Ankara İzlenimlerim (1/2)
- GİRİŞ18.02.2015 08:20
- GÜNCELLEME19.02.2015 08:32
İlk söyleyeceğim söz, 2014 yılının tüm günleri içinde KKTC’de yürümediğim kadar yolu, Ankara’da yürüdüm, atmadığım kadar adımı orada attım, hem de müthiş bir zevkle… Girne’den Lefkoşa’ya kadar olan yolu en az 2 kez yürüyerek gittim ve döndüm.
İlk günün gecesi hamlıktan ayak kaslarım tutuldu. Sonraki günler hem kaslarım açıldı hem de nefesim. Zaten sigara içmediğim ve düzenli spor yaptığım için normal tembellik düzeyinin biraz üstünde seyreden performansım, tabirle tavan yaptı.
Ankara’da araştırmacı bakışlarıma, dikkatimi çok çeken sayısız olaylar takıldı.
Beni en çok etkileyenlerden bir tanesi insanlarla hayvanların eşit haklara sahip canlılar olarak Ankara sokaklarını ve doğayı paylaşmaları oldu.
Kızılay’da 4’er şeritlik bulvarı karşıdan karşıya geçmek için üst geçide yöneldiğimde önümde merdivenleri basamak basamak tırmanan bir köpeği görmek beni çok şaşırttı. Bir insan gibi merdivenleri çıktı, bulvarı boydan boya üst geçidin üstündeki yaya yolundan geçti ve diğer taraftan da aşağıya indi. İşin güzel tarafı bir tek Allah’ın kulu da hoşt demedi, tekme atmadı köpeğe. İtiraf etmeliyim ki şehir içinde insanlarla hayvanların barışık yaşamasına hem imrendim, hem de hayran kaldım.
Tatilimi geçirdiğim kayınvalidemin evine dönerken sokak içinde, gerek kaldırımın orta yerinde, gerekse de apartmanların ön bahçeleri içinde bulunan ağaçların üstündeki nohut büyüklüğünde kırmızı kırmızı meyveleri yiyen güvercinleri ve serçeleri gördüm. KKTC’de bunlara yılbaşı süsü diyoruz ama bunlar gerçek ağaç büyüklüğünde. Önce uzaktan çektim resimlerini, sonra bir adım yaklaştım bir daha çektim, sonra bir adım daha, bir adım daha attım ve çektim resimlerini. Aramızda neredeyse 2, 2.5 metre kaldı ama serçeler hiç istiflerini bozmadan kırmızı meyveleri yemeğe devam ettiler. KKTC’de olsa, bırakın 2, 2.5 metreyi daha 10 metre mesafe kalmadan uçup gider serçeler. Orada durdum ve yakın çekimle resimlerini çektim serçelerin. Güvercinlerin ise hiç umuru olmadı. Utanmasalar başıma da konacaklardı. Belli ki serçeler Ankara’da insanlarla dost olmuşlar ve şehir yaşamına alışmışlar. İçgüdülerini yenmeyi ve insanlardan kendilerine bir zarar gelmeyeceğini çok iyi öğrenmişler. Ankara’da, başka yerlerde olduğu gibi insanlardan kaçmıyorlar.
Aynı yolun üzerinde dikkatimi çeken bir başka konu da, apartmanların sokak boyunca devam eden bahçe parmaklıklarının üstüne nasılmış, içinde ne olduğun bilemediğim poşetlerdi.
Önce bu poşetlerin, içinde ekmek olduğu için “günahtır” düşüncesi veya inanışı ile çöp tenekesine atılmadıklarını düşündüm. Bu dahiyane fikrime kendimi inandırdım da diyebilirim.
Yolda yürümeye devam ederken, karşıdan gelmekte olan bir kadın, bana göre yolun sol tarafındaki parmaklıkların üzerine asılı poşetlerden birini aldı ve çantasına koyarak yoluna devam etti. Biraz arkasında yürüyen kadın da tam poşetlerden bir başkasına doğru seğirtirken, bu sefer sağ tarafımdaki 4 katlı bir apartmanın 3’cü katındaki pencerelerinden birisi açıldı ve kadına seslenerek kendisini pencerenin altına çağırdı. Sonra da yavaşça içi dolu bir poşeti kendisine attı. Kadın poşeti maharetli bir şekilde yakaladı, çantasına koydu, teşekkür ederek oradan ayrıldı. Olay çok dikkatimi çekti ama yörenin yabancısı olduğum ve gelenekleri, görenekleri bilmediğim için hiçbir şey anlamadım.
Kayınvalideme olayı anlattığımda, bana poşetin içinde günlük sofradan artmış olan ekmeğin olduğunu, bunların her gün parmaklıklara asıldığını ve ihtiyaçlı olanların da gelip aldıklarını söyledi. Gerçekte mükemmel bir uygulama. Ne ekmekler çöpe gidiyor, ne kimin verdiği biliniyor ne de kimin aldığı…
Uygulamaya, düşünceye, dayanışmaya ve insanlığa hayran kaldım. (Günlük siyasi olaylardan fırsat kaldıkça devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
http://www.twitter.com/ataatun
18 Şubat 2015
Yorumlar1