Cinayet, istismar ve ihmal sarmalında çocuklar: Lanzarote Sözleşmesi’nin zehirli balına dikkat!
- GİRİŞ23.11.2024 09:16
- GÜNCELLEME23.11.2024 09:16
Vahşice işlenen Narin cinayeti … 5 sabinin İzmir’deki ev yangınında ölüme terk edilmesi … yenidoğan çetesi katliamı … 2 yaşındaki bebenin istismarı … yeni doğmuş yavrunun çöpe bırakılması … Bir değil iki değil üç değil.
Yeni de değil. TÜİK verilerine göre, 2015-2023 yılları arasında 2 milyon 25 bin 815 çocuk mağdur olarak güvenlik birimlerine gelmiş veya getirilmiş. En son 2023’te güvenlik birimlerine mağdur olarak gelen 242 bin 875 çocuğun % 89,7’si suç mağduru. Yani her 90 çocuktan 1’i! İstismara maruz kalan çocuk sayısı da 10 yıllık zaman diliminde 10 binlerden 20 binlere ulaşmış.
Böyle bir tablo karşısından “insan” olanın “aman Ya Rabbi” şeklinde hem şaşkınlık belirtisi hem de sığınma refleksi belirir. Şaşkınlık; çünkü insan olan bunları nasıl yapar ki? Allah’a sığınma; çünkü insanlıktan çıkıp şeytanlaşan neler yapmaz ki?
Doğal olarak, insan olan çıkış yolu arar. Acaba nasıl olur da “çocukların hakları” korunur derdine düşer. Ancak söz konusu “zulüm” ve zulmü giderecek “hak” mücadelesi olunca, hele hele “çocuk hakkı” olunca insan kısmen de olsa duygusal zemine düşebiliyor. Bu duygusal zeminde de “olup bitenler”in gerçek mahiyetini görmekten mahrum kalabiliyor.
Ne mi demek istiyorum? Açayım;
Türkiye 25.10.2007 tarihinde Lanzarote’de imzalanan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi”ni 25.11.2010 tarihli ve 6084 sayılı Kanun’la onayladı. ABD, İngiltere, Rusya, Japonya ve Avrupa Birliği üyelerinin tamamı Sözleşme’yi imzaladı. Çin, İrlanda, Ermenistan, Azerbaycan imzalamayan ülkelerden.
Lanzarote Sözleşmesi çocukların cinsel sömürü/istismar karşıtlığı merkezinde çeşitli amaçlar ortaya koyuyor. Bu amaçlara göre Sözleşme’ye taraf olan ülkelere yönelik bir gözetim ve denetim mekanizması kurmak hedefinde. Görünür durum bu, ama acaba kazın ayağı öyle mi?
Mesela Sözleşme’nin 2. Maddesi’nde mağdurların (çocukların) haklarını korumaya yönelik tedbirler kısmında tanıdık bir kavramsallaştırma var: “Cinsel eğilim”. Böyle bir kavramı çocuklarla ilgili bir Sözleşme’de kullanmak, “cinsiyetsiz çocuk” kavramsallaştırmasını da kabullenmek demek! Yani “kadın” ve “erkek” dışındaki “sapkınlık ideolojisi” çocukluk seviyesine de indirilmiş oluyor.
Sözleşme’nin 3. Maddesi’nde “çocuk” için “18 yaşından küçük herhangi bir birey” dendiğine göre, durum daha riskli hâle geliyor. Çünkü Madde 18’deki “cinsel rıza yaşı”nın Sözleşme’yi imzalayan taraf ülkelere bırakılması var. Bunun sonucu, yasal yaşa (cinsel rıza yaşına) ulaşmış ama hâlâ çocuk olan bir bireyin cinsel ilişkide bulunabilmesine imkân tanıma demek. Yani Lanzarote Sözleşmesi, taraf devletlerin belirli davranışları (mesela çocukların kendi aralarında cinsel aktivite yapabilmeleri) suç sayma yükümlülüğüne istisna getiriyor. Türkiye’de “cinsel rıza yaşı” net olmadığına göre durum daha riskli hâl alıyor.
Yine Madde 20, Madde 21, Madde 22 ve Madde 23 “küçük” ama sonuçları itibariyle “farklı” (ucu açık) yorumlanabilecek riskli ifadeler barındırıyor. Hukuk metinlerinde “bir kelime”nin hatta bir “ve”nin, “veya”nın, “ya da”nın lehte ve aleyhte nelere mal olabileceği malum.
İstanbul Sözleşmesi’nde bir-iki kelime ile “cinsiyetsizlik” yorumu mümkün olmuştu da bu yorumla “uluslararası dayanak” bulan sapkın gürûh “ilk fırsatta” (ki Gezi Kalkışması idi ilk fırsatları) meydanları toz dumana katmıştı. Ve o günden bu yana sapkınlıklarının boyutlarını ve dozajlarını artırmak için uğraşıyorlar. İstanbul Sözleşmesi de ilk etapta (doğal bir refleks olarak) “kadın hakları” üzerinden makul görülmüştü. Ama sonrasında “cinsiyetsizlik” tehdidine kapı açtığı için geç de olsa kaldırılmıştı.
Hâl böyle olunca, Lanzarote Sözleşmesi bağlamında, “birileri” tarafından “çocuk hakları” söyleminin içine gömülü bir şekilde pedofili ve çocukların cinsiyetsizliği kapısı açılmak isteniyor olabilir mi diye sormak lazım. Çünkü çocuklara yönelik son olaylar sonrasında, bir şey “sürekli” ve “kalın harfler ve puntolar” ile göze sokuluyor ise “akılları devre dışı bırakmak” ve esas hedefi gizlemek için “acaba işin arkasında neler var” diye sorma hakkımızı kullanmak icap ediyor.
Evet, ortada bir sorun var, hatta sorundan öte bir sorun var. Bunu gidermek için gerekenler aile değerlerimizi dikkat alacak şekilde “kendi iç hukukumuz” üzerinden ivedilikle yapılmak zorundadır. Ancak kaş yapayım derken göz çıkarılmamalı! Çünkü “mümin ikinci kere aynı delikten ısırılmamalı”. Bu sefer telafisi olmaz!
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7
Yorumlar12