Kudüs’ün kırmızı tezkereli misafirleri!
- GİRİŞ08.12.2017 07:51
- GÜNCELLEME09.12.2017 09:21
ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs ile ilgili planını sonunda yumurtladı.
Kudüs’ü İsrail’in ‘başkent’i ilan etti.
1897’de Basel’de ilk Siyonist Kongre’yi toplayarak ‘Yahudi Devleti’nin temelini attım. Belki 5 yıl, yahut kesinlikle 50 yıl içerisinde herkes onu tanıyacaktır.’ diyen Theodor Herzl’in hayalini 110 yıl sonra tamama erdirmenin planları başladı.
İsrail’e tüm dünyanın gözü önünde cereyan eden bir zorbalıkla yer bağışlanıyor. Ve bu hain plan bir kez daha Müslüman yurdundan yurt bölerek uygulanıyor.
Üstelik, bölgenin amansız bir çatışma sürecine yeniden sürükleneceğini bile bile... İsrail'in dayanaksız, köksüz temellerine Kudüs büyüklüğünde dinamitler koyuyorlar.
1900 yılında Yahudilere, Osmanlı Devleti tarafından kendileri için özel hazırlanan kırmızı tezkerelerle Kudüs’ü ancak 30 gün ziyaret edebilme izni veriliyordu. Üstelik Filistin’i ziyaret etmek isteyen bir Yahudi, milliyetini, mesleğini ve yolculuk sebebini ibraz etmek zorundaydı. Yani sadece misafir olarak Filistin topraklarına ve Kudüs-ü Şerif’e girme haklarına sahiptiler.
O dönemki adıyla Dahiliye Nezareti olan Osmanlı İçişleri Bakanlığı 21 Kasım 1900 tarihinde İbrani Misafirler İçin Mukaddes Topraklara Duhuliye Şartları adı altında yeni önlemler paketi açıklamıştı. Osmanlı, Yahudi milletinin Filistin topraklarına olan ilgisini yakından takip ettiği için bu kararı almak zorunda kalmıştı.
O gün bir şekilde Filistin topraklarına sızan Yahudiler, bir asrı geçen sistematik bir işgalin sonunda Kudüs’le ilgili emellerine de ulaşmaya artık çok yakın. Trump’ın zırva kararı ile fiilen İsrail işgali altında olan Müslümanların şehri olan Kudüs, resmi olarak da Müslümanların elinden zorla alınmaya çalışılıyor. Yahudi milleti, masa başı oyunlarıyla Filistin topraklarından sonra Kudüs’ün de resmen sahibi konumuna getiriliyor.
Mükafat Müslüman mülkünden veriliyor.
Tam bir gâvur adaleti, hinliğiyle…
Konuyu başka bir noktaya taşıyalım;
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Yunanistan’daydı malumunuz. Gezi, 65 yıl sonra Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk resmi ziyaret olması açısından önemliydi.
Tarihi ziyaret tarihe kayıt düşülecek restleşmelere sahne oldu. Sebebi Lozan...
Lozan Antlaşması, Kurtuluş Savaşı zaferinin sonrası Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 11 ülkenin arasında 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan anlaşma.
Zafer mi, hezimet mi yıllarca tartışıldı. Atina’daki ziyarete de Lozan’ın gölgesi düştü.
Lozan atışmalarının damga vurduğu Atina temaslarında ibretlik görüntüler vardı. Bizler kadar Yunan basınının da dikkatinden kaçmadı.
Kuzuya benzettikleri kendi Cumhurbaşkanları Prokopis Pavlopulos'u yerin dibine soktular.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ağırlandığı salonda kanepenin ortasına oturup ‘evin sahibi benim’ edasıyla Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’a adeta Lozan dersi verdi. Çok da iyi etti.
Erdoğan saydırdı, Pavlopulos dinledi.
Pavlopulos’un kanepenin kenarına güç bela ilişmiş, düştü düşecek, süklüm püklüm oturmasının elbet bir sebebi var.
Tarihlerinin kendilerine miras bıraktığı suçluluk duygusu ve taşıdıkları kinin biriktirdiği psikoloji...
Geçmişte ekmeğini yedikleri Türk milletine yaptıkları büyük ihanetler, haksızlıklar, zulümler var arka planında… Suçları gözlerinin içine baka baka yüzlerine söylenince bu hale geliyorlar. Suçlulukları, eziklikleri böyle dışa vuruyor.
Dün Atina’da yaşanan tablonun, hafızalara kazınan 2009 yılındaki Davos zirvesinden esintiler hissettirmesi de bu yüzden... Yunanistan’ın Osmanlı’dan koparılışı, kuruluş süreçleri ve kuruluş amaçları İsrail’den çok farklı değil. Bayraklarındaki renk yakınlığı ve simgesel dini ahenge baktığınız zaman bile bu iki uydunun hangi hizmet gayesiyle kurulduğuna dair çıkarımı kolaylıkla yapabilirsiniz. Biri İslam coğrafyasının tam kalbine saplanmak için tuzaklanmış Siyonist hançer, diğeri Hristiyan dünyasının yıpratılmasını önleyici en doğudaki set vazifesi gören kapı bekçisi.
Davos’ta da günahları yüzüne tokat gibi inen dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ın karşısında nasılda renkten renge şekilden şekile girmişti.
O gün Peres dersini almıştı, bugün Pavlopulos.
Dönelim asıl gündemimiz Kudüs’e;
9 Aralık 1917 yılında bir süre İngilizlerin ele geçirdiği Kudüs, yine Batılı devletlerin eliyle tamı tamına yüz yılın sonunda İsrail’e hediye edilmeye çalışılıyor. Müslümanların etrafındaki esaret zincirine en önemli halkalardan biri daha ekleniyor.
Filistin’de fiili bir işgal var. ABD yönetimi bu hukuksuz kararı kabul ettirerek Kudüs’ü de resmen İsrail’in yapmaya çalışıyor. Bir sonraki plan, Müslüman Filistinlilerin elinde kalan Doğu Kudüs’ü de kağıt üzerinde topraklarına katıp bu işi tamamen bitirmek olacak. Sonra ilhak etmek için ellerini uzatacakları yer Mescid-i Aksa.
Kudüs ve Mescid-i Aksa Müslümanların haremidir. İşgalci siyonistler bir gün kırmızı tezkereli günlere geri dönecek. Bu topraklar elbet gerçek sahiplerine rücu edecek.
Biz Müslümanların üzerine bugün düşen görev, en kutsallarımızdan birine yapılan bu büyük hukuksuzluğa karşı çıkmaktır. Tüm İslam dünyasının -en azından halkları olarak- bu Siyonist işgal karşısında sessiz kalmamalarını sağlamaktır. Kudüs'le başlayan yeni bir kıyam yaşatmaktır.
"Komutanı Muhammed olan ümmet sizden korkar mı sanıyorsunuz" diye haykıran Filistinli kadın, düşmana anlamlı bir cevap verirken bizleri ne kadar da güzel ihtar ediyor: Komutana layık bir ümmet olmak.
Şimdi Komutana yaraşır bir ümmet duruşu gösterme zamanı...
Susarsak pusarsak Kudüs de düşer, Aksa da…
İsrail zulmü altında daha da zor günler bekleyen Filistinli mazlumları da asla unutmamız gerektiğini merhum Mehmet Akif'i anarak hatırlatalım;
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
Twitter: @oatesli
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol