kaybetmek ve “İslam Birliği”nin oluşumunu engelleyememektir.
ABD’NİN KURDUĞU DÜNYA SİSTEMİNİN SONU MU?
ABD Türkiye olmadan “Dört İslam Ülkesi” üzerinden “Genişletilmiş Ortadoğu”ya sahip olmayacağının farkındadır.
Ayrıca Türkiye ve onun çok yakın müttefiki olan Pakistan’ın desteği olmaksızın İran konusunda yapacağı her türlü hamlenin boşa çıkacağını bilmektedir.
Washington Ankara’nın stratejik derinliğini, dış politikada attığı/atacağı adımların sıradan hamleler olmadığını, bölgesel-küresel jeopolitiği etkileme kapasitesini çok net bir şekilde bilmekte ve görmektedir. Dolayısıyla her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi yanında görmek istemektedir.
ABD’nin en büyük korkusu, Türkiye’yi tamamen kaybetmek ve “İslam Birliği”nin oluşumunu engelleyememektir. Çünkü Basra ve Doğu Akdeniz hamlelerinin temel hedefi, kendisine meydan okuma kapasitesine sahip olan bu “İslam Birliği” oluşumunun önüne geçmektir.
Görülen o ki ABD bu korkuya büyük ölçüde kendisini kaptırmıştır ve bu ittifakı bir anlamda kendi elleriyle inşa etmektedir.
BM’NİN KARŞITI İSLAM BİRLİĞİDİR
Rusya’nın da “Dört İslam Ülkesi”yle, Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan’la ilişkilerine ağırlık vermesinin arka planında da bu “İslam Birliği” korkusu yatmaktadır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki beş ülke, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin, aralarındaki rekabet yüzünden bırakalım masayı yıkmayı, “İslam Birliği”nin oluşumunu engellemek için var güçleriyle çabalamaktadırlar.
ABD kendi stratejik aklınca Rusya’yı yanına alarak bu olası “İslam Birliği” oluşumunun önüne geçmek ve İran’ı yalnızlaştırmak suretiyle bu son Gazze krizinde İran’ın direncini kırmak istemektedir. Yani savaşa gitmeden, onu diplomatik manevralarla teslim olmaya zorlamaktadır. Ne var ki İsrail, şartları kullanıp İran’ı savaşın içine çekmeye çalışmaktadır.
Aynı şekilde ABD Doğu Akdeniz ve Suriye krizlerinde de Türkiye’yi yalnızlaştırmak ve nihayetinde bir kez daha kendisine mahkûm kılmak istemektedir.
RUSYA’NIN ARAYIŞLARI
Rusya’nın doğu Akdeniz ve Basra Körfezin’de nasıl bir adım atıyor? Yazıyı bu soruyu cevaplayarak bitirmek istiyorum. Rusya elbette öncelikle çıkarlarına bakmaktadır.
Fakat unutulmamalıdır ki Rusya’nın şu anki görece gücü “Dört İslam Ülkesi”yle yaptığı işbirliğinden kaynaklanmaktadır. Bunları kaybettiği an Rusya ne Akdeniz’de tutunabilir ne de Balkanlar-Karadeniz-Kafkasya-Hazar-Orta Asya-Afganistan hattında kendisini huzurlu hissedebilir. Ayrıca Çin daha da güvenilmez bir aktör haline dönüşecektir. Dolayısıyla Rusya’nın menfaatleri bu İslam coğrafyasında başlattığı işbirliğini devam ettirmekten geçmektedir.
Rusya da bunu devam ettireceği mesajını vermektedir. Rusya ABD’nin hatalarının, yanlış hesaplarının ve kendisinin Türkiye-İran ikilisiyle geliştirdiği stratejik işbirliğinin “Dört İslam Ülkesi” merkezli İslam dünyasında ona sağladığı gücü daha da derinleştirme eğilimindedir. Türkiye Suriye yakınlaşmasını, Türkiye Irak yakınlaşmasını da bu kapsamda bir yere not etmek gerekiyor.
Mustafa Yürekli / Haber7
Yorumlar2