“ Babasız evler” ve bizim gerçekliğimiz
- GİRİŞ02.12.2013 08:06
- GÜNCELLEME02.12.2013 08:06
Romanda “ savaş, cephelerden değil, fakat ‘sonrasında' savaşın bitiminin ardından, o savaşta ölmüş babaların ve kocaların geride bıraktıkları insanların evlerinden yola çıkılarak anlatılır.” Savaştan sonra yaşanan farklı bir sosyal savaşın aileleri getirdiği uçurum sergilenir. Çünkü bu yıkıcılık, cephedeki savaştan daha geri değildir. Bunun için iki savaş yetimi çocuk, babasızlıktan kaynaklanan maddi ve manevi ıstıraplarıyla romanın ana figürleri olarak seçilir. Çocukların kimi maddi sıkıntılar yüzünden acı çekerken, kimi de annesinin başka erkeklerle yaşamasından ve bunun çevredeki dedikodularından acı çekmektedirler.
2. Dünya Savaşı'ndan bu yana yaklaşık 65 yıl gibi uzun bir zaman geçti. Bu sürede Almanya, herhangi bir savaş yaşamadığı gibi, halkına ekonomik olarak da tarihinin en müferrah dönemini yaşatmaktadır. Ancak buna rağmen, hem babasız evlerin sayısı, hem de o evlerde yaşayan çocukların dramı katlanarak devam ediyor. Yani, çocuklar açısından ailenin ve evliliğin geldiği nokta, savaştan ve savaş sonrası dönemden de daha büyük yıkımlara sebep olmaktadır.
Gerçi şimdi, batı toplumlarında değişen ve normalleşen ahlaki yozlaşmanın bir sonucu olarak annelerinin başkalarıyla birlikte olmaları ne çevreyi ne de onları eskisi gibi rahatsız etmiyor. Ancak hızla artan boşanma oranları ve bunun sonucu olarak da ebeveynlerden sadece birisiyle yaşamak zorunda olan çocuklar, ruhsal ve fizyolojik olarak sarsılmaya devam ediyorlar. Araştırmalar, Amerika'da daha 1990'lı yıllarda fakir mahallelerde yaşayan her yirmi çocuktan on dokuzunun babasız büyüdüğünü ortaya koyuyor. İngiltere ve Fransa'daki yoksul bölgelerde yaşayan çocukların üçte ikisi bugün itibariyle babasız yaşamaya devam ediyor.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de aynı derecede olmasa da boşanma oranlarının arttığını artık hepimiz biliyoruz. Yılda ortalama 120 bin çift boşanıyor. Bu süreçte eşlerin yaşadığı travmalar ve cinayetler medyanın gündeminden düşmezken, arada kalan ve her durumda hayat mücadelesini ya tek ebeveynli veya yetim ve öksüz olarak sürdürmek zorunda kalan çocuklar pek de gündeme gelmiyor.
Çocuklar, ebeveynlerin boşanmasından sonra, teke ebeveynli olarak hayatlarını sürdürürken, özellikle kıskançlık veya sahiplenme, namus vb gibi duyguların etkisiyle katledilen annelerinin ölümünden sonra bu kez daha büyük bir dramla karşı karşıya kalmaktadırlar. Çünkü bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, ebeveynlerinden sadece birisiyle yaşayan çocuklar, diğer akranlarıyla karşılaştırıldığında, okulda daha başarısız oluyorlar, başlarını daha fazla derde sokuyorlar, duygusal sorunları daha fazla yaşıyorlar ve sağlık sorunlarıyla daha fazla boğuşuyorlar. Ayrıca bu çocuklar, ileride evliliklerini fazla sürdüremeyip ayrılmak zorunda kalıyorlar. Sosyolog Anderson'na göre, babasız evlerde büyüyen çocuklar, "aşırı erillik" diye adlandırdığı, kayıtsız, hatta yırtıcı cinsellik ve şiddet ile tanımlanan sorunlara da neden olabiliyorlar.
Boşanmaya kolaylıkla karar verip, çocuklarımızı babasız veya annesiz büyütmeyi göze almakla yalnız çocuklarımıza hastalıklı bir gelecek bırakmıyor, aynı zamanda aile kurumunun da, toplumun temel yapısının da çökmesine yardım etmiş oluyoruz. İşte günümüzde sayıları hızla artan bu babasız evler, toplumun temelini oluşturan aile kurumunun çöküşünü sembolizme ediyor.
Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığının son dönemde yürürlüğe koymaya çalıştığı eğitim ve danışma hizmetleri, özellikle “zorunlu boşanma danışmanlığı” uygulaması çok yerinde bir karardır, ancak bu çöküşü hangi oranda düşüreceğini zaman gösterecektir.
Yine de asıl sorumluluk boşanan veya boşanmaya karar veren ebeveynlerdedir.
Çocuklara bu travmayı nasıl yaşatabiliyorlar?
www.sabrieyigun.com
Yorumlar6