Helal Endüstrisinin geleceği
- GİRİŞ01.03.2012 08:41
- GÜNCELLEME01.03.2012 08:41
Geçtiğimiz pazar günü Yalova’daki 17 civarında Sivil Toplum Kuruluşunun oluşturduğu Yalova Gönüllü Sivil Toplum Kuruluşları (YAGDER) tarafından düzenlenen Helal Gıda isimli panele davetliydik.
Panelin en çarpıcı sorusu “Yediğimiz içtiğimiz helal mi?” idi. Sorunun cevabını merak edenlere durumun vahametini belirtmek için o günden sonra evde yoğurt yapmaya ve ekmeği evde pişirmeye karar verdiğimi söyleyebilirim.
Malezya merkezli olmak üzere Helal Gıda konusundaki farklı ülkelerdeki tecrübeleri aktarma fırsatı bulduğumuz bu paneli düzenledikleri için öncelikle YAGDER yetkililerine en derin teşekkürlerimi sunuyorum.
Türkiye’de Helal Gıda dendiği zaman ilk akla gelen öncü kurum durumundaki GİMDES Baş Denetçisi Gıda Mühendisi Hayreddin İşbilir güzel bir sunumla meselenin hiç de iç açıcı olmayan boyutlarını gözler önüne serdi.
Olaya daha çok ticari açıdan baktığı belli TSE Başkanı Türkiye’de zor verilen sertifikalardan şikayet ederek 1-2 trilyon dolarlık Helal Endüstrisinden pay almanın hesaplarını yapadursun…
Kendi ülkemizde helal yemek isteyen vatandaşlar için güvenilir bir mekanizma kurulamamış. Yani tam bir “kelin dermanı olsa” durumu söz konusu. TSE’nin bu tutumundan olsa gerek GİMDES yetkilisi onların sertifikalarını tanımadıklarını açıkça söyledi.
Gıda Mühendisi İşbilir’in söylediğine göre çoğu katkı maddelerini tamamen dışarıdan getirmekteyiz, bunların çoğunluğu domuz ürünleri veya haram menşeli, sığır eti gibi ürünlerden oluşanları da yurt dışında kesilmesi nedeniyle helal olarak nitelenemeyecek durumda.
Helal Gıda olayı sadece yediğimiz ve içtiğimizle sınırlı değil. İlaç ve kozmetik başta olmak üzere mobilyacılık (domuz derili koltuk gibi) gibi sektörleri dahi kapsadığını düşündüğümüzde en az 2 trilyon dolarlık bir sektör akla geliyor.
Bu nedenle olayı Helal Gıda yerine Helal Endüstrisi olarak tanımlamak daha doğru.
İnancımızda duanın müstecap olmasının önde gelen şartlarının başında helal lokma yemek gelir.
Anadolu’da her anne-baba çocuklarına “Helalinden kazan ve helalinden ye” diye nasihat eder. Bu nasihate yurt dışında olabildiğince uymaya çalışan birisi olarak 1990’larda İngiltere’de helal ihtiyaç maddesi bulmanın zorlukları içerisinde vejetaryen, koşer sertifikalı ürünler ile tanıştık. Farklı ülkelerde bunun yansımaları ve getirdiği tecrübeler oldu.
Günümüzde helal endüstrisinin 2 trilyonluk potansiyele sahip bulunması ve Koşer ürünlerindeki gibi bu rakamın çok ötesine de taşınabilecek olması çok kişinin iştahını kabartmakta. Bu yüzden helal gıda ve endüstrisi konusu da suiistimallere açık alanların başında gelmektedir.
Nasıl olmasın? Türkiyenin Gayri Safi Milli Gelirinin 760 milyar dolar olduğunu düşünürseniz.
Panelde de ifade ettiğim gibi Helal Endüstrisi konusu 6 boyutlu bir meseledir. Dini (fıkhi), ekonomik, toplumsal, siyasi, hukuki ve teknolojik boyutlara sahip bu mesele Türk Dış Ticaretinin önünü açmak üzere geçiştiriliverecek bir mesele hiç değildir.
Her zaman derim. Zaruretler buluşların anasıdır diye. Bugün Helal Gıda konusunda dünyadaki tartışmasız lider Malezya’dır. Bunun nedeni de nüfusun sadece %55’inin Müslümanlardan müteşekkil olması gerisinin her tür muhtemel maddeyi tüketen %35 civarında Çinli ve diğer gayri Müslim azınlıktan oluşmasıdır.
Böyle bir toplumda helal tüketme ihtiyacı ve Mahathir Muhammed gibi vizyoner yöneticiler onları dünyada lider yapmıştır. Bugün %99’u Müslüman denen Türkiye’mizde helal tüketebilmek Malezya’dakinden çok daha zordur.
Bizde bugün bile mesele hala siyasi olarak ele alınmaktayken Malezya konuyla ilgili standartları oluşturmuş, tüm dünyaya eğitim, sertifikasyon ve teknolojik çözümler satmaktadır.
Bugün Türkiye’de ürünler üzerine Helal Logosu vurulamıyor. Neden? Haksız rekabete yol açıyormuş. Asıl ürünler üzerine etiket vurulmayarak açıkça haksız rekabete yol açılıyor. Zira helal süreçlerini araştırırsanız kesinlikle göreceksiniz ki helal üretebilmek diğerlerine göre maliyet açısından daha zor ve külfetlidir. Olmayacak ürünlerin raf ömrünü uzatan haram menşeli katkı maddeleri, ya da bizzat genetiği değiştirilmiş kanserojen ürünler bugün neredeyse gıdaların tümüne konulmaktadır.
Bugün katkısız, GDO’su değiştirilmemiş ürünleri üretmek o kadar karlı değildir. Üreticiler ürünler üzerine yetersiz etiketleme düzenlemesi sayesinde istediğini vurarak rekabet etmeye çalışmakta. Gıda ve Tarım Bakanlığı’nın Gıda Kodekslerinde domuzu kasaplık hayvan grubuna sokması sayesinde de uyanık üreticilere gün doğdu. Bir ara d.eti diyerek bile domuz etlerini pazarladılar.
Konuyla ilgili sayın Dr. Hüseyin Kami Büyüközer’in hararetle tavsiye edebileceğim “Yeni Dünya Düzeni ve Helal Gıda” kitabından bir örneği kısaltalım. Yoğurt yapımında kullanılan haram menşeli katkı maddesi sayesinde sütte %40’a varan buharlaşmanın önü kesiliyor. Bu kadar maliyetten kazanç bile üreticiler açısından haksız rekabet için yeterli. Bu durumda helal logosu koyamayan helal gıda üreticisi daha pahalıya ürettiği ürünle diğerlerine karşı nasıl rekabet edebilir?
Meselenin hukuki boyutundan da bahsettik. İsteyen helal haram demeden yiyebilir. Ama ben fiyatı daha fazla olsa bile helal logolu üründen satın alabilmek istiyorum. Bunu daha önce bulunduğum Avrupa ülkelerinde, Orta Doğu ülkelerinde, Uzak Doğu ve Balkan ülkelerinde yapabiliyordum. Nerede bizim Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı? Örneğin Avrupa’da bir Hindu’ya yanıltmayla inek eti, ya da vejetaryene herhangi bir et yedirirseniz cezası vardır.
Ülkemizde neden böyle bir düzenlemeye gidilemiyor?
İlgililere tavsiyem: Neredeyse her üniversitede bir Helal Araştırma Enstitüsünün (Halal Research Center) bulunduğu Malezya’yla kendinizi bir karşılaştırın, onların 6 boyutlu olaya ilişkin vizyon ve stratejilerini, kalkınma planlarını gözden geçirin. Ondan sonra Helal Endüstrisinde lider olmaktan bahsedin. Yoksa adama gülerler.
Güneydeki seçmece bir otelimize gidin ve Malezya’daki herhangi bir otele gidin. Orada bir otelin Helal Sertifikası almadan açılamadığını göreceksiniz.
Bizde ise otellerde domuz ürünlerinin nasıl yedirildiği konusunda haberlerden geçilmez. Çoğu da haber bile olmaz.
Meselenin siyasi boyutu apayrı. Tüketicinin helal gıda konusundaki talepleri uzun süre laiklik tartışmalarıyla karşılık gördü. Laiklik elden gider dendi.
Helal gıda konusunda Türkiye hayli gerilerde. Öyle ki Arabistan başta olmak üzere pek çok ithalatçı Müslüman ülkede Avrupa ülkelerinin helal logolu ürünleri satıldığı halde Türkiye’den olan ürün sayısı bugün bile neredeyse yok denecek kadar azdır.
Malezya kendisi gıda alanında ana ithalatçı olmasına rağmen akıllı bir siyaset izleyerek helal gıda konusunda belirleyici bir merkez ülke olma konusunda oldukça başarılıdır.
Örneğin, Bosna-hersek Malezya’dan esinlenerek Avrupa’da helal gıda merkezi olmaya çalışıyorlar. Kişisel düşünceme göre helal sertifikasyonu konusunda Türkiye’den ileride olmalarına rağmen ülkemize olan özel sevgileri nedeniyle Türkiye’nin bu konuda öncü olmasını çok sayıda yetkili dile getirmişti.
Problemin farkında olmamak en büyük problemdir. Zira her çözüm problemin var olduğunun bilinmesiyle ve doğru tanımlanmasıyla başlar. Türkiye’de henüz buna dair emareler pek yok.
Haram olduğu konusunda şüphe bulunmayan katkı maddeleri, GDO’lu ürünler, kanserojen vasfı başta olmak üzere sağlığa zararlı ürünler sadece helal konusunda değil pek çok bakımdan hepimizi tehdit etmektedir.
Yüz sene önce fabrikasyon ürünler yoktu fakat şimdi ise neredeyse her şey fabrikasyon olarak üretilmekte. Üreticiler ürünün rafta daha uzun durması, daha güzel görünmesi, kalitesinin bozulmaması, nasıl daha ucuz üretilebileceği konusunda bir hayli araştırma geliştirme yapmakta fakat bunu sağlarken genelde düşündükleri daha fazla kâr sağlamak. Oysa hem sağlık hem dini açıdan bunların denetlenmesine ihtiyaç duyulmakta.
Güvenilir kurumlarca sertifikalanma ve ürünlerin helal logolarıyla etiketlenmesi artık çok büyük öneme sahip.
GİMDES yetkilisi sayın İşbilir’in “Üreticinin kendi kendine kefil olamayacağı, İslam’da iki şahidin kefil olmasının gerekliliği nedeniyle ehil iki kişinin üreticiye kefil olabileceği, Helal gıda söz konusu olduğunda bağımsız kuruluşların gıda firmalarını denetleyip onlara kefil olabileceği” yönündeki açıklamalarına tamamen katılıyorum.
Sertifika konusunda yanlışlıkları ortadan kaldırmak için sertifika verenleri akredite edilen çatı kuruluşlardan Dünya Helal Konseyi’nin üç yıldır Türkiye’de uluslararası helal sertifikası veren GİMDES’i Konseyin onursal başkanı ve Avrupa Helal Birliği’nin başkanı seçmesi de önemli bir gelişme.
Konuyla ilgili olarak bu tür farkındalık oluşturma daha doğrusu şuurlandırma toplantılarının yapılması çok yararlı olacaktır. YAGDER gibi sorumluluk sahibi gönüllü kuruluşlara büyük iş düşüyor. “Zaruretler buluşların anasıdır” mucibince tüketiciden gelen talepler doğrultusunda helal tüketme bir alışkanlık haline gelecek ki sektörler güçlensin ve 2 trilyon dolarlık denen helal endüstrisinde ülkemiz layık olduğu yerini alsın.
Unutmayalım. Türkiye için Helal Endüstrisinin geleceği öncelikle ülke içinde isteyenlerin helal gıda tüketebilmesini güvence altına almaya ve bu yönde toplumsal bir kültür oluşturmaya bağlı…
Zira bu olayın toplumsal boyutu var. Ayrıca teknolojik ve hukuki boyutu da…
Üzerine helal logosu vurmakla içindekileri değiştiremiyorsunuz. Aksi halde yurt içinde bizlere yapılanlar yurtdışında tekrarlanır ve bir şekilde tespit edilirse alınan helal sertifikaları Türkiye’nin elinde patlar. Maazallah…
Prof. Dr. B. Gültekin Çetiner / Haber 7
http://www.drcetiner.org
twitter.com/drcetiner
Yorumlar6