Örgütlü mistisizm ticareti ya da modern üfürükizm
- GİRİŞ14.03.2025 08:43
- GÜNCELLEME14.03.2025 08:43
Son yıllarda popülerlikleri giderek artan;
* Yoga,
* Çığlık terapisi,
* Karanlık oda terapisi,
* Nefesle trans,
* Çakra çalışmaları,
* Ateş ritüelleri,
* Doğa içinde yalnız kalma,
* Orman banyosu,
* İnziva pratikleri,
* Topraklanma,
* Doğa Mandalası,
* Şelale/Hava Banyosu,
* Güneşin doğuşu veya batışı meditasyonu,
* Gökyüzü ritüeli,
* Dört element ritüeli,
* Mikro-gezegen orucu,
* Detoks oruçları
gibi birçok uygulama, özellikle modern yaşamın getirdiği stres, kaygı ve tükenmişlik hissiyle başa çıkma arayışında olan insanların "iyi oluş" portföylerine, alternatif yollarla dahil edilmeye çalışılıyor. Öyle ki, huzur vaadi milyarlarca dolarlık bir sektöre (soyguna) dönüştü. Yarattığını en iyi bilecek olan yaratıcının, ücretsiz olarak sunduğu huzur bulma yöntemlerini, kötü örneklerin arkasına sığınarak aşağılayanlar, umarım, her duyduğu davul sesine koşmaktan çatlayacak hale gelmezler. Olan yine, bir çürük ipliğe hülya dizen, hararetini deniz suyu ile gidermeye çalışan zavallı takipçilere olacak.
Deniz suyu susuzluğa çare olabilir mi?
Odaklanmayı artırma, iç huzur ve farkındalığı güçlendirme, yaşam enerjisinin denge ve akışını düzenleme, içgörü kazanma, fiziksel ve ruhsal dengelenmeyi sağlama, içe dönüşü ve ruhsal aydınlanmayı gerçekleştirme, zihni ve bedeni rahatsız eden unsurlardan uzaklaşma, doğanın iyileştirici gücünden yararlanma iddiasındaki bu etkinliklere biraz yakından bakmakta yarar var.
Modern hayatın stresine karşı pratik bir kaçış sunma vaadi en büyük cazibeleri. Böylece insanlar, hem hızlı hem de konforlu çözümler sağlayan bu egzersiz ve terapi yöntemlerine koşarak katılıyorlar. Ancak, bu yaklaşımların önemli bir kısmı, manevi alanı istila ederek ele geçirdiği bölgeleri sömürgeleştiren örgütlü bir mistisizm ticaretine evrildi.
Bu ticari düzen, özellikle “aydınlanma” vaadi altında satılan eğitim, atölye, inziva kampları ve özel seanslarla varlığını sürdürüyor. Katılımcılara “kutsal” bir deneyim yaşadıklarını hissettirmek amacıyla işin içine kadim semboller, gizemli ritüeller ve sözde spiritüel hiyerarşiler sokulmakta.
Bu sayede sunulan uygulamalar, bir tür seçkinlik algısı yaratarak, katılanlara ayrıcalıklı ve sıra dışı bir deneyimin parçası oldukları hissi veriyor. Oysa perde arkasında, çoğu zaman öğrencilerin veya katılımcıların “ruhsal” ilerleme beklentilerini sürekli körükleyip daima yeni bir kursa, yeni bir döneme veya “daha ileri” bir seviyeye geçiş satabilmek için tasarlanmış bir model yatmakta. Her aşamada ek masraflar, özel araç-gereçler, “zorunlu” kitaplar ya da eğitim materyalleri devreye sokularak sözde ruhsal yolculuk bir tüketim döngüsüne dönüştürülüyor.
Bu örgütlü mistisizm hareketleri, bildiğimiz ahlak ve maneviyatı kendi kurumsal çıkarlarına engel olarak görüyorlar. Çünkü (gerçek) ahlaki ve manevi değerler, kişiye “daha iyi bir insan olma” bilincini, içsel motivasyonu ve öz disiplini ücretsiz olarak (onu sömürmeksizin ve bizatihi onun kendi iyiliğine has olarak) kazandırmaya çalışıyor.
"İyi ama örgütlü din ticareti de bu kapsamda değil mi? Suiistimaller, istismarlar, ticaret şarlatanlıkları bütün şenaatiyle ortada durmuyor mu?" diye soranlar olabilir. O nedenle tüm bu eleştirilere; suyu bulandırmaya, bununla da yetinmeyerek kaynağına dinamit koymaya çalışanların, takipçilerine, (günü geldiğinde) "sizin aklınız yok muydu, niye peşimize takıldınız?" diye soracaklarını hesap etmeyi de dâhil edin.
Konuya dönersek, ruhsal veya psikolojik arayışları pazar dinamiklerine teslim eden bu ticari yapıların tutunma biçimi, bireyi sürekli olarak bir takım rehberlere ve pahalı sertifika programlarına bağımlı kılmaktan geçiyor. Temel kaygı, kişinin gerçekten dönüşüm yaşaması değil, o kişinin sürekli müşteri hâline gelmesi. Ahlak ve maneviyat, özde derin bir uyanışı ve sürdürülebilir bir farkındalığı hedeflerken, bu sistemler, “gerçek” dönüşüm yerine “anlık haz” ve “geçici rahatlama” sunmayı tercih ediyor. Böylece sürekli yeni bir kursa, ritüele veya terapiye katılma ihtiyacı doğarken bireyin sezgisel ve vicdani yönlenişi önemsizleşiyor.
Bu yapıları dikkatli bir şekilde gözlemlemek, bizi, insanı maddi ve ruhsal açıdan sömüren bir dönüşüm komedisine götürüyor. Katılan kişinin niyeti gerçekten de, “zihni ve bedeni rahatsız eden unsurlardan uzaklaşma” ve “içe dönüşü sağlama” olabilir; ama bu hedefin içi boşaltıldığında, uygulamaların ticari bir vitrine dönüşme riskine karşı kişinin savunmasız hale geleceği gerçeği de göz ardı edilemez.
Geleneksel ve sosyal medya desteği
Söz konusu grupların artan görünürlüğü ile medyada, “bambaşka bir boyuta geçiş”, “enerjilerle çalışma” veya “kozmik kapı açılımı” gibi iddiaların abartılı şekilde pazarlanmasına şahit oluyoruz. Bu çerçevede, doğayla bağ kurma, dört element ritüeli ya da gökyüzü meditasyonu gibi pratikler -aslında derin, saf ve herkesin kendi başına deneyimleyebileceği süreçler olması gerekirken- profesyonel “rehberler” tarafından yönetilen törenlere, şovlara ve “üst paket” workshop’lara dönüşüyor. Böylece, içsel olarak deneyimlenecek “doğal” bir yolla bir türlü buluşamayan insanlar, sürekli bu maddi düzeneğin peşinden koşarak tatmin arıyor.
Gelinen noktada bu endüstrinin asıl amacı, yani “kâr sağlayacak mistik ürünler” üretme çabası, artık ortaya çıkarılmak zorunda. Bireyin basit ama istikrarlı uygulamalarla kendi kendine keşfedeceği hakikatlerin, çoğu zaman semboller, ritüel kostümleri, şifreli metinler ve sözde derin öğretilerle sunulmasına seçkinlik ambalajı ve medya desteğiyle korunaklı bir alan yaratılıyor.
Gerçekte bu “ruhani” ambalajın içinin çoğunlukla boş olduğunu ve sözüm ona spiritüel liderlerin, terapistlerin, koçların (mistik soyguncuların) kendilerini eleştiren ya da bu ticari gidişatı sorgulayan kişileri “negatif enerji yaymakla” suçlayarak susturmaya çalıştıklarını artık daha yüksek sesle dile getirmek gerekiyor.
Ahlak ve maneviyatla gerçek bir bağ kurularak, insanın kendi kendine yetebileceği ve ücretsiz öğretilerle özüne dönebileceği gerçeğinin ortaya çıkması “müşteri kitlesi”ni kaybetmek anlamına geleceğinden, maneviyat ve ahlak en baştan göz ardı ediliyor hatta dışlanıyor, ötekileştiriliyor. Neticede, günümüzün “mistik ticaret” furyası; içsel aydınlanmadan ziyade kâra dayalı, iyi pazarlanmış bir yanılsama yaratıyor ve dürüstçe söylemek gerekirse, ruhsal ve psikolojik olanın kendisine değil, onun ticaret malı haline gelmesine hizmet ediyor. İnsan hayatına mal olsa bile!
Sonsöz: İnsanları önce hasta eden, tüketen, psikolojilerini bozan sonra tedavi görüntüsüyle onları soyup soğana çeviren bir sistemin egemenliği altında yaşıyoruz.
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber 7
Yorumlar8