Bu sahneyi Türkiye'de görsek ne yapardık?

  • GİRİŞ02.09.2012 11:54
  • GÜNCELLEME02.09.2012 16:23

Durun ben söyleyeyim:

Hiç vakit kaybetmeden 'Alo Belediye' ya da 'Alo Zabıta'yı arar "Abi nallıyı kesiyorlar, yetişin!" diye ihbar ederdiniz.

Hâlâ Türkistan coğrafyasında ikamet etmeye devam eden bir arkadaşımın sosyal paylaşım sitesi üzerinden paylaştığı at kesimi ile ilgili görüntüleri görünce yurdumuzdaki kaçak at kesimi haberlerini hatırlamadan edemedim.

Her ne kadar çoğumuza nahoş gelse de video görüntüleri mukayese taşıyan bir tebessüm haliyle izledim. Bu sahneler bizim için o coğrafyada bulunduğumuz günlerde kurban kesimi sırasında kaçınılan çocuklar kadar mahrem olsa da meraktan olsa gerek göz ucuyla da olsa çok defa şahit olmuşuzdur.

Kazak halkı için at hayvanı gerçekten kutsal bir nimettir. Etinden, sütünden, (kımız Kazaklar için vazgeçilmez bir içecektir) hatta tüyünden bile istifade ederler. Bir atın kesilme anı da bir Kazak için tam bir merasimi andırır.

Midenizin kaldıracağını düşünüyorsanız (+13 ) izleyebilirsiniz!

Şehirlerin sınırları geçilince bile değişen damak zevki ve sofra kültürü, soy bağımız olan Orta Asya ülkelerine uzanınca da haliyle oldukça farklılaşıyor. Yalnız misafirperverlik ve mihmandarlık onuru ve bilinci asla değişmiyor. Özellikle Türkistan gibi tarihi Orta Asya kültürünün korunduğu coğrafyalarda gerçekten misafir ağırlama noktasında ileri derecede hassasiyetler var. Halk, postun en kalınını en kabasını misafirinin altına sermekle mükellef hissediyor kendini...

Bugün bile hiç aksatılmayan geleneklere göre en değerli mal (hayvan) en önem verilen misafirler için yıkılıyor, etleriyle şölen havasında geçen en özenli ziyafet sofraları hazırlanıyor.

Hatta misafiriniz için Orta Asya'nın özgür dağlarında bozkırlarında özgürce otlamış semiz bir atı feda etmişseniz neredeyse bir bakan düzeyinde bir misafiri ağırlıyorsunuz anlamı çıkıyor halkın gözünde...

Bu konuda sadece bir nokta özellikle atlanmaması gereken önemli bir ayrıntıdır. Kazaklar sadece 'yılkı' (başı boş bırakılan yabani at) adını verdikleri yaban atlarının etini yerler. Binek hayvanı olarak ve ev işlerinde kullandıkları bir atı ise asla yemek için kesmezler.

Varın yoğun seferber edildiği sofrada baş köşeye oturtulan misafire izzeti ikramda kusur edilmez, sofradaki etin tabaklara paylaşımı bile bir tören havası içinde yapılır.

Keçeden çadırlar kurulur. Devasa kazanların altı yakılır. Pilavlar pişer, lokmalar günler öncesinden dökülür. 'Kazı' adı verilen hayvanın en güzel etleri kazan kazan yapılan pilavın üzerine serpiştirilir. Hayvanın iç organları da değerlendirilir içleri özenle doldurulur. Nihayetinde bir uçtan bir uca uzayan sofraların (dastarhan) başında toplanılır.

Orada bulunduğum süre zarfında, gözlemlemek dışında, bilinçli olarak at (yılkı) etinin ikram edildiği bir sofraya oturmayı pek çok arkadaşım denemiş olsa da ben cesaret edemedim.

At etine karşı yaklaşımımızdan olsa gerek bizi her defasında küçükbaş hayvanların ikram edildiği sofralara davet ettiler. Misafirin yeri gibi istek ve arzuları da baştacıydı çünkü...

Küçükbaş hayvanın ikram edildiği sofraların da kendine özgü adetleri vardı tabi... Mesela; Kuzu eti daha çok Kazakların milli yemeklerinden olan Beşparmak olarak sunulur. Sofraya getirilen büyükçe bir sini içinde haşlanmış hamurun üzerine haşlanmış etler yerleştirilmiştir. Hep beraber ellerinizle yemeye koyulduğunuz yemeğin adı da buradan çıkmıştır zaten...

Bunun yanında özenle hazırlanan hayvanın kellesi baş köşede ağırlanan sofranın onur konuğuna sunulur. Onur konuğu, kelleyi sofrada protokoldeki hiyeraşiyi bozmadan taksim eder. Sofradakiler ise sofranın ağır misafirinin kendisini nasıl onurlandıracağını merakla izler. Koyunun gözleri daha çok sofradaki ileri yaşlılara, dili kadınlara, kulakları sofradaki çocukalara verilir. Hepsinin ayrı bir anlamı vardır. Gözleri sofradaki yaşlılara verilir, ileri görüşlü olsunlar diye; kulakları çocuklara verilir çok dinlesinler diye; dilleri kadınlara verilir tatlı dilli olsunlar diye... Tüm bu ikramlardaki en önemli noktalardan biri de verilen ikramın geri çevirilmez olmasıdır.

Yemeğin sonuna yaklaşıldığında ise haşlanmış etin suyu çay fincanını andıran 'piyala' denilen kaplarda misafirlere ikram edilir. Bu çorba (sorpa) diye adlandırılır.

Koyu sohbet ortamı içinde gece gündüz kalkmayan sofralarda geçmiş ve gelecekle ilgili dualar da eksik olmaz. Büyükten küçüğe herkes söz alır dualar ardı ardına sıralanır: Ata babanıza rahmet! Soframız bereketli olsun. Ömrümüz uzun olsun... Bahtınız açık olsun.

O sofraların değişmez özelliği ise 'uzaktan gelen kardeş' olarak, misafirsinizdir ve her zaman yeriniz başköşedir. Kapıda her seferinde ev sahibi tarafından 'buyrın törge şığın agay' (Buyrun başköşeye oturun ağabey) sözüyle karşılanırsınız!

Osman Ateşli - Haber 7
osman.atesli@haber7.com
Twitter: @oatesli

Yorumlar1

  • Metin Yazar 12 yıl önce Şikayet Et
    aaaaaaa. kazaklar ağabeye agay mı diyorlarmış? bizim köylerde de ağabeye aga ve gaga derler. başlamışken ablayla devam edelim. ablaya da " cice " derler.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat