“Bunlar, Kürt toplumunu zırh gibi sarmıştır”
- GİRİŞ26.08.2013 10:02
- GÜNCELLEME26.08.2013 10:02
Aslında hep var olan, ancak uzun zamandır bu yoğunlukta yaşanmayınca, unutulan bir gerçekle tekrar karşı karşıya geldik. Konu hemen çözüm süreciyle ilişkilendirilirdi.
Bugünlerde algılarımız çözüm sürecine yönelik olduğu için bölgede yaşanan her şeyi, doğrudan çözüm süreci üzerinde değerlendirme kolaylığına düşebiliyoruz. Hiç şüphesiz kanın yeniden akmasında çözüm sürecinin de, dolayısıyla örgütün belli bir oranda geri çekilmesinin de etkisi vardır. Ancak konuyu yalnızca çözüm süreci ve sonrasında gelişen olaylar üzerinden okumak bizi sağlıklı bir sonuca götürmez.
Burada öncelikle şunun altını çizmek gerekir. Bu şiddet eğilimi yalnız Güneydoğu bölgesine özgü de değildir. Yakın akrabalar ve komşular arasındaki miras ve arazi anlaşmazlığı sorunları, maalesef ülkenin batı bölgelerinde de yaşanmaktadır. Bu bölgelerde de sorunun çoğu kez şiddetle çözüldüğüne şahit oluyoruz. Örneğin Hatay ilimizde geçen ay benzer bir anlaşmazlık yüzünden bir kişi ölmüş 300 kişi de köyü terk etmek zorunda kalmıştı. Yine Afyon'da geçtiğimiz hafta içerisinde arazi anlaşmazlığı yüzünden bir kişi hayatını kaybetti.
Tüm bunlara rağmen, ölümle sonuçlanan bu tür olaylarda Güneydoğu ve Doğu kırsalının bazı kısımlarının kendilerine özgü ve uzun yıllardır süregelen sosyo-kültürel yapısı, değerleri, normları olayı geniş boyutlu bir katliam şekline çevirebiliyor.
Öncelikli olarak bölgede bir şiddet kültürünün olduğunu kabul edelim. Son 30 yıl içerisinde yaşanan şiddet eylemleri, şiddeti bir sorun çözme biçimi olarak gören anlayışı daha da kalıcı hale getirmiştir. Ayrıca arazi anlaşmazlıkları gibi sorunlarda adalete ve yargıya gitmek yerine sorunun başka güçler tarafından çözülmesi, sorunları gerçekte yok etmemiş, bilinçaltında devam ettirmiştir.
Oysaki 40 bin kişinin kanının akmasından önce bakın hangi vaatlerle yola çıkılmıştı: “Bu yapıyı (kan davaları, töre cinayetleri, berdel olayları vb) değiştireceğiz (…) Bu ilişkileri kırmak ve parçalamak kolay değildir. Çünkü bunlar Kürt toplumunu zırh gibi sarmıştır. Fakat bu ilişkileri kırmak, toplumu değiştirmek için her türlü fedakârlık yapılmalıdır.”
Bu uğurda yapılacak fedakârlıklar, genelde “öldürme” ve “ölme” ülküsü üzerine kuruldu, öldürme yeniden kutsandı. Ölümle bilenmek, ölümü hayatın parçası haline getirmek, öfkeyi biledikçe ayrı bir coşku duymak kimliğin bir değerine dönüştürüldü, halkın belleğine işlendi.
Kürt halkının “insanlık ailesi içinde onurlu bir yaşam sürmesini sağlamak”(!) için yola çıkanlar, peki ölümü kutsayarak neleri değiştirebildi? Babasının kanlı gömleği giydirilen ve öç almayı kendine yegâne gaye sayan Kürt çocuğu değişti mi? “Yetmiş yaşındaki bir ihtiyara, onbeş yaşındaki bir çocuğu berdel olarak veren, sonra da çocuğu intiharla öldüren zihniyet değişti mi?. Kan davalarıyla istatistiklerde birinci olan bölgede bu oran değişti mi? Hiç sanmıyorum; bakınız kan, kaldığı yerden akmaya devam ediyor.
Değişmesi de mümkün değildir. Çünkü bunu değiştirecek değerler verilmedi. Eski kuşak Kürtler, dini ve resmi otoritelerden uzak tutularak telkinden, uzlaşıdan, hak ve hukuktan nasipsiz bırakılırken, yeni kuşak ise seküler değerlerle donatıldı. Yani onlar da dinin manevi terbiye ediciliğinden mahrum bırakıldı.
Bunları düşünmek, kendine ayna tutmak yerine, yaşananları hala dış mihrakların işi olarak görmek, “tabanı bitirmeye yönelik” bir eylem olarak değerlendirmek ne kadar doğrudur, bilemiyorum.
Oysaki bu bölgenin çocuğu olan ve bölgeyi çok iyi analiz eden Bediüzzaman, Kürt halkını “zırh gibi saran” o anlayışı değiştirmek için reçetesini çok öncelerden yazmıştı bile: “şarkı ayağa kaldıracak dindir.”
Şimdi herkes şapkasını önüne koyup, Güneydoğu'da kanın yeniden akmasından kimlerin sorumlu olduğunu yeniden düşünmelidir. Belki o zaman o” acımasız zırhı” hep birlikte parçalayabiliriz.
Prof.Dr. Sabri Eyigün - Haber7
@sabrieyigun
Yorumlar3