Saygı karşılıklı bir değerdir
- GİRİŞ18.04.2025 08:40
- GÜNCELLEME19.04.2025 09:41
Türkiye’nin toplumsal dokusunda yıllardır hepimizin bildiği bir tiyatro oynanıyor. Sahnenin bir tarafında kendini “akıl ve bilimin temsilcisi” olarak konumlandıranlar ya da “aydın”, “çağdaş” ve “ilerici” olduğunu iddia edenler; diğer tarafında ise bu etiketlerin gölgesinde “gerici”, “yobaz” , “çağdışı” veya “cahil” ilan edilen insanlar. Gelin hep birlikte bir taraftan zorbalığın ve kibrin maskelerini tekrar hatırlarken diğer taraftan zayıflık ve acziyeti besleyen unsurları ele alalım.
Demokrasi diyetisyenleri
Akıl ve bilimin temsilciliğini tekelinde bulunduranların demokrasi diyetinde en geniş öğün, darbelere, muhtıralara ve vesayete ayrılmış durumda. Getirmeye zorlandıkları demokrasiyi kısa süre içinde idam sehpalarıyla tanıştırmaktan, dindarların son akşam yemeği olarak gördükleri 28 Şubat’a, sandık iradesini “çoğunluk diktatörlüğü” diye yaftalamaktan, darbecilikle suçladıkları bir iktidara karşı, önce orduyu sonra sokağı göreve çağırmaya kadar geniş bir menü listeleri bulunuyor.
Özgürlük vaizleri
“Özgürlük” denildiğinde akla ilk bu kesimin gelmesi, ironinin daniskası. 2000’lerin başında İslami sembollerin kamusal alandan silinmesini savunanlar, bugün sosyal medyada “ifade özgürlüğü” için hashtag açıyor. Aşağıladıkları kesimden bir genç siyasi görüşünü açıkça dile getirdiğinde “provokasyon” diye servis edenler, başka bir gencin küfürlerini “hakaret” değil “eleştiri” kapsamında değerlendiriyor. Yasakçılığı, sadece kendilerinin rahatsız olduğu değerleri susturmak için meşru görüyorlar anlayacağınız.
Barış havariliği
En çok “kutuplaşmayın” diyenlerin, kendi elitist kulüplerinden dışarı adım atmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Üniversitelerde “entelektüel” sohbetler yaparken Anadolu insanını “cahil” gören, lüks sitelerde oturup kenar mahalleleri “varoş” diye aşağılayan, sanatı sadece kendi seküler sembollerinden ibaret sanan bir zümre... Sonra da “toplumsal barış” nutukları!
‘Batıcılığın’ azizleri
En vahim çelişki, bu kesimin kültürel şizofrenisinde saklı. Bir yandan Avrupa’yı “uygarlık ölçütü” olarak görüp Türkiye’yi ona göre dizayn etmek isteyen, öte yandan “ulusalcılık” adı altında ırkçılık sınırlarında gezen bir tutum... Fransız laikliğini kutsarken, Anadolu’nun Müslüman kimliğini “Arap kültürü” saymak! Batı’nın tüketim kültürünü benimseyip, Türk motiflerini folklorik bir enstrümana indirgemek... Bir de bu kadar Batı hayranlığı arasında her eleştiride “Türk ordusu”, “Türk devleti” edebiyatı?
Tek taraflı saygı dayatması simgesel şiddettir
Tarihimiz ‘çağdaşlık’ kisvesi altında kendi hegemonyasını sürdürmek isteyenlerin, kendilerinden saymadıklarını (yetersiz gördükleri için) “ezme” politikalarıyla dolu. Ancak artık bu oyununun bozulması, bahse konu zihniyetin ne demokrasi ne de özgürlük konusunda samimi olduğunun; asıl meselenin, kültürel ve siyasi tahakkümün sürdürülmesinden başka bir şey olmadığının görülmesi gerekiyor. Çözüm, onların dilinden konuşmak değil, kendi değerlerimizi özgüvenle yaşamak. Bize “çağ atlatacak aydınlanma”yı Batı’nın 18. Yüzyıl dogmalarında değil, inancımızın evrensel değerlerinde aramak.
Bugün sosyal hayatın pek çok alanında, medyada, sosyal medyada hatta siyasette, bürokraside, akademide, eğitimde, ekonomide; inancımız, kültürümüz ve değerlerimiz (ve bu inancın, değerin, kültürün mensupları) bu kesimce, fırsat bulundukça (açıktan ya da çaktırmadan) sistematik biçimde aşağılanıyor, küçümseniyor ve alaya alınıyor. Ne gariptir ki, saygıyla yaklaştıkça örneğin bir dindarın bilgisi, becerisi, başarısı ve eğitimi değersizleştirilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Başörtüleri yüzünden beyinleri çalışmıyor diyenler, İngiltere Kıralı’nın hurma paketlediği bir zamanda Ramazan tebriğine savaş açanlar, “üniversitede başörtülü istemiyorum” diyen cahil akademisyenler (kimse bunların bir-iki kişiden ibaret olduğunu zannetmesin), sokakta, toplu taşımada başörtülülere vs. Sözlü tacizde bulunan psikiyatrinin alanı haline gelmiş tipler vesaire. Bunlar yalnızca medyaya yansıyanlar.
En kaba örneklerin sunulduğu dönemler ise seçimlerin yaklaştığı tarihler. (Özgürlüğü demokrasiyi ve barışı getireceğiz vaatleri arasına karışan seçimden sonra hepiniz gününüzü göreceksiniz diye parmak sallamalar örneğin).
Nefret suçlarıyla ve simgesel şiddetle mücadele ancak tüm meşru araçlar (medya, sosyal medya, STK’lar, olayın boyutuna göre hukuk) kullanılarak topyekün bir şekilde yürütülebilir. Ortak bir tepkisel bilinç inşa edilmeden başarılı olmak, karşılıklı saygının tercihe bağlı bir seçenek olmadığının anlaşılmasını sağlamak mümkün görünmüyor.
Sürekli bir küçümsenme ve aşağılanma döngüsünün içine hapsolmak istemeyen bir birey, her şeyden önce kendisine olan saygısını korumak için saygının tek taraflı değil, karşılıklı bir değer olduğunu unutmamalı. Kibre karşı zilleti değil, kişisel ve toplumsal haysiyetin korunmasını tercih etmeli. Yalnız, kendileri gibi düşünmeyenleri yok etme hasreti çekenler gibi değil. İstismara açık, zayıflık, acziyet ve saflık olarak algılanmaya müsait bir iyi niyetle de değil. Daha iyiye doğru bir değişim için taşın altına elini koyarak:
- Hakka sahip olmak şuuruyla,
- Özgüvenle,
- Akıllıca,
- (Sahtesiyle değil, gerçeğiyle) medeni bir biçimde,
- İnsanca,
- Ustalıkla,
- İletişimin sağlıklı ve dengeli olması adına gösterilen saygıdan fazlasını sunmayarak,
- Kibre karşı kibirli olarak değil ama gerektiğinde kibirli bir tutum sergileyerek.
Kimden gelirse gelsin kibirle mücadele simgesel şiddetle mücadeledir.
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber 7
Yorumlar13