Vatandaşlıktan Çıkarma - 2
- GİRİŞ30.06.2017 07:29
- GÜNCELLEME01.07.2017 09:41
Bu yazımızda, 17 Şubat 2017 tarihli ve 42387/13 sayılı K2 - Birleşik Krallık kararını ele almak suretiyle vatandaşlığı kaybettirmeyi Mukayeseli Hukuk üzerinden ortaya koyacağız.
1. Olay
Başvurucu K2 1982 yılında Sudan’da doğmuş, çocukken mülteci babasının yanında Birleşik Krallık’a gelmiş ve 2000 yılında vatandaşlık kazanmıştır[1]. 2009 yılında katıldığı İsrail’in Gazze’deki askeri eylemleri ile ilgili bir gösteride çıkan arbededen sonra başvurucu hakkında kamu huzuruna ilişkin bir suçtan kovuşturma başlatılmıştır. K2; kefalet karşılığı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış ve ülkeyi terk etmiştir. K2 doğrudan Sudan’a gittiğini savunmakta iken, İçişleri Bakanlığına göre Sudan’dan önce iki radikal terörist ile birlikte El Şebap ile ilişkili eylemlere karıştığı Somali’ye uğramıştır[2].
11 Temmuz 2010’da İçişleri Bakanı; başvurucuya kamu yararına katkı sağlayacağı gerekçesi ile vatandaşlığını kaybettirmeyi planladığını bildirmiş[3], 14 Temmuz 2010’da vatandaşlığın kaybı emrini imzalamış ve aynı tarihte terörizmle ilgili eylemlere karışması ve birkaç radikal İslamcı ile bağlantılı olmasına dayanarak başvurucunun Birleşik Krallık’a girmemesi yönünde istisnai Kraliyet yetkisini kullandığını açıklamıştır[4].
2. İlgili Yerel Hukuk ve Avrupa Birliği Hukuku
Vatandaşlığın kaybettirilmesi[5], Birleşik Krallık Vatandaşlığı Kanunu’nun (The British Nationality Act 1981) 40. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasına göre, bir kişinin vatandaşlığının kaybettirilmesinde kamu yararı varsa İçişleri Bakanı bu yönde bir emir düzenleyebilir[6]. Karar vatandaşlığı kaybettirilen kişiye bildirilmelidir. Kişinin karara itiraz hakkı vardır. İtirazın değerlendirilmesinde kural olarak Göçmen ve Sığınma Dairesi (Immigration and Asylum Chamber) yetkilidir, ancak itiraz konusu kararın kısmen veya tamamen milli güvenlik, dış ilişkiler ya da kamu menfaati gibi kamuya açıklanmasında sakınca bulunan bilgilere dayandığının İçişleri Bakanı tarafından teyit edildiği durumlarda Göç İtirazı Özel Mahkemesi (Special Immigration Appeal Tribunal, SIAC) yetkilidir[7].
Bu noktada somut davada tatbik edilmemiş olsa da başvurucunun İHAM’a sunduğu iddiaların anlaşılması için önemli olduğunu düşündüğümüzden, Birleşik Krallık Vatandaşlığı Kanunu’nun 40. maddesinin diğer fıkraları ile ilgili de açıklama yapmak istemekteyiz. Maddenin dördüncü fıkrasına göre İçişleri Bakanı, kişi vatansız kalacaksa vatandaşlığın kaybettirilmesi emrini veremez. Bir başka deyişle, vatandaşlığın kaybettirilmesi çift vatandaşlık sahibi olanlara tatbik edilecektir[8]. Ancak bu hüküm ilgili kişinin Birleşik Krallık vatandaşlığını sonradan kazanmış olması durumunda geçerli değildir, yani sonradan Birleşik Krallık vatandaşı olmuş bir kişi İçişleri Bakanlığı kararıyla vatansız kalabilecektir[9].
SIAC, gerek kamuya açık ve gerekse gizli bilgi ve belgeleri değerlendirme yetkisine sahiptir. İtiraz eden kişi ya da bu kişinin kendi avukatlarının gizli belgeleri görme yetkileri yoktur. Bu nedenle, güvenlik kontrolünden geçmiş bir ya da birden fazla bağımsız avukat itiraz edeni temsil etmesi amacıyla Adalet Bakanı tarafından atanmaktadır[10]. İstisnai Kraliyet yetkisi ise, bakanlar tarafından parlamentonun onayına tabi olmaksızın kullanılır[11], ancak yargı denetimine tabidir[12].
Olaya uygulanabilir AB Hukuku’nu, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD’ın) 2 Mart 2010 tarihli ve C-135/08 [2010] ECR II-05089 sayılı Rottmann - Freistaat Bayern kararı teşkil etmektedir. Sözkonusu davada ABAD; AB üye devletlerinin vatandaşlığı kaybettirme kararlarının AB vatandaşlığının da kaybedilmesi sonucunu doğurduğu ölçüde AB Hukuku alanına girdiğini[13], üye devletlerin ilgilinin yalan veya eksik beyanı sebebiyle kazandıkları vatandaşlığı iptal etmelerinin meşru olduğunu, ancak bu kararın “orantılılık” ilkesi gözetilerek alınması gerektiğini belirtmiştir[14].
3. Yerel Yargı Süreci
Başvurucu yerel düzeyde ülkeye girişinin yasaklanmasına karşı Yüksek Mahkeme’ye, vatandaşlığın kaybettirilmesine karşı da SIAC’a başvurmuştur.
3.1. Yüksek Mahkeme Süreci ve Devamı
Başvurucu Yüksek Mahkemeye üç iddia sunmuştur. Birincisi; istisnai Kraliyet yetkisinin yasal düzenlemesinin, hakkında vatandaşlığın kaybettirilmesine ilişkin derdest bir yargı süreci olan kişinin ülkeye girişinin yasaklanmasını zımnen engellediğidir[15]. İkincisi; İçtihat Hukukunda yer etmiş olan “dürüstlük” ilkesi ve AB Hukuku’nun, Adalet Bakanlığının başvurucunun avukatlarına doğrudan talimat verebilmesi ve mahkemede bizzat bulunabilmesi için ülkeye dönmesini sağlamasını gerektirdiğidir, çünkü başvurucuya göre mahkemeye görüntülü iletişim yoluyla delil sunması, kendisinin Sudan güvenlik hizmetlerinin (NISS’in) dikkatini çekmesine yol açabilecektir[16]. Üçüncüsü, vatandaşlığının kaybettirilmesinin ayırımcılık yasağını ihlal ettiğidir[17].
Yüksek Mahkeme başvurucunun üç iddiasını da reddetmiştir. Yerel mahkemeye göre; istisnai Kraliyet yetkisinin yasal düzenlemesinin başvurucunun yorumladığı şekilde okunması imkansızdır[18]. AB Hukuku; üye devletlere AB vatandaşı olmayanların vatandaşlığı kaybettirmeye ilişkin kararlara yaptıkları itirazları takip etmeleri için ülkelerine giriş izni verme zorunluluğu getirmemekte ve başvurucunun Sudan pasaportu temin ederek güvenli üçüncü bir ülkeye geçebilmesi dengeleyici bir imkan olduğundan, K2’nin ülkede bulunmaması sebebiyle doğrudan avukatlarına talimat verememesi veya delil sağlayamamasının “dürüstlük” ilkesi ile bağdaşıp bağdaşmadığını incelemeye de gerek yoktur[19]. Ayrıca; başvurucunun ülkeye girmesi halinde güvenli bir şekilde geri dönemeyeceğini ileri sürerek ülkeyi terk etmemesi, bu yolla vatandaşlığın kaybettirilmesi kararını anlamsız kılması gibi bir sonuç pek muhtemeldir[20]. Son olarak yerel mahkemeye göre, vatandaşlık ve bir ülkeye girmek İHAS kapsamında koruma altına alınan haklardan olmadığından, ayırımcılık yasağının ihlali sözkonusu değildir[21].
K2, Yüksek Mahkemenin bu kararı üzerine Temyiz Mahkemesine başvurmuştur. Temyiz Mahkemesine göre; başvurucunun vatandaşlığın kaybettirilmesine ilişkin yargısal sürece bizzat katılım gösterememesinin müsebbibi istisnai Kraliyet yetkisi değil, kendisinin ülkeyi terk etmesidir[22], ayrıca başvurucu itirazlarını Sudan’dan ya da güvenli üçüncü bir ülkeden takip etmesi mümkündür[23]. Kendisinin sınırdışı edilen bir yabancı ile karşılaştırıldığında ayırımcılığa maruz kaldığı iddiasına karşılık olarak yerel mahkeme; sınırdışı edilen yabancının itiraz sürecini takip etmek için geri dönme hakkı olduğunu kabul etmiş, ancak vatandaşlığın “kalma hakkından” farklı olduğunu, bu nedenle vatandaşlığı kaybettirilmiş bir kişi ile bir yabancının karşılaştırılamaz durumda olduğunu, yani ayırımcılık yasağının ihlal edilmediğini belirtmiştir[24]. K2’nin Anayasa Mahkemesi başvurusu usulden reddedilmiştir.
