İsrail soykırımının medya izdüşümü: Umudu okuyabilmek

  • GİRİŞ18.11.2023 09:11
  • GÜNCELLEME20.11.2023 09:06

Medyanın modern toplumlarda nasıl bir rol üstlendiğine dair tartışmalarda sık başvurulan bir kaynaktır Baudrillard. Ortaya koyduğu simülasyon teorisi, medya tarafından üretilen gerçekliğin nasıl hakikatin yerine geçebildiğini çarpıcı bir biçimde resmeder.

Teoriyi çerçeveleyen literatüre göre Batı uygarlığı felsefi ya da kültürel düzeyde insanlık için bir model olma niteliğini yani simgesel anlamını kaybetmiştir. Medya yoluyla üretilen ve hakikatin yerine geçirilen bir gerçeklik evrenine gönderme yapan simülasyon tam da bu bitmişliğin gizlenmesi, en azından maddi olarak sahip olunanların da kaybedilmemesi çabasının ürünüdür.

7 Ekim’in hemen ardından İsrail ordusu tarafından başlatılan ve her türlü insani değerin ayaklar altına alındığı bir soykırıma dönüşen saldırıları ve buna eşlik eden medya üretimini bir de bu pencerenin bize açtığı ufuklara bakarak ama her şeyden önce onu aşarak ele almak bir zorunluluk haline geldi.

8 bine yakını kadın ve çocuk olmakla birlikte 11 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği saldırılar, apaçık savaş suçlarına sahne oluyor. İsrailli yetkililerin beyanlarıyla tescillenen savaş suçları, bir soykırımın tüm göstergelerini içerecek şekilde gün geçtikçe çeşitleniyor. İsrailli Bakan Eliyahu’nun katıldığı bir radyo programında nükleer bomba kullanmanın Gazze'ye yönelik olasılıklardan biri olduğunu ifade etmesi ise yaşanan insanlık trajedisini ve cinnet halinin geldiği noktayı tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Böylesi bir tabloda ABD, İngiltere, Almanya, Bulgaristan, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İsviçre gibi sayıları çoğaltılabilecek pek çok ülke İsrail saldırılarını desteklerken Amerika ve Almanya örnekliğinde görüldüğü üzere ateşkes çağrılarına karşı argümanlar ileri sürülüyor; Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un ifadesiyle ateşkes ya da uzun bir ara talebi, doğru bulunmuyor.

Gelinen noktada İnsan Hakları, Adalet, Özgürlük gibi Batılı olarak tanımlanan değerlerin ne kadar sahte iddialar olduğu bir kez daha ama özellikle sosyal medya ağları yoluyla tüm dünyanın gözleri önüne serildi. Evet, yukarıda değindiğimiz teorik çerçeve ile de örtüşecek şekilde Batı uygarlığının insanlığa sunabilecekleri sorgulanıyordu ancak bu bitmişlik artık gizlenemeyecek bir hal almaya başladı.

İsrail ve Amerika’nın açık desteği ile birer propaganda makinesi gibi işleyen yayın kuruluşları, yalan haber ve dezenformasyon yoluyla İsrail’in askeri faaliyetlerini haklı çıkaracak sahte bir gerçekliği tüm dünyaya anlık olarak pazarlamakta. 7 Ekim'den bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına dair 100'ün üzerinde yalan haberin ifşa edildiğini belirten İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un ifadeleriyle bu haberler, özellikle çok üst seviyedeki devlet yetkilileri hatta devlet başkanları eliyle sorumsuzca üretilip yayılıyor.

Özellikle ilk günlerde İsrail medyası tarafından ortaya atılan, Hamas’ın 40 İsrailli bebeğin kafasını kestiği iddiası o kadar etkili oldu ki ABD başkanı Biden “çocukların kafalarının kesildiği fotoğrafları göreceğimi hiç düşünmezdim” ifadeleriyle dezenformasyonu küresel düzeyde resmi bir boyuta taşıdı. İsrailli sivillerin kalbinin söküldüğü, kasıtlı olarak İsrail’deki ilkokulların ve çocukların hedef alındığı, festivalde yaralanan bir kadının diri diri yakıldığı şeklindeki yalan haberler, tüm dünya kamuoyunu İsrail’in meşru müdafaa! hakkını koruduğuna ikna etmeye çalıştı. Bu dezenformasyon çabalarına her geçen gün yenisi eklendi. Hastaneyi vuran füzenin Gazze’den ateşlendiği, Gazze’de patlama ve sivil can kaybını gösteren sahte videolar üretildiği, beyaz fosfor bombası kullanılmadığı şeklindeki yüzlerce iddia ile soykırımı meşrulaştıran bir medya algısı an be an yeniden üretilmekte.

Ancak artık mızrak çuvala sığmıyor. Dünyanın dört bir yanında ırk, inanç ve kültür farklılıklarını aşan bir vicdan hareketi, genişleyen çapta bir insani uyanış, söz konusu simülatif medya evrenini sahte atmosferini parçalamaya başladı. Devlet düzeyinde İsrail’i destekleyen ülkelerde sosyal ağlarda örgütlenen halk, yakın tarihin meseleye ilişkin en büyük ve organize protestolarını organize etmeye başladı. Londra’da gerçekleştirilen protestolarda bir milyona yakın katılımcı sayısı büyük yankılar oluştururken, Washington’da 300 binden fazla kişinin katılımıyla ABD tarihindeki en büyük Filistin yanlısı mitingin organize edildiği konuşuldu. Avrupa başkentlerinde gerçekleştirilen geniş katılımlı protestolar yanında Güney Amerika ve Afrika’dan gelen halk tepkileri her geçen gün daha kapsayıcı bir hal aldı.

Avustralya’da, halkın tepkisini parlamentoya taşıyoruz diyerek “Özgür Filistin” şeklinde haykıran senatör, İspanya’da Filistin halkına yönelik planlı soykırım nedeniyle İsrail ile diplomatik ilişkilerin askıya alınması çağrısı yapan bakan vekili, çocuğunu kucağına alarak daha kaç bebeğin ölmesi gerekiyor?" çağrısı yapan Kanada milletvekili, İngiltere'nin başkenti Londra'da Başbakanlık binası önünde düzenlenen eyleme üniformalarıyla katılan sağlık çalışanlarının meslektaşları için döktükleri gözyaşları ve çok daha fazlası dünyadaki herkesi bu vicdan hareketine davet etmeye devam ediyor.

Aynı şekilde küresel bir tüketici aktivizmine dönüşen, İsrail’i doğrudan destekleyen kuruluşlara yönelik boykot girişimleri, ünlü markaların halkla ilişkiler ve pazarlama girişimlerini anlamsız kılacak düzeylere erişiyor. Sosyal ağlarda bir anda gündeme oturan boykot çağrıları, anlık olarak kaç tüketicinin kaybedildiğinden çok kurumsal iletişim çabalarının temelinde yer alan itibara yönelik krizler üretiyor.

Tüm dünyada vicdan sahibi insanların sosyal ağlarda bu denli güçlü bir örgütlenme ortaya koyması İsrail’e açık desteğini sunan siyasi iktidarları dahi ülke içindeki kamuoyunu konsolide etme amaçlı manevralara itiyor. Son dönemlerde Blinken’ın “çok fazla Filistinli öldürüldü” ve Macron’un “bebekler, kadınlar, yaşlılar bombalanıp öldürülüyor” ifadelerini bu zaviyeden bir günah çıkartma çabası olarak da okumak mümkün.

Sosyal medya hesaplarından paylaşılan ve bir türlü engellenemeyen bu sesler, sosyal ağları derin simülatif etkileri yanında umudun izlerini sürebileceğimiz mecralar olarak da konumlandırdı. Liberal kapitalizmin küresel etkinliğinin en önemli aparatlarından biri olan dijital mecraların ürettiği niyet edilmemiş sonuçlar, belki de geleceğin dünyasına yönelik umudu canlı tutmaya devam edecek. Bu umut veya uyanış başka nelerin habercisi olabilir?

Yorumlar13

  • Dr. İbrahim Bey. 1 yıl önce Şikayet Et
    çok iyi tespitler. Teşekkürler.
    Cevapla
  • Fikri Fikir 1 yıl önce Şikayet Et
    Değerli hocam, kaleminize sağlık. Ufuk açıcı bir yazı. Keşke bu realiteyi, Türkiye kamuoyundaki körleşmiş zihinlere de gösterebilsek.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • mustafa 1 yıl önce Şikayet Et
    40 bebeğin kafasının kesilmesi; deaş kılıklı israil ajanlarının suriyede yaptıklarıdır. dünyada popüler kelimeler var ya; çağdaş, insan hakları, özgürlük vs. ve bu kelimelerin koruyucusu kılıfındaki beynelmilel örgütler Unicef vs. gibi bunların hepsi sadece gezgin siyonistleri dünyada korumak için üretilmiş süslü argümanlardır.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Vatandaş 1 yıl önce Şikayet Et
    Mehdi çıkacağı zaman kâfirlerin teknolojileri zirvede olacakmış.ama teknolojileri stop edecekmiş. Görünen oki teknolojileri alehlerinde stop ediyor. Rabbimiz oyun kuranların en hayırlısıyım buyuruyor. Çok güvendikileri ve uzun yıllar çalıştıkları teknoloji silahları islamın lehine kendilerine yöneldi .la galibe illallah
    Cevapla Toplam 7 beğeni
  • Hasan 1 yıl önce Şikayet Et
    Bekle bakalım gelir Mehdi.
  • Musa 1 yıl önce Şikayet Et
    650 kişi 700 kişi şehit olduğunda Müslümanlar ve Müslüman görünen liderler konuşmaya başladı. Şimdi 11.000 şehit oldu. Müslümanlar ve Müslüman görünen liderler hâlâ konuşuyor. Eski israil başbakanın dediği gibi. '''Kuran'da bahsedilen Müslümanlar ortada yok. Kuran'da yazan Müslümanlar gelirse yaptıklarımızı tekrar düşünürüz'''''
    Cevapla Toplam 11 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat