Bu şarkı sözleri bize yakışıyor mu?
- GİRİŞ24.04.2016 09:56
- GÜNCELLEME24.04.2016 09:56
Daha doğrusu ilk kez sözlerini dikkatle dinledim. Hepiniz bilirsiniz aslında bu şarkıyı, şöyle başlar: ‘Sanki her tarafta var bir düğün / Çünkü en şerefli, en mutlu gün / Bu gün 23 Nisan / Hep neşeyle doluyor insan...’ Şarkının devamında ise şunlar var: ‘İşte bu gün bir meclis kuruldu / Sonra hemen padişah kovuldu / Bugün 23 Nisan / Neşe doluyor insan...’
23 Nisan hakikaten güzel bir gün. Bir milletin farklı görüşlerden vekillerle meclis kurması, işgal altındaki vatanına sahip çıkan direnişi taçlandırması, bu günün daha sonra Atatürk tarafından çocuklara armağan edilmesi... Son derece olumlu, mutlu bir gün 23 Nisan. Böyle bir günü anlatırken ‘padişah kovuldu’ ifadesi kullanmak, üstelik bunu minicik çocuklara söyletmek büyük bir yanlış değil mi? Üstelik maddi olarak da hatalı! Padişah Vahdettin hemen yani 1920’de ‘kovulmadı’ ki. (Büyük bir imparatorluğun temsilcilerine yönelik bu yanlış üslubu aynen göstermek için bu kelimeyi kullanıyorum-na) 1922’de bir gemiye bindirilerek Malta’ya gitti. Geri kalan saltanat üyeleri de 24’te gönderildi.
Bu gün bu hamaset dilinin yanlış olduğundan bahseden, yeni Türkiye’ye işaret eden, Osmanlı saltanatının hayattaki üyelerini yeniden kazanmak isteyen Ak Parti iktidarının Milli Eğitim Bakanlığı bu şarkının sözlerinin farkında değil mi? Böyle şarkılar neden hâlâ söyletiliyor? Neden bir müfredat değişikliğine gidilmiyor?
Yargıtay’ın kararı doğru diye bunları unutacak mıyız?
Ergenekon davasının Yargıtay’ın kararıyla tamamen çökmüş olduğunun gözler önüne serilmesi bize bazı şeyleri unutturmasın: Bu ülkenin çok ciddi bir asker ve derin devlet sorunu vardı. Ak Parti iktidara geldiği andan itibaren, 28 Şubat’ta başardıklarını yeniden uygulamaya koymak ya da darbe tertipleri yapmak için birtakım çevreler harekete geçtiler. Herhalde o dönemin MGK’larının tanıklarını dinlemek, Özden Örnek ve Mustafa Balbay günlüklerine göz atmak hafızaları tazelemek için oldukça yeterlidir. Bunlar da yetmezse 5-7 Mart 2003 tarihli Selimiye kışlasındaki plan semineri resmi kayıtlarını dinleyin...
İkinci başlık yani derin devletle ilgili ise Danıştay saldırısından başlayarak Rahip Santoro, Malatya Zirve ve Hrant Dink cinayetlerini gözden geçirmek gerek. 2006-2007 yıllarında art arda ve çok korkunç cinayetler işlendi. O dönem ‘misyonerlik hortluyor’ gibi abuk subuk haberler ulusalcı çevreler tarafından yayılıyor, öte yandan Hrant Dink medyada şeytanlaştırılıyordu. Orhan Pamuk, Elif Şafak yazdıkları kitaplar ve verdikleri demeçler nedeniyle mahkeme kapılarında süründürülüyor, hep belli gruplar tarafından sokaklarda adeta linç ediliyorlardı. O dönemin havası hiç de öyle tesadüfi değildi.. Tıpkı art arda işlenen bu cinayetlerin adi cinayetler olmadığı gibi...
Peki, ne oldu? Acaba darbeyi çağırmak isteyen, Batı’ya ‘Bakın, İslamcı AKP iktidarında Hıristiyanlar öldürülüyor’ deyip, kaosu bahane ederek bir darbe yapmak isteyenler mi vardı bu olayların arasında? Yoksa senaryoyu böyle gösterip Ergenekon soruşturmasını başlatmak isteyenler olağan şüphelileri kendi ağlarına mı düşürdüler?
Bu sorular ortada... Ergenekon davası ardında birçok mağdur bıraktı ve bunun hesabının hukuk içinde sorulması şart. Yargının ve emniyetin içindeki paralel yapılanmanın ne kadar büyük bir tehlike olduğu bu dava süreçlerinin detayları aydınlandıkça daha net ortaya çıkıyor. Öte yandan, Yargıtay’ın kararı 2000’lerin başında bu ülkede darbe planları yapılmadığını ya da 2006-2007’deki karanlık cinayetlerin devletle ilişkisi olmadığını kanıtlamaz. Aksine, aydınlık için diye başlayıp bizi kendi karanlıklarına sürüklemek isteyen yapının oyununun bittiğini ve esas sürecin şimdi başlaması gerektiğini kanıtlar!
Not: Hayatımda Zekeriya Öz’le de Ali Fuat Yılmazer’le de ne yüz yüze görüştüm, ne telefonla konuştum, ne de herhangi bir iletişim kurdum. İftiracılara duyurulur.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol