“Mücahid Erdoğanlı Türkiye”nin savunma sanayisindeki başarılarının ihracat yönündeki risk!
- GİRİŞ08.02.2025 08:42
- GÜNCELLEME08.02.2025 08:42
Savunma sanayimizin millileşme sürecini gördükçe vesile olanlara teşekkür ederken Allah’a şükretme derecemiz de artıyor. Çünkü ortada büyük mücadele ve mücahede var, her türlü engellemelere rağmen.
Mücahid Erdoğanlı Türkiye’nin Yerli ve Milli Savunması
Türkiye’nin savunma sanayisinde dışa bağımlılığı, özellikle canını bu yolda ortaya koymuş “Mücahid Erdoğanlı Türkiye” dönemi ile azaldı. Savunma sanayimiz, ağırlıklı olarak yerli ve milli üretime dayalı hale gelmiş durumda.
Sürece baktığımızda; elimizde 1925 yılının Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu vardı. Sonra NATO üyeliği (1952) ile büyük ölçüde ABD ve Batılı ülkelerden her türlü askeri ihtiyaçlar tedarik edilmeye başlandı.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda Mücahid Erbakan’ın restine karşılık başta askeri alanda olmak üzere “ambargo” gördük.
O süreçte elektronik harp sistemleri ve haberleşme cihazları üretmek amacıyla ASELSAN’ı kurarak (1975) bu ambargoya cevap verdik. Sonrasında uçak üretimi için 1984’te Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TAİ) ile roket ve füze sistemleri geliştirmek için 1988’de ROKETSAN’ı kurduk.
Süreç 2000’lerin başındaki “Mücahid Erdoğanlı Türkiye” ile başka bir hal almaya başladı. “Tam Bağımsız Savunma Sanayii” hedefi açıkça ve daha gür bir şekilde “her şeyi göze alan” mücahid neferler ile kendini gösterdi. Birçok stratejik savunma ürünü, binbir türlü fedakârlıkla millileşmeye başladı.
Havacılık alanında Baykar’ın yerli ve milli SİHA’ları gökyüzünde dünyanın lideri konumuna yükseldi. TUSAŞ’ın Anka ve Ankunsur İHA’ları ile HÜRJET’i ve HÜRKUŞ’u buna eşlik etti. KAAN gibi beşinci nesil uçak ile havacılık alanında Türkiye zirvelere oynamaya başladı. ATAK gibi helikopterlerimiz var.
Kara ve deniz sistemlerinde de millileşmeye adımları atılmakta.
Altay yerli muharebe tankı, Kirpi, Vuran, Pars gibi zırhlı araçlar ile milli piyade tüfekleri, yabancı ürünlerin yerini “milli ve yerli ürünler” olarak aldı. MİLGEM ada sınıfı korvetler üretildi, TCG Anadolu ile Türkiye’nin ilk uçak gemisi devreye girdi, milli denizaltı projeleri devam ediyor.
BORA ve en son Rize’de fırlatılan TAYFUN gibi füzelerimiz var. Yüksek irtifa hava savunma füzemiz var. Seyir ve gemisavar füzelerimiz var.
Say say bitmez maşallah. Hepsi yerli ve milli.
Böylece “Mücahid Erdoğanlı Türkiye” dönemi ile hem dünyanın en büyük 15 savunma sanayi ülkesi arasına girdik hem de % 20’lerden % 80’ler seviyesine çıkan yerli savunma sanayii üretimine sahibiz artık. 2030’larla hedefimiz % 100 yerli yani tam bağımsız savunma sanayiye kavuşmak.
Elhamdülillah.
Tüm bu gelişmeler karşısında Allah’a şükretmek kulluğumuzun gereği ve vatan sevgimizin yansımaları. Bunun dışındaki tavırlar şeytanın vesveseleri ile nefislerin hırıltıları!
Savunma Sanayii Ürünlerinin İhracatındaki Risk
Bununla birlikte bir risk var!
Savunma sanayi ihracatımız 2002’de 250 milyon dolar iken 2023 yılına gelindiğinde 5.5 milyar doları geçmiş görünüyor. Savunma sanayimiz dünyanın tamamına ihracat yapabilir hale gelmiş durumda. Geçen yıl 185 farklı ülkeye savunma sanayii ürünü ihraç ederek büyük bir rekora imza atmış durumdayız.
Savunma havacılık ihracatında rekorlar var. Mesela Baykar artık dünyanın en büyük SİHA ihracatçısı. En yakın ABDli rakibinden 3 kat daha büyük. Hatta Baykar, dünyanın kişi başı ihracatı en yüksek olan savunma sanayii kuruluşlarından biri artık.
TUSAŞ Genel Müdürü’nün “Almanya’ya ATAK satmak hayalim”, “İngilizlere, Amerikalılara AKSUNGUR verelim diyoruz” şeklinde açıklamaları var.
Hem fiilen başardıklarımız hem de hayallerimiz Türkiye’nin milli savunma alanında geldiği noktayı ve ulaşmak istediği zirveleri görmek açısından takdir edilmeli. Ekonomimize katkısı da 40 milyar dolardan fazla. Bu da önemli.
Ancak riskli husus/soru şu: Başka ülkelere savunma sanayii ürünlerini satmanın “istenmeyen başka sonuçları” olabilir mi?
Savunma sanayimizi ihraç ettiğimiz 185 farklı ülke içinde Afrika kıtasından ülkeler var. Örneğin, Afrika’da Fas, Tunus, Cezayir, Mali, Nijer, Burkina Faso, Togo, Nijerya, Angola, Ruanda, Etiyopya, Somali, Cibuti, Çad, Libya gibi 15 farklı ülkeye SİHA’lar satıyoruz.
Ayrıca ABD, Almanya, Hollanda gibi Batılı (sömürgeci, ırkçı, emperyalist) ülkelere de savunma sanayii ürün ihracatımız var. Zalim rejim yönetimindeki Hindistan’a da var kardeş ülke Pakistan’a da. Balkan ülkelerine de savunma sanayii ürünleri ihracatları görünüyor.
Dünyanın birçok yerinde ülkeler arası “sıcak savaş” veya ülke içinde “iç savaş/çatışma” var. Çevremizdeki sıcak savaş henüz soğumadı!
En üst düzey açıklamalara bakıldığında da “büyük dünya savaşı” hiç uzak değil.
Böyle bir zeminde “hangi ülkeye”, “hangi ürünlerin”, “hangi şartlarda”, “hangi miktarlarda” satılmış olduğu her şeyden önemli.
Bu hususta Hanefi fıkıh kitabı El-Hidaye’deki hüküm şöyle: “Kendileriyle Müslümanlar arasında barış antlaşması bulunsa bile düşman askerlerine silah ve savaş malzemesini satmak doğru değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) İslam düşmanlarına silah satmak ve göndermekten menettiği gibi, İslam düşmanlarına silah ve malzeme satmak (Müslümanlarla aralarında antlaşma bulunsa bile) onları Müslümanlara karşı güçlendirmektedir. Zira antlaşmalarının süresi biter veyahut bitmese bile kendilerini güçlü bulunca kendileri antlaşmayı bozabilirler.”
Milli Savunma Bakanlığı’mız gözetiminde “Savunma Sanayii Güvenliği İhracat İzni İşlemleri” var. Bu izin işlemleri savunma sanayii alanındaki tüm ihracatları kapsıyor, denetlemeler yapılıyor. Ancak dünya savaşı ortamı/zemini önümüzde iken çok daha dikkatli bir “ihracat sistemi” gerekiyor.
Aksi halde mesela X ülkesine sattığımız bir SİHA soydaş Azerbaycan’a karşı kullanılırsa hal nice olur? Veya Y ülkesine ihraç ettiğimiz bir tank kardeş Bosna-Hersek’e karşı kullanılırsa? Ya da Z ülkesine verdiğimiz bir ürün kardeş Pakistan’a karşı kullanılırsa? Veya Batılı bir ülkeye sattığımız bir ürün dolaylı yoldan dünyanın en katlı zalim liderinin eline geçerse…
En tehlikelisi; kendi savunma sanayii ürünlerimiz gün olur da bize karşı kullanılırsa?
Evet, satış sözleşme maddelerinde bu tarz riskleri dikkate alarak titiz davranılıyordur; ama mesele detaylarda saklı. Detaylarda “gözden kaçan” bir sözleşme maddesi ile kendi silahımızın tehdidi altına girme riski de var! Bu nedenle, satışı yapılan ürünlerin sözleşmelerinin çok sıkı olması dışında, “yazılım marifeti” ile silahları “kilitleme” seçeneğini kullanmak çok daha önemli hale geliyor.
Özetle; mesele, yerli ve milli savunma sanayiine sahip olmak kadar önemli!
Prof. Dr. Faruk TAŞCI / Haber7
Yorumlar3