Kadına şiddeti kimler besliyor?
- GİRİŞ25.11.2013 09:42
- GÜNCELLEME25.11.2013 09:42
Kadına şiddet, önce bireye sonra aile hayatına şiddettir. Bundan dolayı da en çok üzerinde durulması gereken bir sorundur.
Bu konuda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin Türkiye'de hiçbir dönem olmadığı kadar samimi çaba sarf ediyor. Ancak İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü mezunu olan Sayın Bakan, haklı olarak sosyolojik ve psikolojik alan uzmanlığı gerektiren konularda bu alanda çalışan uzmanların görüşüne göre politikalar belirliyor. Kadının toplumdaki statüsünü değiştirme ve mağduriyetlerini gidermek için, aile ve toplumsal dinamiklerimizi dikkate almadan, sadece bireysel özgürlük parolasıyla yola çıkan bazı uzmanlar ise maalesef yanlış yönlendiriyorlar. Bu da kadınların konumunun düzeltilmesi adına iyi niyetli çabaların büyük bir bölümünü ne yazık ki sonuçsuz bırakabiliyor.
Örneğin Avrupa ve Amerika'da örnekleri görülen, eşine şiddet uygulayan erkeğin belli bir süre evden uzaklaştırılması, kamuoyuna büyük bir yenilik gibi sunuldu. Peki ne oldu? Sonuç kadına karşı şiddet ve hatta ölümcül şiddetler daha da arttı veya “görünür oldu!”. Çünkü Sayın Bakana bunu önerenler, ülkenin kültürel yapısını anlamaktan uzak, Batı'daki örnekleri sorgulamadan medeniyet adına, kadını öne çıkarma adına uygulamak isteyenlerdir.
Türkiye'nin hangi bölgesinde alt ay evden uzaklaştırılan, eve gidemediği için de ya annesinin yanında ya da otelde kalan ve bundan dolayı da maddi ve manevi baskı altında bulunan bir erkek, hiçbir şey olmamış gibi eşiyle birlikte yaşayabilir? Yaşayamadığı da ortada. Ölümle sonuçlanan şiddet vakalarının neredeyse büyük bir bölümü, herhangi bir sosyal veya ekonomik nedenden dolayı eşiyle anlaşamayıp da evden uzaklaşan veya uzaklaştırılan erkekler tarafından işleniyor olması bize bir gerçeği göstermiyor mu?
Batı toplumlarındaki uygulamaların aynen bize de dayattırılması şeklindeki örneğe diğer birçok uygulamaları da ekleyebiliriz. Bu konularda yetkililere referans olanların bir bölümünü, feminist yaklaşımlardan ziyadesiyle etkilenen kadınların olması da burada düşündürücüdür.
Batı toplumlarının aile hayatını bitiren feminist kuramlar, 25 Kasım Kadına Şiddete Hayır Günü bahanesiyle yine televizyonlarda kurtuluş reçetesi olarak sunulmaya devam ediyor. Dün bir televizyon programında kadına yönelik şiddete hayır kampanyası yürüten aydın bir köylü kadınla, meşhur bir kadın hakları savunucusunu dinlerken buna bir kez daha şahit oldum.
Amatör bir ruhla “Yün Bebek” adlı bir film de çeviren köylü teyze, aile içi sorunların çözümünde eşler arası iletişimin önemini, erkeğin aslında kadının yardımcı olduğunu, hayatındaki en büyük desteğin eşinden geldiğini anlattı. Diğer entelektüel düzeyi yüksek(!) hanım ise, kadınların şiddet görmemeleri ve daha özgürce yaşamaları için doğrudan “asi” olmaları, erkeğe başkaldırmaları gerektiğini vurguluyor ve çözümün öncelikli olarak devletin sığınma evlerinin sayısını çoğaltmasında bulduğunu belirtiyordu.
Sığınma evlerini erkek-kadın ilişkilerinde kadının “asi” olması için bir güvence olarak gören yaklaşım, aslında kadına yönelik şiddeti devam ettiren ve besleyen yapının kendisi değil mi? . En azından sorunun kaynağını görmemize ve bu doğrultuda çözüm önerileri getirmemize engel olan bir zihniyet değil mi?
Kadın-erkek ilişkileri ve aile hayatının yardımlaşma ve fedakarlık duyguları üzerine kurulu olması gerektiğini vurgulamak yerine, aileyi iktidar mücadelesinini yaşandığı bir arenaya çevirmek, şiddeti beslemekten başka hiçbir şeye yaramaz.
Anlaşılan, “kadına şiddete hayır” demek için, önce bize ait olmayan bu anlayışa “hayır” demek gerekir.
www.sabrieyigun.com
Yorumlar3