Vizesiz Avrupa: Hayal mi, devam mı?
- GİRİŞ15.05.2016 09:54
- GÜNCELLEME15.05.2016 09:54
Haziranda pasaportu alıp Avrupa’ya gidebileceğiz, artık Schengen için türlü eziyetler çekmeyeceğiz, diye seviniyorduk ki bir anda Brüksel’den sert bir rüzgâr yüzümüze çarpıverdi. Haziranda bu işin bitmesine kesin gözüyle bakılırken AB’nin Türkiye’den terör tanımında değişiklik yapması şartını beklediği konuşulur oldu. Peki, nereden çıktı bu şart? Hep vardı da biz mi üzerinde durmuyorduk? Yoksa AB işi yokuşa sürmek için son dakika golü mü attı? Hem bu konu üzerine çalışan uzmanlarla konuştum, hem de SETA’nın Mehmet Uğur Ekinci imzalı yeni çıkacak olan ‘Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması ve Vize Diyaloğu’ adlı kapsamlı raporunu okudum.
Genel hatlarıyla bu güne nasıl gelindiğini şöyle özetleyebiliriz:
16 Aralık 2013’te Türkiye-Avrupa arasında Geri Kabul Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma 1 Ocak 2014’te kısmen yürürlüğe girdi. 2015’te mülteci krizi patlak verince bir anda Avrupa için hayati önem kazandı, bu nedenle Birlik, Türkiye’den anlaşmayı tamamen yürürlüğe koymasını istedi. Müzakereler sonucunda 29 Kasım 2015’te Ortak Eylem Planı kabul edildi ve bu plana göre anlaşmanın 1 Haziran 2016’da tam olarak uygulanmaya başlayacağı kararlaştırıldı.
Bu süreçle bağlantılı olarak vize diyaloğu da hızlandırıldı. 4 Mayıs’ta AB Komisyonu’nun tavsiye kararını hep birlikte takip ettik. Ancak adı üzerinde bu bir tavsiye kararı, uygulamaya girmesi için Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi’ndeki oylamalardan da geçmesi gerekiyor. Zaten ip de AP’de kopuyor…
Schengen bölgesi giderek genişleyip sınırlar doğuya doğru kaymaya başlayınca AB çevre ülkelere teknik destek vererek göç hareketlerini kendinden mümkün olduğunca uzakta tutmayı amaçladı. Bu bağlamda geri kabul anlaşmaları da düzensiz göçle mücadele stratejilerinden biri haline geldi. Burada Türkiye’nin tek olmadığını hatırlatmakta fayda var: AB 2000’lerden itibaren 17 ülkeyle ikili GKA’lar imzaladı. Halen Fas, Çin, Cezayir, Belarus ve Tunus ile müzakerelere devam ediyor.
Sorun varsa Komisyon niye tavsiye etti?
Şunu unutmayalım: GKA, AB’den ziyade karşı tarafa sorumluluklar yükleyen bir anlaşma. Bu anlaşmanın karşı taraf tarafından kabul edilmesi için AB havuçlar uzatıyor. Bunların başında da vize kolaylıkları geliyor. Bazen prosedürün kısaltılması, bazen ücretin indirilmesi ya da bazı kişilere çoklu giriş hakkı tanınması gibi uygulamalar yapıyor AB. Örneğin Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, Gürcistan gibi ülkelerle böyle anlaşmalar mevcut.
Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Moldova ise AB ile yaptığı GKA karşılığı vizesiz seyahat hakkı elde etmiş ülkeler. Ukrayna, Gürcistan ve Kosova bizim gibi, yani Komisyon’dan tavsiye kararı çıktı, Konsey ve Parlamento oylamalarının yapılması bekleniyor.
Bu süreçte söz konusu ülkenin gerçekleştirmesi gereken bir yol haritası ortaya konuluyor. Komisyon bu yol haritasının uygulanmasından tatmin olunca Konsey ve Parlamento’ya vizelerin kaldırılmasını öneriyor. Bu aşamaya kadar Türkiye üzerine düşeni yapmış olmalı ki Komisyon tavsiye kararını açıkladı. Peki, ama neden şimdi iş tıkanıyor?
Normalde Komisyon kararını açıkladıktan sonra Parlamento ve Konsey’de oylamalar yapılır. Parlamento’nun salt çoğunlukla tasarıyı onaylaması şart, onaylamazsa Konsey’e gidiyor ve Konsey’in görüşü alındıktan sonra yine Parlamento’ya geliyor.
Türkiye için şu aşamada süreç dondu, zira terör tanımında birtakım değişiklikler yapılması kriterlerin tamamlanması için şart gibi sunuluyor. Yalnızca o kadar da değil, bu aşılsa dahi kişisel verilerin korunması, yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık, polis ve yargı teşkilatlarının AB ile koordineli çalışması başlıklarında da ciddi pürüzler çıkabilir. Tüm bunlar aşıldıktan sonra oylamaya gidilmesi isteniyor.
Türkiye ise böyle bir süreçte teröre yaklaşımını değiştirmemekte kararlı. Kararlı olmakta da haklı zira AB’nin terör tanımı Türkiye’deki mevcut tanımla uyumsuz değil, üstelik bu bir hava meselesi. Konuştuğum tüm uzmanlar şayet çözüm süreci devam ederken bu noktaya gelinse AB’nin kâğıt üzerinde hiçbir değişiklik talep etmeyeceğini söylüyorlar.
AB, Türkiye Devleti’nin fiilen kendini yok saymasını istiyor
AB’nin Türkiye’den istediği ‘Organize suçlarla ve terörle mücadelede temel insan haklarına uyulması’. Ve terör tanımının buna göre yapılması. Bu başlık altında PKK ile mücadele kapsamında sokağa çıkma yasakları ve Güneydoğu’da uygulanan politikanın değiştirilmesi isteniyor. AB aynaya hiç bakmıyor. IŞİD saldırılarından hemen sonra hem Brüksel’e hem Strasburg’a gitmiştim. Sokaklarda eli silahlı askerler sıkıyönetim havasında kimseye göz açtırmıyorlardı. Türkiye’nin bir bölgesinde topyekun ayaklanma ve savaş çıkaran bir terör örgütüne karşı hangi devlet eli kolu bağlı kalabilir?
AB’nin Türkiye’nin terör tanımını niye eleştirdiği de bir muamma, zira 2002’de kendi çizdiği çerçeveye göre PKK tam bir terör örgütü. AB ise bu örgüte karşı Türkiye güvenlik güçlerinin mücadelesini kınıyor ve onların yargılanmasını istiyor. Acil ateşkes ve müzakereye davet ediyor. Kısacası, AB’nin istediği şey bir anlamda Türkiye’nin terörle mücadele etmemesi. Bu olabilir mi?
Elbette PKK salt askeri tedbirlerle bitmez, yıllardır bitmiyor. O nedenle temelde çok cesur ve radikal bir adım olan çözüm süreci başlamıştı. Yıllardır yakalım, yıkalım ve bu iş bitsin diyen, çözüm sürecine de bu mantıkla karşı çıkanları tabii ki alkışlayacak halim yok, yıllardır dediklerim ortada. Ancak çözüm süreci ilkesizce PKK tarafından bozulmuşken, her gün masum mecburi hizmetini yapan gencecik askerler ölürken ‘devlet mücadele etmesin’ demek ‘ey devlet sen fiilen kendini ortadan kaldır’ demektir. AB bu tutumu değiştirmezse geri kabul anlaşmasının da yürürlüğe girmesini beklemesin...
Nikâh ve 39 derece ateş
Bu gün esasen Sümeyye Erdoğan’ın nikâhına gitmeyi ve orayı size anlatmayı planlamıştım. Hava nasıldı, nikâh nasıldı, kimler vardı, kendi gözümden yazacaktım... Ancak sabah öyle biçare uyandım ki... 39 derece ateş, bembeyaz bir boğaz, kan çanağı gözler... Yıllar var, nezle dahi olmayan ben yatak döşek yatıyorum. Bu nikâhı görmek kısmet değilmiş.
Yorumlar2