3.21 SIAC (Göç İtirazı Özel Mahkemesi) Süreci
İçişleri Bakanı hazırlık aşamasında; başvurucunun 2009 yılında iki radikal kişi ile birlikte Birleşik Krallık’tan Somali’ye gittiğini, Somali’de bu kişilerle birlikte El Şebap ile bağlantılı terör eylemlerine katıldığını ve 2010 yılının Nisan veya Mayıs ayında Somali’den Sudan’a geçtiğini açıklayarak milli güvenlik iddiasını sunmuştur[25].
Başvurucu; milli güvenliğe herhangi bir tehdit teşkil etmediğini, yani vatandaşlığının kaybettirilmesinin dayanaksız olduğunu, aleyhine sunulan milli güvenlik iddiası hakkında Sudan güvenli olmadığından talimat veremediğini, dolayısıyla itiraz sürecine anlamlı bir şekilde katılamadığını öne sürmüştür[26]. Bu sebeple, SIAC ilk duruşmayı yargılamanın dürüstlüğünün incelenmesine hasretmiştir. SIAC 2014 yılının Aralık ayında kurduğu hükümde; ülke dışından takip edilen bir itiraz sürecinin kendiliğinden dürüstlük ilkesine aykırı kabul edilemeyeceğini, dürüst yargılanmadığını başvurucunun ispat etmesi gerektiğini[27], bu ispatın da başvurucunun terörist olduğu suçlamasının Birleşik Krallık hükümeti tarafından Sudan ya da ABD otoritelerine iletilmiş olduğu korkusunun ve adına uçuş yasağı olduğu inancının ötesinde[28] nesnel delillerle mümkün olabileceğini belirtmiştir[29]. SIAC’a göre başvurucu, avukatları ve SIAC arasında üç uygun iletişim yolu vardır; başvurucu Sudan’da bulunan ihtiyatlı avukatlar aracılığıyla Birleşik Krallık’ta bulunan avukatlarıyla iletişim kurabilir, e-posta veya benzeri bir yöntemle internet üzerinden iletişim sağlayabilir veya başvurucunun ziyaretine giden arkadaşları ve akrabaları belgeleri Sudan’dan Birleşik Krallık’a taşıyabilir[30]. Ayrıca, NISS yüksek ihtimalle başvurucunun durumundan haberdar olmakla birlikte başvurucuya özel bir ilgi göstermemektedir[31].
İşin esasına geçen SIAC Aralık 2015’de kurduğu hükümde; başvurucunun belirtilen zamanlarda Somali’de bulunduğunun ve orada terör eylemlerine katıldığının gizli delillerle sabit olduğunu, bu kesinliğin bir hukuk yargılamasındaki ispat şartını sağladığını, SIAC için bunun yeterli olduğunu, ancak gizli delillerin bu konuda bir ceza yargılamasında aranan ispat şartını da sağladığını, K2’nin bir çatışmaya karıştığının bir hukuk yargılamasına göre ispat edilmiş sayıldığını, müdahil olduğu terör eylemlerinin en azından El Şebap örgütü ile bağlantılı olduğunun bir ceza yargılamasında da ispat edilmiş sayılacağını ve son olarak K2’nin Birleşik Krallık’ta ve yurtdışında tanınan radikal kişilerle güçlü bağlantılar kurduğunun da gizli delillerle bir ceza yargılamasının gerektirdiği ölçüde sabit olduğunu belirtmiştir[32].
SIAC; eşinin 2010 yılının Mart ayından 2011 yılının Şubat ayına kadar Sudan’da K2 ile birlikte kaldığını, Şubat 2011’de Birleşik Krallık’a dönüp doğum yaptığını, eşi ve çocuğunun artık Birleşik Krallık’ta yaşamadıklarını, başvurucu ve eşinin Sudan’da birçok akrabasının bulunduğunu, eşi ve çocuğunun diledikleri zaman başvurucuyu Sudan’da ziyaret edebileceklerini ve başvurucunun kendi ebeveyn ve kardeşlerinin de Sudan’da kendisini makul bir sıklıkta ziyaret edebileceğini ve ettiğini belirtmiştir[33]. Eylemlerinin boyutu ele alındığında vatandaşlığın kaybettirilmesi yerinde bir karar olup, başvurucunun temyiz istemi kabul edilmemiştir.
4. İHAM Kararı
K2 İHAM’a yaptığı başvuruda; vatandaşlığı kaybettirme ve sınırdışı edilme kararlarının İHAS m.8 kapsamında korunan özel hayat ve aile hayatına saygı ile şeref ve haysiyetin korunması haklarını ihlal ettiğini, milli güvenlik davasında delillerin kendisiyle sınırlı bir şekilde paylaşılması sebebiyle İHAS m.8’in gerektirdiği şekli güvencelerin yetersiz kaldığını, çift vatandaşlığa sahip olmayan ve milli güvenliğe tehdit olarak algılanan Birleşik Krallık vatandaşları ile karşılaştırıldığında onların vatandaşlıkları kaybettirilmediği, son olarak da vatandaşı olmadıkları halde Birleşik Krallık’ta yaşayanların sınırdışı edilme kararlarına yaptıkları itirazlar çözümleninceye kadar ülkede bulunabildikleri için kendisine farklı bir muamele yapıldığından bahisle İHAS m.8 ile birlikte İHAS m.14’ün ihlal edildiğini iddia etmiştir[34].
Vatandaşlığın kaybettirilmesi ile ilgili olarak İHAM’a göre; kazanılmış bir vatandaşlığın iptali bazı durumlarda kişinin aile ve özel hayatı ile ilgili sorun yaratabilir, vatandaşlığın iptalinin İHAS m.8’i ihlal edip etmediği bunun keyfi bir karar olup olmadığına ve iptalin başvurucu açısından doğurduğu sonuçlara bakılarak anlaşılacaktır[35].
Mahkeme, genel prensipleri ve somut başvuruyu nasıl ele aldığını şu şekilde açıklamaktadır:
“Mahkeme keyfiliği tespit etmek için; iptalin yasalara uygun olup olmadığına, vatandaşlıktan mahrum bırakılan kişinin bir yargı merciinde bu duruma itiraz etmesine izin verilip verilmediği de dahil olmak üzere ilgili karara gerekli şekli güvencelerin eşlik edip etmediğine ve yetkili makamların özenli ve hızlı hareket edip etmediğine dikkat etmektedir. Şekli güvencelerin keyfilik değerlendirmesi ile ne kadar ilgili olduğu gözönüne alındığında; Mahkeme somut davada, başvurucunun maddi ve şekli şikayetlerini birbirinden ayrı düşünmenin yapay olacağı kanaatindedir. Bu nedenle bu iki meseleyi bir arada inceleyecektir” [36].
Mahkemeye göre, vatandaşlığın kaybettirilmesi öngörülebilirlik ve bilinirlik şartlarını sağlayacak şekilde yasal dayanağı olan bir karardır[37]. Ayrıca, yerel makamların süreci özensiz ve yavaş idame ettiğine dair bir delil yoktur[38]. Bu nedenle, keyfilik değerlendirmesinde İHAM’ın önündeki esas mesele şekli güvencelerdir. Mahkeme; itirazın ülke dışından takip edilmesinin tek başına vatandaşlığın iptalini keyfi olarak nitelendirmeyi gerektirmediğini, bu nev’i bir nitelendirmenin şahsın ülke dışındayken avukatlarını yönlendiremediği ya da delil sağlayamadığını ortaya koyan açık ve nesnel delillerin varlığı halinde elbette söz konusu olabileceğini, fakat bu durumun İHAS m.8’in vatandaşlığı ülke dışındayken kaybettirilen her şahsın itiraz sürecini takip edebilmesi için ülkeye dönüşünü kolaylaştırma pozitif yükümlülüğünü kapsayacak şekilde yorumlanmasına yol açmayacağını belirtmiştir[39]. Yerel mahkemelerin bu hususla ilgili açık ve nesnel bir delil olmadığı sonucuna ulaştığının altını çizen İHAM; kendisini bu sonucu yeniden değerlendirecek bir konumda bulmadığını belirtmiş, SIAC’ın gizli delillerle karar vermesi konusunda ise yerel düzeyde yeterli özenin gösterildiğini vurgulamıştır[40]. Son olarak Mahkeme; başvurucunun itiraz sürecini bizzat takip edememesinin nedeninin ilgili sınırdışı kararı değil, başvurucunun kendiliğinden ülkeyi terk etmiş olduğunu hususunda yerel mahkemelerle hemfikirdir[41]. Keyfilik standardının orantılılıktan daha sıkı olduğunu belirten İHAM, somut olayda yerel mahkemenin ilgili kararını keyfi bulmamıştır[42].
Vatandaşlığın kaybettirilmesinin sonuçlarını incelemeye geçen Mahkeme; yerel mahkemenin değerlendirmesine dikkat etmiş, her ne kadar başvurucu son yazışmada eşi ve çocuğunun halen Birleşik Krallık’ta yaşadığını iddia etmekte ise bunu kanıtlamadığını, ancak her halükarda ailesinin başvurucuyu Sudan’da diledikleri zaman ziyaret edebileceklerini hatta Sudan’a yerleşebileceklerini belirtmiştir[43]. Sonuç olarak başvuru dayanaktan açıkça yoksundur.
Sınırdışı kararı ile ilgili olarak Mahkeme; Sözleşmede yabancının bir ülkeye girmesini ve buraya yerleşmesini güvence altına alan hak olmadığını, devletlerin kamu düzenini sağlamak için suçlu yabancıları sınırdışı etme yetkisini olduğunu[44], sınırdışı kararının başvurucunun aile ve özel hayatı veya şeref ve haysiyetine zarar vermediğini, sınırdışı kararının toplumu terör tehlikesinden koruma meşru amacı ile orantılı bir müdahale olduğunu belirtmiş[45], bu nedenle de başvurunun dayanaktan açıkça yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Ayırımcılık başvurusu ile ilgili olarak Mahkeme; başvurucunun yerel mahkemeler önünde milli güvenliğe tehdit olarak algılanan Birleşik Krallık vatandaşları ile karşılaştırıldığında ayırımcılığa uğradığı iddiasını öne sürmediğini[46], başvurunun bu kısmının iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, vatandaşı olmadıkları halde Birleşik Krallık’ta yaşayanlar ile karşılaştırıldığında, ayırımcılığa uğradığı iddiasının da başvurucu gibi itiraz ettiği sırada yurtdışında bulunan mukim yabancıların da itiraz süreçlerini bizzat takip etmek için ülkeye girişlerine izin verilmediğinden[47], dayanaktan açıkça yoksun olduğunu belirtmiştir.
5. Kişisel Değerlendirme
Kanaatimizce gerek Birleşik Krallık’ın uygulaması ve gerekse İHAM’ın verdiği karar bireyin vatandaşlığın kullanımını mümkün kıldığı bazı hak ve hürriyetlerden faydalanabilmesi açısından endişelendiricidir. Vatandaşlık, Birleşik Krallık Hukuku’nda ve İHAS’da bir insan hakkı olarak kabul edilmemiştir, çünkü vatandaşlık siyasal bir durum olarak öngörülmüştür. İHAM’ın vatandaşlıkla ilgili yargı süreçlerinin konu edildiği başvurularda dürüst yargılanma hakkının uygulanamayacağı duruşu da bunu destekler niteliktedir, çünkü İHAM’a göre ortada medeni (temel) bir hak yoktur[48]. Vatandaşlık, ancak İHAS m.8 kapsamında sonuçlar doğurduğu ölçüde İHAM’ın yetki alanına girmektedir. Günümüz “güvenlik” toplumlarının; örneğin Birleşik Krallık’ın, vatandaşlığı siyasal bir durumdan ziyade, kamu yararı ve devlet bütünlüğünün tehdit edildiği hallerde geri alınabilecek bir “ayrıcalık” olarak değerlendirdiği görüşündeyiz. Bize göre İHAM’ın K2 - Birleşik Krallık kararında tercih ettiği sınırlı inceleme de maalesef bu nev’i değerlendirmeleri meşru kılabilecektir.
Birleşmiş Milletler nezdinde 1954 ve 1961 yıllarında sırasıyla vatansız insanların durumuna ve vatansızlığın azaltılmasına dair andlaşmalar imzalanmışsa da bu antlaşmaların İHAM gibi bir yaptırım mekanizması bulunmamaktadır[49]. Birleşik Krallık her iki andlaşmaya da taraftır. 1961 Andlaşmasının 7. maddesine göre; taraf devletler iç hukuklarında yer alan vatandaşlığın iptali veya kaybettirilmesi hükümlerini tatbik etmek suretiyle bir kişiyi vatansız kılamazlar. Birleşik Krallık’ın yukarıda yer verdiğimiz yerel yasal çerçevesi, vatansızlığa yol açabilecek niteliktedir. Birleşik Krallık’ta çift vatandaşlık sahibi veya vatandaşlığı sonradan kazanmış olanların genellikle göçmen kökenli olması ve bu kişilere vatandaşlığın kaybettirilmesinin diğer kişilere kıyasla daha kolay olması bir kişinin “yabancı” olarak algılanmasının ne zaman son bulacağı, “Britanyalı” kelimesinden ne anlaşılması gerektiği konusunda birçok tartışmaya yol açmaktadır[50]. Ayrıca; yürütmeye geniş bir takdir yetkisi veren “kamu yararı” yasal düzenlemesinin nasıl somutlaştırılacağı ile ilgili hükümet açıklamalarına bakıldığında, vatandaşlığın kaybettirilmesinin ceza kanunlarına göre suç sayılan eylemlere karşılık olarak adeta bir terörle mücadele müeyyidesi haline geldiği ve önceliğin Birleşik Krallık ülkelerinin terörizmle bağlantılı kimselerden arındırılması olduğu görülmektedir[51]. Birleşik Krallık vatandaşlığı, hak edilmesi gereken bir ayrıcalık halini almıştır. Ayrıca Birleşik Krallık; doğuştan elde edilen vatandaşlık ile sonradan kazanılan vatandaşlık arasında fark gördüğü gibi, bizce Anglo-Sakson kökenli vatandaşlara da ayrı muamele yapmayı destekleyecek şekilde mevzuat ve uygulama oluşturmuştur.
Birleşik Krallık; vatandaşların tek başına veya toplu olarak veya ülkelerine girmelerini veya yabancıların toplu olarak sınırdışı edilmelerini yasaklayan İHAS’ın Ek 4. Protokolü bağlayıcı olarak kabul etmediği gibi, yine yabancıların kolaylıkla sınırdışı edilmelerini önleyen İHAS’ın Ek 7. Protokol’e de taraf olmamıştır. Birleşik Krallık, dışa kapalı ve içte de vatandaşlık hakları üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilmek için bu Ek Protokollere taraf olmamayı tercih etmiştir.
İHAM’ın başvuruyu nasıl değerlendirdiğine ilişkin yorumlarımıza gelecek olduğumuzda; öncelikle belirtmek isteriz ki İHAM, bir üst derece mahkemesi olmadığından Birleşik Krallık yasalarını soyut olarak ele alamaz ve kabul edilebilirlik şartlarını sağlamayan bir başvurunun esasını inceleyemez. Bu sebeple başvurucunun ayırımcılık iddiası, her ne kadar kanaatimizce Birleşik Krallık’ta doğuştan ve sonradan vatandaşlık kazanan kişiler arasında akılcı olmayan bir ayırım yapılmasına neden olmakta ise de, yerel düzeyde dile getirilmediği için Mahkemece incelenememiştir. Bununla birlikte, İHAM’ın İHAS m.8 incelemesini daha farklı şekillendirmesi gerektiği görüşündeyiz. Mahkemenin; vatandaşlığın kaybettirilmesinde benimsediği “keyfilik” kıstasının “orantılılık” kıstasından daha sıkı olduğunu belirtmekle birlikte, yalnızca yerel mahkeme kararlarına atıf yapmakla yetinmesi, kanaatimizce sözleşmeci devletlere denetimsizlik derecesinde bir takdir yetkisi sağlamaktadır.
Son olarak belirtmeliyiz ki; 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 15. maddesinde belirtildiği üzere, vatandaşlık devletlerin sunduğu bir ayrıcalık veya yalnızca bir siyasal statü değil, bir insan hakkıdır. İnsan Hakları Amerikan Sözleşmesi (San Jose Paktı) de vatandaşlığı bir insan hakkı olarak tanımaktadır. Terörle mücadele günümüz devletlerinin yaşamsal önceliklerinden olsa da, vatansızlığın bir yaptırım olarak kullanılması kanaatimizce etkili bir yöntem olmaktan uzaktır ve terör suçu faillerinin adalet önüne çıkarılmasını engeller niteliktedir. Somut olayda da Birleşik Krallık K2’yi ülkesinden uzaklaştırarak yalnızca bu kişinin kendi topraklarında faaliyet göstermemesi güvencesini elde edebilmiştir. Kimilerine göre bir insan hakkı, kimilerine göre de insan haklarının kullanımını kolaylaştıran siyasal bir durum olan vatandaşlığın bir ayrıcalığa indirgenmesi ile güvenlik sorunları çözümlenmeyecek, ancak ertelenebilecektir.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol