CHP’nin Yedinci Ok'u

  • GİRİŞ27.02.2009 10:02
  • GÜNCELLEME27.02.2009 10:02
Cumhuriyet Halk Partisi'nin siyasi programını oluşturan altı ilkeye Altı Ok adı verilmiş.
 
Altı Oku simgeleyen amblem, 1931'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin bayrağı olarak benimsenmiştir. 1992'de kurulan yeni Cumhuriyet Halk Partisi de aynı amblemi kullanmaktadır.
 
CHP’nin ve Altı Ok’un tarihine baktığımız zaman, Atatürk’ün dönemiyle, onun ardından gelen dönemler arasında inanılmaz bir farklılık olduğunu görebiliriz diye düşünüyorum. Atatürk dönemi ile onun hemen ardından gelen İnönü dönemi arasındaki farka, Ecevit dönemi ile önceki iki dönem arasındaki farka ve Baykal dönemi ile önceki dönemler arasındaki farka dikkat çekmek istiyorum bu yazıda.
 
CHP liderleri, dönemlerinin özellikleri ve partideki değişimi ana hatlarıyla ortaya koymak istiyorum.
 
ALTI OK
 
Bilindiği gibi 1927'de “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” olarak tanımlanan dört ilkeye, 1931 yılındaki üçüncü parti kurultayında “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri eklenerek "Altı Ok" kavramı benimsenmiştir.
 
CHP’yi ilk örgütleyen de, Altı Ok programını belirleyen de Atatürk’ün kendisiydi. Bu siyasi yapılanmanın hangi şartlarda gerçekleştiğine bir bakalım şimdi:
 
Önce dünyada neler oldu, bunu belirleyelim. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkarak topraklarını 120 kat büyüttü. Yanında yer alan Fransa ve İtalya da İngiltere kadar olmasa da topraklarını büyüttüler. Osmanlı İmparatorluğu, savaş sonunda tarihe karıştı. Dünya sistemi inşa edilecekti. Savaştan Osmanlı’yla birlikte yenik çıkan Almanya, iktidar denkleminde yer alarak dünya sisteminin kurucuları arasına katılmak istemiştir.
 
Atatürk dönemi, 1914’ten 1938’ kadar olan 24 yıldır: Birinci Dünya Savaşı yılları, Osmanlı’nın tasfiyesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları..
 
Atatürk, 1919 yılından başlatır kendi dönemini, böylece 19 yıla indirir. 1919’dan 1923’e kadar, Milli Mücadele’yle geçen 4 yıllık süreye baktığımızda, karmaşık bir siyasi ve askeri süreç olması, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi sağlaması ve savaşın zorunlu kıldığı milli bir koalisyon olması bakımından Atatürk bu 4 yıllık dönemde tek başına iktidara sahip değildir.
 
Atatürk dönemi olarak adlandırılabilecek zaman dilimi, ülke tarihinde baş rolü oynadığı 1923 ile 1938 arasındaki kabaca 15 yıllık dönemdir. Cumhuriyet’in ilanı, Lozan görüşmeleri, devrimler, 1929 dünya ekonomik buhranı ve demokrasiye geçiş denemeleri gibi olayları görüyoruz bu dönemde. Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’na aylar kala aramızdan ayrılmıştır.
 
15 yıllık Atatürk döneminde, dünya sisteminin merkezi Avrupa’da iktidar denklemi oluşmamış, beliren dünya güçleri uzlaşamamış ve bir denge kurulamamıştır. Böylece savaş kaçınılmaz hale gelmiştir.
İster 1914’ten başlatalım, ister 1923’ten başlatalım, Atatürk dönemi diye adlandırılan devirde, Fransa’yla birlikte İngiltere’nin bütün bir dünyayı hükümranlıkları altına aldığını ve buna Almanya’nın itirazını görüyoruz.     
 
Burada, şu soruyu cevaplamak gerekir: Osmanlı İmparatorluğu niçin kendisi gibi savaştan yenik çıkan Almanya’nın yaptığını yapamamıştır? Bunun cevabı, İngiltere’nin topraklarına göz koyduğu, dolayısıyla hedefte olan devletin Almanya değil, Osmanlı İmparatorluğu olmasıdır. Savaş sonunda Berlin değil, İstanbul işgal edilmiştir. İngiltere ve yanındaki devletler, Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilip yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmesini Lozan’da razı olmalarının nedeni sosyalist devrimi başarmış Rusya’dır. İngiltere, Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan’da, Akdeniz’e inmek isteyen Rusya’nın önüne bir set olarak dikilmesine razı olmuştur. Türkiye, 1990 yılına kadar tam 67 yıl dünya sisteminin belirlediği bu tarihi rolü başarıyla oynamıştır.
 
Lozan, İngiltere için Doğu Avrupa, Kafkasya ve Ortadoğu’yu yapılandırma, düzene koyma anlamına gelmektedir. Lozan, milletimiz içinse yeni dünya düzenine intibak çabasından başka bir şey değildir.
 
Dünya güçlerine intibak çabası üstelik ilk de değildir. II. Mahmut döneminde planlanmasına rağmen, II. Mahmut'un ölümünün ardından oğlu Abdülmecit döneminde dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa tarafından 3 Kasım 1839'da okunan ve (Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle) Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye de denilen Tanzimat Fermanı, Türk tarihinde, dünya güçlerinin isteyip de bizim kendiliğimizden yaptığımız bir intibak girişimidir. Tanzimat Fermanı’ndan 17 yıl sonra 1856’da Islahat Fermanı ve 1860’da Abdülaziz Fermanı da söz konusu intibak çabalarımızdandır; Osmanlı İmparatorluğu'nun çökme döneminde , devletin yıkılmaktan kurtarılması için, siyasi kuruluşlar, kişi hakları, yeni kurumların kurulması konularında yapılması düşünülen köklü değişiklikler için Abdülmecid ve Abdülaziz zamanlarında çıkartılan bu fermanlar, İngiltere ve yandaşı devletleri Osmanlı’ya dair planlarından vaz geçirmemiştir.
 
Lozan’la başlayan Atatürk döneminde, dünya güçlerine intibakı devrimlerle sağlamaya çalıştık. Atatürk, Avrupa devletleri arasında bir denge sağlanamamasını ve İkinci Dünya Savaşı’na götüren koşulları iyi değerlendirmiştir. 
 
İşte Cumhuriyet Halk Partisi'nin siyasi programını ve amblemini oluşturan Altı Ok’un Atatürk döneminde ifade ettiği anlam, sözkonusu dünya güçlerine intibak ve aralarındaki ihtilaflardan yararlanarak kendini toplama ile izah edebiliriz.
 
Atatürk dönemindeki Altı Ok’u, reel politika yaparak iç ve dış koşullar elverdiğince kendini toplama ve güçlenme çalışmasının programı olarak tanımlayabiliriz.
 
Burada tarihi bir olayı ayrıca belirtmek gerekir: Şubat 1937'de yapılan bir anayasa değişikliğiyle Altı Ok ilkesi, TC Anayasası’na da eklenmiştir. Böylece, “Laiklik” maddesi de TC Anayasası’na girmiştir. CHP tüzüğünün Anayasa’ya sokulması meselesi, üzerinde durulması gereken oldukça önemli bir konudur.
 
Partinin devletle, parti tüzüğünün anayasayla özdeşleştiği, 27 yıl muhalefetsiz iktidarda kalan  CHP’nin söz konusu “Altın Çağ”ı hala milletimize dayatılmasa, belki bugün Altı Ok’un o kadar üzerinde durmak gerekmezdi.
 
 
CHP’NİN YEDİNCİ OKU
 
CHP’nin ve Altı Ok’un tarihindeki, Atütürk’ün ölümüyle başlayan ve Milli Şef Dönemi olarak adlandırılan İsmet İnönü döneminde meydana gelen anlam farklılaşmasını, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki iç ve dış şartlarla izah edebiliriz.
 
İsmet İnönü, Atatürk'ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938'de TBMM tarafından Cumhurbaşkanlığına seçildi. Cumhurbaşkanlığının yanı sıra kayd-ı hayat şartıyla CHP genel başkanlığına da getirildi. CHP'nin 26 Aralık 1938'de toplanan I. Olağanüstü Kurultay'ında partinin "değişmez genel başkan"ı seçildi. Ayrıca kendisine "Milli Şef" sıfatı verildi.
 
Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı(1939-1945) döneminde İnönü ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş süresince hem İngiltere’yle, hem de Almanya’yla ilişkileri iyi tuttu.
 
II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından gerek uluslararası siyasetteki gelişmeler, gerekse ülke içindeki yeni oluşumlar rejimin genel niteliğinde önemli değişiklikleri gündeme getirdi. Dünya sistemi, Amerika ve Rusya olarak iki kutuplu hale gelmişti. İkinci Dünya Savaşı galiplerinden olan Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den Kars, Ardahan, Artvin ve Sarıkamış'ı istemesi, Türkiye'yi, savaşın diğer galipleri Amerika ve İngiltere ile daha yakın ilişkilere mecbur etti. Türkiye, sosyalist Rusya karşısında, kapitalist ve emperyalist Batı’nın, Amerika’nın yanında konumlamıştı kendini. Dolayısıyla Türkiye demokratikleşecek ve dış dayatmalarla çok partili hayata geçecekti. İsmet İnönü, 1950’de iktidarı DP’ye, Cumhurbaşkanlığı’nı Celal Bayar’a devretmek zorunda kaldı.
 
1939’dan 1950’a kadar 11 yıllık ilk İsmet İnönü döneminde Altı Ok’u, Atatürk döneminde olduğu gibi dünya güçlerine intibak, fakat aralarındaki ihtilaflardan yararlanamama ve güç kaybetme şeklinde anlamlandırabiliriz. Çünkü "Milli Şef" olarak tek başına iktidarda bulunduğu 1938-1950 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %1.8 oranında ve Dünya ortalamasından daha az büyümüş ve Türkiye'nin GSMH'si Dünya toplamının binde 6.52'sinden binde 6.42'sine düşmüştür. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı. Varlık Vergisi uygulaması hayata geçirildi.
 
 
Aslına bakılırsa halkçılık, Atatürk dönemi dışında hiçbir zaman CHP’nin gündeminde olmadı. Gene de yoksul halk kesimleri yıllarca geleneksel olarak CHP’ye oy vermeye devam etti. Ancak CHP’nin halkçılığının zamanla elitçiliğe dönüşmesi kaçınılmazdı. Çünkü devletle özdeşleşmiş CHP’nin kadrolarını oluşturan sivil-asker bürokrasi ve iş dünyası, ayrıcalıklı “elit” bir sınıf oluşturmuştu. Yine bu dönemde, Hasan Ali Yücel'in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu. Sonuçta CHP ve Altı Ok’un Atatürk dönemindeki çizgisinden ve anlamından kopup uzaklaşmasıydı bu.
 
1950-60 arası 10 yıllık dönemde muhalefete düşen İsmet İnönü’yle Altı Ok, halkı kavrayacak, anlayacak ve ifade edecek yeni bir anlam kazanamadı. Tam aksine, demokratik yoldan iktidara gelemeyeceğini anlayan İsmet İnönü, amblemde görünmemesi koşuluyla “darbecilik” ilkesini Altı Ok’a ilave etti. CHP’nin yedinci oku olarak uygulamaya konulan ve “solculuk” olarak adlandırılan “darbecilik” ilkesi, devlete ve ekonomiye hakim olan ayrıcalıklı elitlerin iktidarının askeri müdahalelerle devam etmesini sağlayacaktı.
Artık CHP’nin yedinci oku sayesinde, Atatürkçü görünümlü 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan faşist cuntaları çıkartılıyordu. Atatürk’ün adını utanmadan ağızlarına alan bu Amerikancılar, aslında Atatürk’ten geriye ne kaldıysa onu da ortadan kaldırmakla görevliydiler. En başta da Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği gençleri katlederek görevlerini yaptılar.
“Darbecilik” ilkesi, solculuk adıyla CHP’nin burnunun önünde hep takma bir bıyık gibi sırıtıp durdu ve 1960’dan itibaren darbeye hazırlık süreçlerini oluşturmada kullanıldı. O kadar ilginçtir ki 1960’ta Altı Ok’a “solculuk” adıyla yedinci bir ok olarak gizli “darbecilik” ilkesi eklenmiş olmasına rağmen CHP hala Atatürkçü olduğunu iddia ediyordu.
Oysa artık varoşlarda CHP değil, sağ partiler olacaktı. CHP ise ülkenin en rahat yaşayan kesimlerinin “rakı-balık solculuğu” yaptığı sahil kesimleriyle kısıtlanacaktı. Bu dar elit “solculuk” yaparken geniş halk kesimleri de sistemin alternatif seçenek olarak sunduğu sağ partilere teslim edilmişti.
Altı Ok, ayrıcalıklı elitlerin bu “rakı-balık” merkezli yaşam tarzının ve çıkarlarının savunulması olarak “Laiklik” ilkesine indirgenmişti artık. Bu durum, halkın tepkisinin demokrasiye daha da fazla yönlenmesine neden oldu.  

En sonunda demokratik talepler öylesine güçlendi ki, gizli yedinci ilkeyi fazla işleten ayrıcalıklı elitlerin elinde Altı Ok, “solculuk” olarak adlandırılan antidemokratik, militarist ve faşist bir program haline geldi.

Mustafa Yürekli - Haber 7

Yorumlar3

  • muhammed erkal 16 yıl önce Şikayet Et
    öyle bir dönemdeyiz ki artık mustafa kemal eleştirilebiliyor.... bu da demokrasinin gereği tabi...ancak mustafa kemalin partisi yaşarken dahi milletin çoğunluğunun oyunu alamıyordu...kadın seçme ve seçilme hakkında chp zihniyetinin zorla bacılarımızı evinden alıp işkenceyle oy kullandırması gibi...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ali Haydar 16 yıl önce Şikayet Et
    Altı Artı Bir Ok. Atatürk'ün 15 yıllık dönemi için şimdilik yorum yapmak bugünkü CHP için yanlış anlamalara sebebiyet verebilir.İsmet İnönü'nün milli şeflik yaptığı dönemlerde darbe yapmayı meşru gibi göstermeye yönelik anlayış en çok eleştirilen bir husustur.Halbuki iktidarı ele geçirmenin bir aracı olarak her şeye rağmen halka rağmen solculuk yapmanın mantığı yoktur.O halkı aşağılayan yok sayan enteller artık eskiye nazaran azalmış görünüyor.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • musa gök 16 yıl önce Şikayet Et
    gözden geçir. 6 ok acaba kaçtanesi kaldı chp gözden geçirsin. yada kendisini değiştirsin.oklara sahip çıkamıyor
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat