Siyasetin çıbanlı çocuklarına öneriler
- GİRİŞ23.04.2025 09:34
- GÜNCELLEME24.04.2025 09:12
Herkesin bildiği fıkradır…
Hoca bindiği dalı kesmektedir. O sırada yoldan geçen biri telaşla seslenir:
“Ne yapıyorsun hocam! Bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!..”
Hoca duymazdan gelir ve kesmeye devam eder. Bir süre sonra da yere yuvarlanır. Can havliyle yerden kalkar ve düşeceğini söyleyen adama döner:
“Sen erbâb-ı mükaşefeden bir adamsın. Mademki, düşeceğimi bildin, öleceğim vakti de bilirsin. Öleceğim zamanı bana haber ver!”
Etrafımız bindiği dalı kesenlerle dolu. Tam kesemese de elindeki testereyi sürekli dala sürtüp ahengi, düzeni bozmakta.
Bindiği dalı kesenin düşeceğini bilmek için illa erbâb-ı mükaşefeden olmak mı gerekir?
***
Erbâb-ı mükaşefe ne demektir?
Gizli şeyleri bilen, onu ortaya çıkaran ve izhar eden demektir.
Kendilerinde esrarengiz güçler olduğunu vehmeden…
Bozuk plak gibi sürekli aynı nakaratları söyleyen…
Ve fakat gerçekte yeni hiçbir şey söylemeyen, söyleyemeyen bir güruh, ülkenin pimini çekmek için hoyratça, ahmakça, aymazca birbirleriyle yarışmakta.
Hırsızlığı tescil edilmiş ve bu sebeple tutuklanmış birileri için ‘özgürlük’ çağrıları yapan…
Bunun için insanları sokağa çağıran bir siyasî akıl (!) sizce hangi hakikatin sırrına ermiş olabilir?
Birisi gelip size öfkeli bir ses tonuyla “şundan dolayı bütün yolları kapatmışlar” dese…
Bu muhalife gerçekleri söyleyerek itiraz etseniz ve “hayır, sadece 13 noktada yollar kapatılmış” deseniz, hemen iktidar yanlısı olarak yaftalanırsınız.
Ya da “iyi insansın ama seninle kafamız uymuyor” diyen birine karşı nasıl bir tutum takınırsınız?
Zorlanırsınız eminim…
Çünkü kafamızda şablonlar var. Bu şablonları her defasında, her olaya özgü ele alıp somut verilerle tekrar değerlendirmediğimizde zihinlerimiz arasındaki uçurum daha da derinleşiyor. Şablonları icat edenler de bu sonuca göre sürekli yeni oyunlar kurguluyor.
***
Toplumlar ikiye, beşe, ona, yüze bölünebilir. Merkeze ‘vatan’ı ve ‘millet’i alabilen bu bölünmeden zarar gelmez. Bu bölünme şayet kültürel ve fikrî bir bölünme ise zenginlik alametidir. Asıl marifet bu farklılıkları yönetebilme becerisidir. Farklı olanı susturma ya da kendisi gibi düşünmeye zorlama.. Daha da fenası kendi gibi düşünmediği için zorbalıkla kendi düzlemine çekme cehdi ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Demokrasi ya da fikir özgürlüğü dediğimiz şey tam da bu değil midir?
Yıllarca kardeşliği yara almış ve bu yanı sürekli kanayan toplumu -artık- yeni bir iklimle buluşturmak için siyasetin ürettiği birlikte yaşama önerisini (kararını, cehdini), ‘bölünme’ olarak projelendiren ve bunu kör bir algı operasyonuyla kendi yanına yontan sahte erbâb-ı mükaşefe vatanseverlerin sürekli aynadan kaçmasının nedeni de budur.
Renksiz, çapsız, derinliksiz, yüzeysel bir sessizlik istiyorlar.
Bu “tek tip derin suskunluk/ sessizlik” işlerine gelir çünkü karşısındakiler korkup susar ve seslerini yükseltmezlerse eskiden olduğu gibi kendi düzenlerine dönmüş olurlar.
Biz buna ikircikli demokratlık…
Sahte kardeşlik…
Mahalle diktası gibi tanımlar getiriyoruz.
Rasyonel düşünceyi koruyalım, kardeşlik projelerini sorgulamadan sahiplenelim, şayet şüphemiz varsa hukukun tarafsızlığı konusunda hep birlikte mücadele edelim, insanları sokağa çağırırken işin özünden kopmayalım, kendilerini ‘küçük Tanrı’ olarak gören birtakım siyasetçilerle halk arasındaki dengeyi iyi kuralım, demokratik mekanizmaları eksiksiz işletelim, eleştirel düşünceyi teşvik edelim, eğitim sistemini iyileştirmek için yapılan düzenlemeleri destekleyelim, ‘bağımsız medya’ narası atanların aslında kendilerine bağlı bir medya düzeni için ötekini gömme vahşetine karşı dikkat kesilelim…
***
ABD’nin kurucularından John Adams, çoğunluğun, her zaman bir azınlığı çiğneyerek kendini var ettiğini söyler. Onun düşünceleri üzerinde yükselen Büyük Şeytan’ı ve onun da bağlı olduğu Büyük Britanya’yı hâlâ ‘kurtarıcı’ olarak görme hali nevrotik bir arazdır. Bugün Evanjelist bir sapkınlık olarak tezahür eden bu ideolojinin fikir babası olan John Adams, kendinin ‘cennetle müjdelenmiş’ olduğuna inanmıştı: “Gelecek nesiller, sizin özgürlüğünüzü korumanın bu nesle ne çok şeye mal olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaksınız. Bu özgürlüğü iyi kullanacağınızı umut ediyorum. Bunu yapmazsanız, cennette, o özgürlüğü korumak için girdiğim sıkıntılardan dolayı pişmanlık duyarım!”
Dahası var: “Bir milleti fethetmenin ve köleleştirmenin iki yolu vardır: Birisi kılıçla, diğeri borçla…”
Erbâb-ı mükaşefe güruhuna sızmış aymazların bütün bu gerçekleri bilmediğini söyleyemeyiz.
Peki, o zaman bu ısrar neden?
Kitleleri her tarafı çıbanlı şımartılmış çocuklara dönüştüren bu ziyan aklın icadı olan benlik depremine karşı uyanık olmanın yolu haktan ve hakikatten geçer. Hak ve hakikat bazen iki ucu açık elektrik kablosu gibidir de… “Ev zencileri”nin önce bu derse çalışmaları gerekir.
Ez cümle…
Aslolan, “bu evin sahipleri biziz ve farklı kafalarda kardeşçe yaşarız; ne tarlası, ne evi, ne zencisi” diyebilme kudretidir.
Bu böyledir!
Özcan Ünlü / Haber7
Yorumlar1