Meşruiyet vehmetmek taşkınlığa
- GİRİŞ03.10.2014 07:26
- GÜNCELLEME03.10.2014 07:26
Belki bu şartlı önermeden yola çıkan bazı sözde düşünürler, işin kolayını seçmişler. Ahlâk, aile ve kurulu düzen tanımadan, çelişkili bir varoluşçu felsefe temelinde dünyada kendilerince meşru ve mubah kabul edecekleri bir hayat tarzı için Tanrı'dan vazgeçmiş,Tanrıtanımaz olmuşlar. Meşruiyet vehmetmek için belki taşkınlıklarına.
Ama savundukları varoluş, tüm varlıkları Var-Eden'den yoksun olduğu için, hiçlikle sonuçlanmış. Hem önerilen hayat tarzı, hem somut kişilerin davranışları anlamında böyle bir hiçliğe örnek olarak Nietzsche gösterilebilir. Ona göre, hayatta en iyi ve en güçlü olan, yukarıdaki anlamda değer tanımayan ve yalnızca kendini ortaya koyan Übermensch yani üst-insan'dır.
Ne var ki, bu düşüncenin sahibi Nietzsche, önerdiğini sonuna kadar götüremeden intiharı seçmiş... İşte bir Nietzsche ironisi.. Demek ki, Tanrı'yı ve düzeni yok sayarak her türlü davranışı kendine mübah kılmakla mutlu olamıyor insan. Nietzsche, söylemi ve eylemiyle gösterdi bunu bize.
"Tanrı olmasaydı, her şey mubah olurdu" şartlı cümlesini, beşerî gözlem ve deneyim sayesinde, şu ifade karşılıyor: Ama Tanrı var...
Tanrı'yı tanımayanlar gibi, toplum düzenine yönelik değerleri ve hatta devleti de tanımayanlar oluyor. Oysa o değerler, yerine göre, bireyin ve toplumun özgürlük, güvenlik ve refahı için güvence hükmünde. Onlar yitirilirse, Nietzsche'nin nihilizmini andıran bir âkıbet kaçınılmaz olur.
Türkiye'de son zamanlarda devlete taş ve çalım atmaya kalkışanların durumu da buna benziyor. Güdülendikleri amaç ve faktör ne olursa olsun, bunlarda da bir tür otoritetanımazlık zemininde gelişen davranış söz konusudur.
Örneğin, Aysel Tuğluk, nam-ı diğer taş atıcı... Asker taşlayan... Devlet otoritesini tanımadığını, askere taş atarak ifade etmeye çalışan... Suriye'deki devlet zafiyetinin yol açtığı iç savaş ve terör mağduru insanlara (Kürtlere) sınırı açıp korunma sağlayan devletin askerine hem de.
Terör ve şiddetten kaçan insanlara kucağını açan Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik bu davranış, vefasızlığın ötesinde bir de mantık tutarsızlığı sergiliyor. Bu devletin otoritesini reddederek, aslında, (güya varlıklarını savundukları) Suriye Kürtlerini de tehlikeye atmış oluyorlar. Tanrıtanımazlık gibi devlettanımazlık da sonuçta hiçliğe ve mutsuzluğa sürüklüyor onun taraftarlarını.
Türkiye'de meşru devlet otoritesini emniyet ve yargıyı kullanarak devre dışı bırakmayı planlayan bir "paralel yapı"nın taktiği de aynı çizgidedir. Güvenlik ve meşruiyeti nerede arıyor bunlar? En safiyane ve ithamsız soru belki de budur.
Başka sorular da akla gelebilir... Birden bire bir ülkenin Başbakanı ve bazı devlet görevlileri ile ilgili çok ağır suçlamalarla emniyet ve yargı operasyonu gündeme gelmiş, sonra da bunların kanıttan yoksun olduğu anlaşılmış ise, elde edilen (devlete ait) gizli bilgiler yurtdışında kimlerle paylaşılmıştır? Nasıl bir menfaat karşılığında?
Henüz bir kurum olarak devlet mevcut değilse, onun yerine geçecek bir alternatif yapı oluşturulabilir toplum düzeni için. Bu normal ve meşru sayılır, ama bazı çıkarlar uğruna devleti hileyle etkisizleştirmeye çalışmak suçtur; aynı zamanda varoluş amacına ve ilkesine de aykırıdır.
"Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu" demek nasıl varoluş gerçeği ile bağdaşmaz ise, meşru devleti yok sayarak ona alternatif yapı oluşturmaya yeltenmek de varoluş için hizmet beklentisiyle çelişir. Varlığa ihanete dönüşür.
Var-Eden olmazsa, varlık olur mu?
Yanlış bir şartlı davranış önermesi Dostoyevski'ninki. Gerçi O bunu roman kahramanına söyletmiş olabilir, bizim eleştirimiz sözün içeriğinedir. Esas Var-Eden olmazsa, varlık olur mu?
Buradaki mantığı genel olarak kültür ve davranış kalıplarımızda da bulabiliriz. Eğer toplumun zihin kodlarında var olan bazı üst değer yargılarını yok sayarsanız ya da içinde bulunduğunuz toplumda öyle bir değer yargısının gereksiz olduğunu düşünürseniz, herhangi bir toplumsal baskı ve vicdanî rahatsızlık hissetmeden o değerlere aykırı davranışlara girişebilirsiniz. Zamanla bu sizin kültürünüz hâline gelir.
Artık o alanda uymanız gereken sosyal normlar yoktur... Gözlemlenen şey, değerlere ilişkin yozlaşma ile kültürel kısırlıktır. Bu, toplumda insanların tutum ve tercihlerine yansır. Verilen sözler tutulmaz, nezaket bir mütekabiliyet düzeyinde biçimsel olarak bile yer bulmaz insanların hayatında.
Asil davranışların membağı durumundaki yüce değer yargıları köreltilmiştir... Kısa vadeli kaba çıkar ilişkileri, sırıtan ve kendini ele veren sahte incelikler ve eğilip bükülmelerle muhatabı etkileyecek tarzda yürütülür. Uzun soluklu dostluklar için yeterli değildir atmosfer.
Şu Kurban Bayramı arefesinde
Gerçekçi bir duruş marifetiyle yüce değerler kaynağına yakınlaşmayı diliyoruz şu Kurban Bayramı arefesinde. Ondan uzaklaşmayı değil, o kaynağa yaklaşmayı.
İbrahim S. Canbolat
Yorumlar3