Seçimler ve Algı Operasyonu
- GİRİŞ25.05.2015 08:07
- GÜNCELLEME26.05.2015 08:30
Türkiye son yıllarda alışık olmadığımız bir şekilde sonucu önceden kestirilemeyen bir seçim sürecini yaşıyor. Böyle olmasına rağmen beklenen heyecan ve hareketlilik de pek görünmüyor.
İlgi ve heyecan eksikliğinin iki temel nedeni var. Birincisi Türkiye seçim yorgunu. Yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve nihayet Genel Seçimler. Peş peşe yaşanan bu seçim maratonu hem parti teşkilatlarını hem de seçmeni yormuş gibi. İkinci neden; partilerin aday tespit yöntemleri ve ilan edilen adaylar ile ilgili genel bir memnuniyetsizlik.
Partilerin alabilecekleri oy oranları birkaç puanlık bir yanılgı ile az buçuk tahmin edilebilmesine rağmen tek başına iktidarın mümkün olup olmadığı konusunda yaygın bir tartışma yaşanıyor.. Burada merak edilen; HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı konusudur. HDP’nin barajı aşıp aşmaması bir bakıma Ak Parti’nin tek başına güçlü bir iktidar çıkarıp çıkaramayacağı sorusunun da cevabı olacaktır.
Siyasette bir gün bile uzun bir zamandır sözünün haklılığını somut bir şekilde bu seçim sürecinde yaşadık. Aday listelerinin YSK’ya verilmesinden önceki günlerde; Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi konusu siyasi tartışmaların odağında idi. AK Parti’nin 400 milletvekili çıkarıp çıkaramayacağı merak ediliyordu. Daha sonra bu sayı 336 olarak telaffuz edilmeye başlandı. Ama 7 Nisan’dan sonra ne olduysa oldu ve ‘koalisyon’ tartışmaları başladı. Ardından da HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı konusu gündemin ilk sırasındaki yerini aldı.
Sistem tartışmasından , iktidarın kıl payı kazanılıp kazanılamayacağı tartışmasına evrilen gündem bir algı operasyonu değilse, önümüzde çok sıkıntılı bir süreç var demektir. Çünkü Türkiye çok zorlu bir dönemden geçiyor. Yaşadığımız coğrafya çepçevre bir ateş çemberi içinde. Etnik ve mezhebi çatışmalar hız kesmiyor. Bu coğrafya radikal örgütlerin resmi geçidine tanıklık ediyor. Küresel terör siyasetinin en taze projeleri bir bir gösterime giriyor. Emperyalizm bir taşla birkaç kuşu birden vurmanın keyfini yaşıyor.
Çözüm süreci neredeyse bir seçim kampanyasına kurban edilmek üzeredir. Barış umudunu söndürmek ve yeni çatışma alanları oluşturmak için her köşe başında ellerini ovuşturan iblis tiynetli servis elemanları işaret fişeği çakacakları günün hasreti ile yanıp tutuşuyorlar.
Kürt Sorunu, Alevi Sorunu derken şimdi de bir Mülteciler sorunu icat etmeyi başarmış durumdayız.
Geleceği algı operasyonları yüzünden heba etme lüksümüz yoktur.
Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi :’’ Türkiye belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemeçlerinden birinden geçiyor. Son yıllarda dünyadaki değişim ve dönüşümü doğru okumaya çalışmış olmanın bile ülkeye ne kadar ciddi mesafeler aldırabildiği ortadadır. Statükoyu muhafaza etmek ve değişime ayak diretmek şeklinde özetlenebilecek eski siyaset mantığı artık pek alıcı bulamıyor.
Bizler hep birlikte tarihin tanıklarıyız. Tarih de elbette bize tanıklık edecektir. Bu süreçte yapacağımız tercihle ya Küresel sisteme entgre edilmiş, edilgen, buyruk alan veitibarsızlaştırılmış bir ülke olarak varlığımızı sürdüreceğiz, ya da kendi bölgesinde etkin, dünya siyasetinde sözü dinlenir, demokrasisi ayıplardan ve vesayetten arındırılmış, bağımsız, özgür ve müreffeh bir ülke olacağız.
İçinde yaşadığımız coğrafya ve taşıdığımız tarihi misyon bize, pısırık, kendi sınırları içine hapsolmuş bir siyaseti sürdürme hakkı ve fırsatı vermez. Çünkü düşmanı çok olan bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik çok hareketli fay hatları üzerinde yükselen bir sosyo politik yapımız var. Etnik, mezhebi ve siyasi farklılıklar birer fay hattıdır. Ya bu hatları derinleştirir ve toplumsal depremleri daha derin ve daha güçlü hissederiz ya da farklılıkları birer zenginlik olarak algılar, bu farklılıklarla birlikte, barış içinde mutlu bir yaşamı seçer ve çocuklarımıza huzurlu bir ülke bırakırız.’’
Oyumuzu kullanırken kırgınlıklarımızı, kişisel beklentilerimizi, onaylamadığımız lokal yanlışlıkları bir kenara bırakarak nasıl bir Türkiye tasavvuruna sahip olduğumuzu hatırlamalıyız.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol