“Büyük Savaş” öncesi toplumsal cephe ekonomik ve sosyal politikalar ile güçlendirilmeli
- GİRİŞ09.11.2024 08:59
- GÜNCELLEME11.11.2024 09:57
Savaş istemek makul olmasa da muhtemel savaş(lar)a her açıdan hazır olmak şart. Son dönemlerde yapılan açıklamalara bakıldığında büyük savaşın (daha doğrusu Üçüncü Dünya Savaşı’nın) çok uzak olmadığı görülüyor.
Açıkça “büyük savaş” vurgusunu ilk defa Ukrayna-Rusya savaşı ile ortaya çıkan gerilimi değerlendirirken “Üçüncü Dünya Savaşı’ndan söz edemem ama büyük bir çatışmadan söz ediyorum” şeklindeki beyanıyla Sırbistan Cumhurbaşkanı yapmıştı. Akabinde, Almanya Dışişleri Bakanı da (İsrail barbarlığı nedeniyle) yaşanan gerilimlere atıfla “topyekûn savaş riski her geçen gün artıyor.” demecini vermişti.
Avrupa’da büyük savaş veya dünya savaşı bağlamında söylemler daha açık konuşulmaya devam ederken, ABD üzerinden de benzer açıklamalar görmek mümkün. Trump’ın “biz Üçüncü Dünya Savaşı’na herkesin hayal edemeyeceği kadar yakınız” ve “Ukrayna’da olup bitenlere bir bakın, Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak” gibi açıklamaları bulunuyor.
Türkiye’den de resmi kişi ve kaynaklardan beyanlar var. İlk açık uyarı “Üçüncü Dünya Savaşı konusunu ciddiye alıyoruz, böyle bir risk var” şeklinde Dışişleri Bakanı’ndan gelmişti. Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarını netleştirir nitelikte de Milli Savunma Bakanlığı’ndan “Üçüncü Dünya Savaşı gibi karanlık bir tabloyu başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir” beyanı ortaya kondu.
Ukrayna’da olup bitenler, İsrail’in Gazze, Lübnan, Suriye ve en son olarak İran üzerinden geliştirdiği her türlü savaş sahneleri, Avrupa, ABD ve Türkiye’den gelen resmi açıklamaların zaten somut görünümleri. ABD-İsrail ortaklığında NATO ülkelerinden bazılarının lojistik ve fiili destekleri ile Ukrayna-Rusya savaşına Kuzey Kore’nin doğrudan askeri veya diğer türlü katkısı da dikkate alındığında meselenin “dünya savaşı”na dönüşme riskinin olduğunu görmek zor değil.
Böyle bir zeminde, milli savunmanın esas cephesi “askeri güç” ve bu gücü besleyen “ekonomik güç” olsa da askeri ve ekonomik güç yanında kılcal damarlara kadar etkisi olan “toplumsal güç” ihmal edilemez, edilmemeli.
Gençler ihmal edilemez, aksi halde askerî anlamda cephede kısmî sorunlar görülebilir. Bunun da ötesinde gençlerin eğitim ve eğitim sonrası istihdama geçişleri ile ilgili planlamalar ve uygulamalar üzerinde daha fazla durmak gerekiyor; yoksa başka ülkelerin paralı askeri olmak gibi gariplikler başgösterir. Bu nedenle, “herkes üniversite okumak zorunda değil” yaklaşımı ile farklı yetenekteki gençleri meslekî/sanat alanlarına küçük yaştan yönlendirebilmenin yollarını geliştirmek icap ediyor. Böylece devlete küskünlükleri olmasın.
Engelliler ihmal edilemez. Türkiye’de engellilerin eğitimi, bakımı, erişebilirlik imkanları, istihdamı, sosyal yardımları konularında çok ciddi olumlu gelişmeler yaşandı. Bu olumlu gelişmeler sanki yokmuş gibi, engellilerin toplumsal varlıklarının daha çok hissedilmesi için çabalar daha da güzel bir şekilde devam etmelidir. Böylece devletlerine olan güvenleri daha da ziyadeleşsin.
Yaşlılar ihmal edilemez çünkü yaşlıların duası olmadan savaşın kazanılmasının zor olacağı bilinmeli. Bu nedenle, örneğin yalnız başına yaşayan yaşlıların sayısının gün geçtikçe artığını bilerek yaşlılara yönelik kurum bakım hizmetlerinin daha fazla önemsenmesi gerekiyor. Öte yandan, emeklilerin önemli bir kısmının durumu ortada; onların duaları yeniden almak adına gerekli adımların atılması elzem. Böylece devlet, bir nevi yeniden dua yağmuruna tutulsun.
Annelerin/kadınların da ihmal edilmesi düşünülemez. Çalışma hayatında bulunsun veya bulunmasın, her türlü fedakârlık yapan annelerin/kadınların güçlü olması demek, ailenin güçlü olması demek olduğu için herhangi bir savaş sürecinde anne/kadın desteği daha önemli olacaktır. Anavatan, anaların vatanlarına daha çok sahip çıkmasıyla daha güçlü olur çünkü.
Elbette çocuklar var. “Sabilerin hürmetine” lafını daha çok ciddiye almalı ve çocukların kılına zarar gelebilecek her ne varsa, kökünden kazıma iradesini daha somut ve daha sert bir biçimde göstermeli.
Hele hele şehit yakınlarının ve gazilerin gönülleri asla incitilmemeli. Maddi olarak her ne ihtiyaçları varsa, en hızlı ve en güzel bir şekilde karşılanmaya titizlikle devam edilmeli, manevi olarak kendilerini yoran her ne varsa giderilmesi için en üst çabalar bizzat en üst yöneticiler tarafından gösterilmeli. Zira ortada Allah yolunda vatan için akan kanın hassas gönüllerdeki akisleri var.
Özetle; dünya savaşı gibi büyük bir riskin öncesinde tüm toplum kesimlerinin “duruşu” daha fazla önemli. Açıkça ve her şekilde “devlet düşmanlığı” içinde olanları bir kenara koymak lazım, ama geri kalan toplum kesimlerinin duruşunun “dayanışma, yardımlaşma, kardeşlik, güven” gibi bir zeminde ilerlemesi için ekonomik ve sosyal politikalara daha fazla dikkat edilmek durumunda. Aksi halde “cenk, cihad, şahadet” söylemleri, söylem olarak kalır ki bu, toplumsal cephenin savrulma riski demek olur. Aman!
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7
Yorumlar9