NATO Zirvesinin Akla Getirdikleri
- GİRİŞ09.07.2024 08:44
- GÜNCELLEME09.07.2024 13:21
NATO’nun liderler zirvesi ABD’nin ev sahipliğinde 9-11 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Dünyanın en büyük savunma ittifakı, İsveç’in de katılımıyla ilk kez 32 üyeyle toplanıyor. Bu sene de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin gölgesinde gerçekleşecek olan zirvede bütün üyeler dayanışmayı ve caydırıcılığı önemsiyor.
Kendilerini harekete geçirecek kaygı düzeylerininse aynı olduğunu söylemek zor. Bununla beraber Rusya kaynaklı tehdit algısının zirve sonuç bildirisinde güçlü bir şekilde vurgulanması bekleniyor.
RUSYA’YA BAKIŞ
Rusya’ya komşu olan Macaristan haricindeki Doğu Avrupa ülkelerinin tamamı Rusya’dan varoluşsal tehdit algılıyor. Bu nedenle bu ülkeler bir yandan ABD ile ikili siyasi ve askeri ilişkilerini derinleştirirken diğer yandan NATO üzerinden de Rusya’ya karşı daha etkili adımlar atılmasını savunuyor.
Batı Avrupa ülkeleri de elbette Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden tehdit algılıyor. Ancak on yıllardır ılık suda yumuşak güvenlik politikaları izlediklerinden, Rusya kaynaklı tehdit algılarının dindirilmesi için atılacak adımların oluşturacağı maliyetleri üstlenmekte isteksizler. Burada İngiltere istisna olarak değerlendirilebilir zira Brexit sonrası dönemde küresel politika angajmanını artıran Londra yönetimi, ABD’yle birlikte Rusya’ya karşı agresif adımların atılmasını destekleyen ülkelerin başında yer alıyor.
Macron yönetimindeki Fransa’nın tavrını ise tanımlayacak en iyi ifade sanırım “kifayetsiz muhterislik” olacaktır. Bir yandan doğrudan bedel ödemek istemiyor diğer yandan Avrupa’da ve dünya politikasında etkili aktörlerden birisi olmak istiyor. Macron’un verdiği “Ukrayna’ya asker gönderme” mesajında kastettiği askerler Fransız askerleri mi yoksa NATO birlikleri mi belirsiz. Ancak herhangi bir askeri sürece liderlik yapması veya diğer devletlerin güçlü desteğini arkasına alabilmesi oldukça zor.
Türkiye ise az sayıdaki aklı selim NATO üyelerinden birisi olarak bir yandan Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekliyor, Rus işgalini tanımıyor ve NATO ile uyumlu politikalar izliyor. Diğer yandan da sorunun çözülmesi için diplomatik girişimlerine ara vermeden devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta Astana’da Putin ile yaptığı ikili görüşme de ana gündemlerden birisi Ukrayna krizine çözüm arayışıydı.
UKRAYNA’NIN NATO ÜYELİĞİ GERÇEKÇİ DEĞİL
Zirve öncesinde özellikle Amerikan ve Avrupa medyasında dile getirilen önemli tartışma konularından birisi Ukrayna’nın olası NATO üyeliği oldu. Rusya’nın 2014’te Kırım’ı işgal ve ilhak etmesindeki en önemli argümanlarından birisi, Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne (AB) olası üyelik süreciydi. 2022’de yeni Rus saldırılarının başlamasından dört gün sonraysa Kiev yönetimi AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuştu. Yani Rusya’nın büyük çekincelerinden birisinin süreci başlamıştı.
2022’deki saldırısı öncesindeyse Rusya’nın en fazla üzerinde durduğu konu, Ukrayna’nın olası NATO üyeliğiydi. Bazı kesimler, bu zirvede Ukrayna’nın NATO üyeliğine davet edilmesi ve üyelik sürecinin başlatılmasını dile getiriyor. Bu sayede Rusya’nın yayılmacılığına ve tehdidine karşı etkili bir cevap üretileceği savunuluyor.
Bu NATO zirvesinde böyle bir gelişmenin gerçekleşmesi neredeyse imkânsız. Hiçbir NATO üyesi kendi topraklarında sıcak bir savaşın sürdüğü bir devleti ittifaka dahil etmek istemez. Nitekim Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılması demek; NATO’nun doğrudan Rusya’ya savaş ilan etmesi anlamına geliyor. Bu maliyeti üstlenmeye kimse yanaşmayacaktır.
Kanaatimce Ukrayna’nın olası NATO üyeliği 2022’de değil; 2014’te sona erdi. Zira Kırım’ın Rus işgalinde olduğu bir denklemde Ukrayna’nın NATO üyesi yapılması, Kiev’in Kırım’a yönelik atacağı en ufak haklı bir adım bile ittifakı harekete geçirecek 5. maddesinin devreye girmesi anlamına gelecekti. Devreye girmemesi halindeyse 1949’dan beri inşa edilmeye çalışılan caydırıcılığın son bulması kaçınılmaz olacaktı. Bu nedenlerle Ukrayna’nın NATO üyesi olması ne 2014’te ne de 2022 sonrasında gerçekçiydi. Rus askerlerinin (Kırım dahil) Ukrayna’nın tamamından çekilmediği sürece de gerçekçi değil.
NATO DAYANIŞMASININ MOTİVASYONU
NATO kuruluşundan günümüze etkinliğini sürdürmek ve dayanışmayı canlı tutmak için bazı motivasyonlara ihtiyaç duyuyor. Soğuk Savaş boyunca NATO üyeleri arasındaki dayanışmayı sağlayan temel motivasyon bizatihi Sovyetler Birliği’nin varlığıydı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından NATO’ya ihtiyaç duyulup duyulmadığı tartışması yapıldığı bir dönemde yeni motivasyon unsuru devreye girdi: Balkanlardaki krizler. Bosna krizine 1995’te (gecikmeli bir şekilde) müdahale eden NATO, 1999’da Kosova krizine hızlı bir şekilde müdahale etti. Avrupa ülkeleri NATO’ya neden ihtiyaç duymalarını gerektiğini bir kez daha hissetti.
NATO için zayıflamaya başlayan dayanışma motivasyonunu 11 Eylül saldırıları sağladı. İttifak tarihinde ilk kez 5. madde işletildi ve Afganistan’a operasyon yapıldı. Bu operasyonun sağladığı motivasyon 10 yıl içinde giderek azalırken bu kez füze savunma sistemleri bir motivasyon unsuru olarak işlev gösterdi.
Etkinliği tartışma konusu olan bu sistemin sağladığı motivasyonun yerini ise 2014’te kısmen Rusya aldı. Kısmen diyorum zira ne Biden’ın Başkan Yardımcısı olduğu Obama yönetimindeki ABD ne de Avrupa ülkeleri Kırım’ın işgali öncesinde ve sonrasında etkili bir reaksiyon gösterebildi.
2020’ye girerken Rusya’nın yanı sıra Çin, büyük ölçüde ABD’nin öncelemesi nedeniyle NATO belgelerine girmeye başladı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, odağın bir süre daha Rusya üzerinde olmasına neden olsa da 2022’de yayımlanan NATO Stratejik Konsept’inde kendisine yer bulan Çin’e yönelik kaygının Washington zirvesinde de dile getirilmesi bekleniyor.
Bu noktada Rusya’nın ittifak içi dayanışmada bir motivasyon unsuru olmaya devam etmesi gayet doğal. Yukarıda zikredildiği gibi bazı NATO üyeleri varoluşsal, bazıları düşük bazılarıysa yoğun bir şekilde Rusya’dan tehdit algılıyor.
Bu durumun etkisi NATO üyelerinin savunma harcamalarında da etkisini gösteriyor. NATO üyeleri 2014’te gayrisafi yurtiçi hasılalarının (GSYH) yüzde 2’sini savunma harcamalarını taahhüt ettiğinde sadece 3 devlet bu şartı karşılamaktaydı. 2024’e gelindiğindeyse 23 üyenin GSYH’larının yüzde 2’sinden fazla savunma harcaması yapması bekleniyor. Rusya’dan varoluşsal tehdit algılayan ülkelerinse taban oranın çok üzerinde savunma harcaması yaptıkları görülüyor ve yapmaya devam edecekleri bekleniyor.
Öte yandan aynı düzeydeki tehdit algısının Çin için geçerli olduğunu söylemek zor. Çin’e yönelik kaygılar askeri ve siyasi açıdan ABD ve İngiltere için ön planda. Ekonomik açıdansa bunların yanı sıra bazı AB ülkeleri için söz konusu. Ancak ABD ve İngiltere haricindeki üyeler için bu kaygılar Rusya ile kıyaslandığında ne o kadar yüksek ne de o kadar yakın.
Yorumlar7