Sosyal hukuk devletinde çocuk olmak
- GİRİŞ18.03.2013 09:13
- GÜNCELLEME18.03.2013 09:13
Bu koruma ve gözetim, sadece hukuk kurallarını değil, sosyal ve iktisadi alanları da kapsayacak şekilde geniştir. Böyle de olmak zorundadır, çünkü çocuklarımız her şeyimiz, geleceğimizdir.
Türkiye Cumhuriyeti, bir "sosyal hukuk devleti" olup, "eşitlik" ilkesini benimsemiştir. Hatta Anayasanın 10. maddesinin üçüncü fıkrasında, çocuklar için alınacak özel tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı ifade edilmiştir.
Anayasanın 41. maddesinde, Devlet tarafından çocukların korunması için gerekli tedbirlerin alınacağı belirtilmiştir. Anayasaya göre çocuklar, her türlü istismar ve şiddete karşı korunmalıdır. Anayasa m.42 uyarınca ilköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunlu ve Devlet okullarında parasızdır. Anayasanın 42. maddesi Devleti, maddi olanaklardan yoksun başarılı öğrencilerin öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacıyla burslar ve başka yollara gerekli yardımları yapmakla yükümlü tutmuştur.
Anayasa m.50'ye göre kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz ve çocuklar, çalışma şartları bakımında özel olarak korunurlar.
Bu hükümlerin tümü, normlar hiyerarşisinin en tepesinde olan ve herkesi bağlayan Anayasada yer almaktadır. Sosyal adaleti sağlaması ve bireyin sosyal haklarını koruması gereken Devlet, bu görevlerin amaçlarına uygun önceliklerini gözetmek suretiyle ve mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür (Anayasa m.65).
Sosyal adaletin sağlanması ve sosyal hakların korunmasına getirilen bu mali sınırlamada isabet olmadığı gibi, çocuğun korunup gözetilmesi bir sosyal adalet ve sosyal hak olarak tartışma konusu da yapılamaz. Çünkü insan ve birey olarak “çocuk”, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir (Anayasa m.17). Ayrıca, geleceğimiz olan ve özel biçimde korunmaları gereken çocuklar yönünden "mali kaynak yeterliliği" mazeret gösterilemez.
Ülkeyi ve Cumhuriyeti emanet edeceğimiz çocuklarımız bizim her şeyimizdir. Devlet, tüm çocukları koruyup gözetmekle yükümlüdür. Doğduğu andan itibaren, kız veya erkek arasında fark gözetilmeksizin tüm çocukların maddi ve manevi vaziyetleri, sağlıkları, eğitim-öğrenim durumları, gerek ailesinde ve gerekse çevresinde istismar ve şiddete maruz kalıp kalmadıkları, alışkanlıkları, öğrenci iken çalıştırıp çalıştırılmadıkları yakından takip edilmelidir. Tüm bu konularda ailenin ve çevrenin koruması ön plana çıkabilir, hatta sivil toplum örgütlerinin yardımcı desteği de önem kazanabilir. Ancak asıl yetki ve sorumluluk "sosyal" niteliği taşıyan Devlettedir.
Bir ailesi olsun veya olmasın her çocuk, eşit şekilde korunup gözetilmelidir. Bu nedenledir ki Devlet, sosyal sorumluluklarını yerine getirmek adına vergi toplar, Anayasa ve kanunlar eliyle istismar veya şiddete uğrayan, hatta uğrama ihtimali bulunan çocuklara sahip çıkar. Çünkü çocuklar, Ülkeyi emanet edeceğimiz yarınlarımız olmanın yanında, iyi yetişmeye ve yetiştirilmeye hakları olan yarının büyükleridir.
Ülkenin yarınları ve geleceği için “genç nüfus” elbette çok önemlidir. Ancak eşit koruma görmeyen, iyi yetiştirilmeyen, çocuk yaşta istismara ve şiddete uğrayan çocukların beden ve ruh sağlıklarının istenilen düzeyde olması mümkün değildir. Bu da beraberinde sosyal adaletsizliği ve eşitsizliği gündeme getirir ki, kendisine, çevresine ve topluma faydalı olmayan, hukuk kurallarına uymayan ve düzenle barışık olmayan insanların sebebiyet vereceği tehlike ve zararların boyut ve maliyeti ciddi seviyede olabilmektedir.
Bundan da önemlisi; çocuk yaşta, ilkokul çağında eğitim-öğrenim masraflarını karşılamak, ailesine katkıda bulunmak maksadıyla ağır işlerde çalışmak zorunda kalan veya bırakılan, hatta okurken çalışan, zor şartlarda yaşayan, annesiz ve/veya babasız hayat sürdürmeye çalışan, yaşadığı zorlukları kimse ile paylaşamayan, derdini anlatamayan ya da nasıl ve nereye anlatacağını bilmeyen, güvenceden yoksun, desteğe muhtaç, görmediğimiz, duyamadığımız, belki duymak istemediğimiz, görmezden geldiğimiz, küçük çıkarlar uğruna çalıştırılan, kullanılan, hayatlarını kaybeden, yaralanan, sakat kalan sesiz çığlıkların, yani tüm çocuklar gibi en iyi şekilde yaşamayı hak ettikleri halde yaşayamayan çocuklarımızın olduğu bir gerçektir.
Hayatın iyi yönlerini görüp ve gösterip bundan keyif almak, mutlu olmak, etrafımızda güzelliklerin olduğuna ve olacağına inanmak ve inandırmak, kısaca pozitif yaklaşım göstermek iyidir. Ancak hayatın gerçeği her zaman bu şekilde davranmayı mümkün kılmıyor.
Basından edindiğimiz bilgilere göre, Adana'da ilkokulda okuyup, aynı zamanda çalışan ve geçirdiği iş kazası ile hayatını 13 yaşında kaybeden çocuğumuz, hayatın gerçekleri ile tanışmamıza vesile oldu. Bu haberi okuyup, seyredip, dinleyip de etkilenmemek, kötü hissetmemek, toplum ve Devlet olarak rahatsız olmamak mümkün değil. Bu meseleyi basite almak, münferit bir hadise gibi görmek de, sadece kendimizi kandırmak, korunmaya ve desteğe muhtaç çocuklarımızı görmezden gelmek anlamına gelir. Bu sorun hepimizin, tüm ailelerin vatandaşların sahip çıkması gereken bir mesele olarak, bu defa Adana'da hayatın en sert uyarısı ile karşımıza dikilmiştir ve bunu görmezden gelmemiz mümkün değildir. Evet nüfusumuz artsın, ancak en iyi, mükemmel ve kaliteli yetişecek çocuklarımızla artsın. Şüphesiz ki bu konuda en önemli görev, Sosyal Devlete düşmektedir.
Başa dönecek olursak; hukuk sistemimizde 18 yaşını doldurmayan insanlara "çocuk" denildiğini, 18 yaşını doldurmayan birey suç işlese dahi ayrı muamele ve korumaya tabi tutulduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu tespit ve uygulamada, 18 yaşını doldurmayan insanın bedeni gelişimi kadar, manevi yönü de etkili olmuştur. Bahse konu yaşın 18, hatta 16 bile olmayıp "13" olduğu durumda, haksızlığın ve yaşanan acının büyüklüğü bir kat daha artmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu'nun “Çalıştırma yaşı ve çocukları çalıştırma yasağı” başlıklı 71. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Onbeş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak, ondört yaşını doldurmuş ve ilköğretimi tamamlamış olan çocuklar, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler”. Şüphesiz kanun koyucu bu hükmü, anlama ve isteme yetenekleri henüz gelişmemiş çocuklarımızın, gerek bedeni ve gerekse manevi açıdan istismara, tehlikeye ve zarara karşı korunmaları için kabul etmiştir.
Hukuk kuralları, eksiksiz şekilde uygulanmaları amacıyla kabul edilmiş sosyal düzen normlarıdır. Bu kuralların tatbiki ve takibi, bireyin ailesi dahil toplumda kimsenin insafına bırakılmamıştır. Özellikle Kamu Hukuku kurallarının gereğinin yerine getirilip getirilmediğinin takip ve tatbik yetki ve sorumluluğu Devlete aittir.
Sosyal düzende hedef, hukuk kuralını ihlal edenin cezalandırılmasından ziyade, ihlalin önüne geçilebilmesi ve çocukların korunması konusunda her türlü önlemin alınıp gerekli özenin gösterilmesi olmalıdır. Çocukların hukuka aykırı şekilde çalıştırılması hususu, nadiren ve sadece bazı bölgelerde rastlanan bir durum da değildir. Bu trajik gerçek, maalesef yazımızda değindiğimiz olay ve benzerlerinin yaşanması ile gündeme gelmekte, sonra da unutulmakta ve güncelliğini kaybetmektedir.
Çocuklar konusunda yaşanan olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için, Devlet tarafından gerekli planlama yapılıp hayata geçirilmeli, plan varsa aktif hale getirilmeli, “sosyal hukuk devleti” ilkesi sözde kalmamalıdır. Çünkü her çocuk, eşit hak ve hürriyetlere sahiptir.
ersansen@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol