PostCHP Mümkün mü?
- GİRİŞ14.06.2024 09:10
- GÜNCELLEME16.06.2024 09:37
1923 yılında, Cumhuriyet'in henüz ilân edilmediği bir dönemde Atatürk, Anadolu'nun çeşitli illerini kapsayan bir yurt gezisine çıkar. Mart 1923’te Konya’ya da uğramıştır. Görüştüğü isimler arasında basın yoluyla Millî Mücadele’yi desteklemek için Anadolu’ya geçmiş idealist bir aydın olan Süreyya Sami Berkem de vardır. Gazi, görüşmede Berkem’den yeni bir gazete çıkarmasını ister. Gazetenin 3000 Lira tutarındaki çıkış masrafları bizzat Gazi tarafından karşılanmıştır. Nihayetinde Server Rıfat İskit’in de yardımıyla Anadolu’da o zamana kadar eşine rastlanmayan bir gazete çıkarılır. Gazeteye, Halk adı, Berkem’in teklifiyle Atatürk tarafından verilmiştir. Görevi, II. TBMM seçimlerinin selâmetini tesis etmektir. Halk, bir parti gazetesi olarak, Halk Fırkası’nın yayın organı mahiyetinde yayına başlar.
Seçim yaklaştıkça adayların kim olacağı ile ilgili dedikodular, Gazi ile yapılan görüşmenin aksi yönünde gelişmeye başlamıştır. Zira Atatürk’le görüşmesinde Berkem, mevcut milletvekilleri hakkındaki menfi görüşlerini açık yüreklilikle ifade etmiş, bunları onaylayan Atatürk, gazetenin seçimlerde bu yönde hareket etmesi emrini vermiştir. İlerleyen günlerde adayların muhafazakâr kesimden seçileceği yönündeki emarelerin artması, Berkem’i iyice rahatsız etmeye başlamıştır. Vakit kaybetmeden Atatürk’e bir telgraf çeker. Atatürk, Valiliğe gönderdiği cevapta Berkem’le istişare edilmesini istese de aday listesi, çıkan dedikodular istikametinde kesinleşir. Bu durum Berkem’in gazetecilik yaşamı için sonun başlangıcıdır. Önce siyasi yazılar yerine Japonya’da nasıl pirinç ekildiğinden, Brezilya’da Kahve üretiminden bahsederek direnmeyi denemiştir. Aday listesi kesinleşince Vali, Berkem’i çağırır ve adayları methüsena eden bir makale yazmasını ister. Daha önce aleyhlerinde kamuoyu oluşturmaya çalıştığı isimleri bu kez metheden bir yazı yazacaktır. Berkem buna yanaşmaz. Kendisine gazetenin bir parti gazetesi olduğu, adayların da partinin adayları olduğu gerçeği hatırlatılınca ara bir formül bulur. Makaleyi yazı işleri müdürünün yazmasını ister. Yazı işleri müdürünün yazı tecrübesinin olmadığını görünce ben söyleyeyim sen yaz, sonra da imzanı koy, olsun bitsin, der. Seçimlerin ardından soluğu Ankara’da alan Berkem, Atatürk’ün ısrarını, hatta matbuat umum müdürlüğü bütçesinden ilave destek teklifini geri çevirerek, gazeteyi 42. sayısında kapatır ve yine Atatürk’ün onayıyla Dışişlerine girer. Gazi’nin yanıltıldığını düşünmektedir.
Bu örnek pek bilinmez ama CHP eksenli medya-siyaset ilişkisinin laboratuvar denemelerinden birini oluşturmaktadır. Günümüzün ılık siyasi atmosferinde, parti üst yönetimiyle, ilişkili gazeteci ve entelektüeller arasındaki görüş ve vizyon farklılıklarını görünce Cumhuriyet’in ilânından kısa bir süre önce gerçekleşen bu olayı tekrar ele alma gereği duydum.
CHP tarihinde, üst yönetim ile (ilişkili) gazeteci ve entelektüellerin yekvücut olduğu dönemler de var tabi ki. İstisnalar hariç. En kapsamlı örneklerinden biri yakın geçmişte. Seçmen portföyünü genişletme arayışıyla muhafazakârlara dönük yapılan açılımlardan başlayarak farklılıklara ve benzerliklere hızlıca bir göz atalım. CHP de kendi karşıtlığının sancağı olarak görüyor ki açılım, başörtüsü ve çarşaftan başladı. Partiye katılım törenlerinde başörtülü ve çarşaflı kadınlara, rozetlerinin bizzat Genel Başkan tarafından takıldığına şahit olduk. Fakat CHP çevreleri (gazeteciler de dâhil) sembolik ve taktiksel olarak nitelendirilse bile bu değişime ayak uydurmakta zorlandılar. Gazetelerde CHP rozeti takılan çarşaflı veya başörtülü kadınlarla, bu tarz giyimlerinden dolayı sözlü ve/ya fiziksel saldırıya uğrayan kadınların haberlerini birlikte okumaya başladık.
Kemal Kılıçdaroğlu CHP’sinde, bu yumuşama ve açılım siyaseti, kimsenin ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bir aşamaya evrildi. Eski Ak Partililer de dâhil olmak üzere CHP’nin sert, acımasız, organize ve tasarımlanmış muhalefetinden nasibini almış hemen herkesle bir mutabakat arayışına girilmesini kastediyorum. Bu arayış, hem parti medyasının ve entelektüel çevrelerinin ne kadar istekli olduğu hem de temel iletişim kuram bilgileri açısından irdelenmeye muhtaç. Yine bu çevrelerin kendilerini gerçek bir değişimin mi yoksa taktiksel bir değişimin mi ajanları olarak konumlandırdıkları da.
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Amerikalıların Japon halkına yönelik “Savaşmayı durdurun” kampanyası istenilen sonucu vermez. Biraz kafa yorunca başarısızlığın, savaş suçluları arasında İmparatora da yer verilmesinden kaynaklandığı anlaşılır. Daha sonra sarsıntılar içindeki Japon insanının tam bir kimlik bunalımına sürüklenme korkusu ile sürdürdüğü bu direncini kırabilmek için İmparator figürüne yönelik saldırıya son verilmiş; İmparatorun barıştan yana olduğu, militaristlerin baskıları karşısında savaşa sürüklendiği söylenmeye başlamıştır. Başarılı da olmuştur. İletişimin ABC’sinde yer alan bu örnek, bir siyasi partinin toplumsal kesimlerin değer skalasını görmezden gelmemesi gerektiğini anlatıyor. Ne kadar profesyonel kampanyalar düzenlenirse düzenlensin temel nitelikteki değerlere saldırı sonuç vermez.
Kemal Kılıçdaroğlu CHP’sinin iletişim ve kampanya tasarımı, başarıyı getirecek söylemin çok uzağında örgütlendi. Toplumun en azından önemli bir kesiminin gönlünde taht kurmuş bir siyasi figürü düşmanlaştırma hatta şeytanlaştırma çabaları CHP muhalefetinin araçsallaşmasına neden oldu. Siyasi partilerin, içerden veya dışarıdan meşru olmayan müdahale biçimlerini kestirme bir yol olarak görmesi sadece demokrasi için değil uzun vadede kendileri için de büyük bir tehdittir.
Bu başarısız denemeler, kuşkusuz bir ders niteliğindedir. İyi okunması ve öğrenilmesi gerekir. Özgür Özel, örgütlü reklam ve hakla ilişkiler endüstrilerinin tavsiyelerine uyup yeni bir imaj kurgusu geliştirmek yerine kendileriyle ilgili gerçekleri değiştirmeye odaklanmalı. PostCHP ancak böyle mümkün olabilir. Kırmızı başlıklı kız masalındaki büyükanne kılığına girmiş kurt gibi algılanmaya devam ettiği sürece iktidar Kaf dağının ardında olmaya devam edecek. Özgür Özel’in yerel seçim sonrası verdiği pozitif sinyaller, CHP’nin hem bir kırılma hem de devamlılık arifesinde olduğunu gösteriyor. Umarım başarılı olur. Zira tüm partilerin ve de hinterlantlarının siyasi fanatizmden uzaklaştırılması ülke için büyük bir kazanç olacaktır. O nedenle niyet okumaksızın yerel seçim sonrası siyasete etki etmeye çalışan normalleşme vizyonuna kredi açılmalı, en azından bir süre izlenmeli. Hatta sadece yeni anayasa süreciyle ilişkilendirilmemeli. Üst yönetimlerin bu çabaları karşısında, parti çevreleri ve ilişkili medya, kuşkucu tavırlar sergilemek yerine destek arayışına girmeli.
Bir liderin etrafında, daha çok başarılı uygulamalarla öne çıkmış, değişim yaratma potansiyeli bulunan, yenilikçi ve uzman isimlerin başat aktör olduğu, parti teşkilatlarının daha çok bir iletişim ofisine dönüştüğü, düşük yoğunluklu parti sistemine doğru yol alıyorsak önümüzde başka bir tablo var demektedir. Bu isimlerin hepsi aynı mahalleden olmak zorunda da değil. Memlekete, millete faydalı olacak her türlü zekâdan yararlanmak lazım. Bu ortamda büyük olasılıkla kutuplaşma kendiliğinden sona erecek, seçmen daha rasyonel bir zemine çekilecek, bürokraside ise aşırı doz kulis ve PR, yerini, vizyon, üreterek var olma, yenilikçilik ve katma değer kapasitesine bırakacaktır.
Medyanın, bu ortamda biz ne yapacağız diye düşünmesine gerek yok, insan unsurunun var olduğunu her yerde denetim ve eleştiri kendine hatırı sayılır bir yer bulacaktır. Medyanın zaten varlık nedeni de budur.
Sağlıcakla kalın,
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber7
Erciyes Üniversitesi
haydin@erciyes.edu.tr
Yorumlar17