Paralel yapıyla mücadele tehlikesi
- GİRİŞ07.11.2014 08:27
- GÜNCELLEME08.11.2014 16:04
Türkiye'de AK Parti hükümetleri döneminde tanık olduğumuz siyasî istikrar ve ekonomik gelişme toplumun geniş bir kesiminde güven duygusu oluşturarak, demokratik süreçte bu siyasî partiye desteğin Cumhuriyet döneminin rekoru olacak şekilde devam etmesini sağladı. Karşılıklı çıkar temelinde bir hizmet ve destek, devlet ve halk sinerjileri (ortak etki) söz konusu burada.
Toplum ve devlet, olması gereken yönde bir normalleşme sürecine girdi; askerî ve siyasî vesayet yerine, halk iradesini ve değerlerini önemseyen bir anlayışla hükümet etme tecrübesi kazanıldı. Hükümet partisine oy veren de, vermeyen de memnun oldu ülkeye getirilen yeniliklerden. Vergilerin israf edilmeyip ülkenin refah düzeyinin yükseltilmesi için harcanmasından... Ulaşım ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesinden, sinir bozucu bürokrasinin azaltılmasından...
Ve çok önemli, hattâ ilk kez bir hukûkî güvence ile de desteklenmiş olan bazı temel insan hakları uygulamaları devreye sokuldu bu dönemde. Başörtüsü yasağının kaldırılması, okullarda dinin çok yönlü öğrenilmesine yönelik dersler konulması, bazı vatandaşların anadillerini konuşma yasağı gibi bir zulme son verilmesi bunun örnekleridir.
Ama gel gör ki, nerede güzel ve hayırlı işler oluyorsa orada bozguncular da boş durmuyor, şeytan at oynatıyor... Fitne peydahlanıp büyü(tülü)yor.
17 Aralık süreci bu anlamda Türkiye'yi bir kez daha içeriden ve dışarıdan hırpalamaya, etkisizleştirmeye zemin hazırlayıcı biçimde gelişiyor. 28 Şubat sürecinin başka bir konjonktürde, farklı aktörlerle yeniden tezgâhlanması bir bakıma.
Bu, öncekinden daha tehlikeli olabilir. 28 Şubat sürecinde hükümet (Erbakan hükümeti) yabancı cisim kullanılarak devrilmişti, ama halk bunu bildiği için daha sonra kendi özünden olduğuna inandığı bir kadroyu tekrar iktidara getirdi ve destekledi. Şimdi bu geniş halk desteğini sinsî bir oyunla, bir üçüncü boyut bozgunculuğuyla kırmaya çalışıyorlar. Çünkü mevcut koşullarda başka araçlarla (partinin hukûken ya da askerî darbeyle kapatılması gibi) bu partinin ülke yönetiminden uzaklaştırılmayacağı anlaşıldı.
Öyleyse, AK Parti hükümeti, bu plana göre, kendini iktidara getiren halkın eliyle düşürülmeliydi. Gezi Parkı eylemlerinin, alan genişletilerek, ülkede bir kalkışmaya dönüşmesi için yapılan çalışmalar da unutulmamalı.
Ama bu da başarılı olmadı. Halkın feraseti bu planı bozdu.
Ne var ki, AK Parti'ye destek ve gönül veren insanların bir kısmının bu sürecin devamında karşılaşacakları ekonomik ve sosyal mağduriyetler sebebiyle halkın desteğinin azalması kaçınılmaz olabilir. İşte bu AK Parti hükümetini, bir üçüncü boyut hedefi ve planı sayılabilecek olan, beslendiği kaynağı kurutarak, kendi ipiyle boğmak anlamına gelir.
17 Aralık süreci sonuçta buna hizmet ediyor.
Şimdilerde somut örneklerle, belki de hiç öyle kolay hesap edilmeyecek türden sorunlarla kamuoyu gündemini işgal etmeye başladı bu. 30 Ekim 2014 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararları arasında yer alan " paralel yapıyla mücadele" iradesinin hayata geçirilmesinde siyasî otoriteye büyük sorumluluk düşüyor. Henüz o karar hükümet tarafından bürokratik kanallara iletilmeden, bazı devlet kurumlarında "Ankara'nın emri" olarak algılanıp belirsiz ve keyfî uygulamalara dönüşmüştür bile.
Örnek mi? Çok taze ve somut örneği var. Daha önce de dile getirdik, gerekirse bunları açıkça konuşuruz.
Mesele şudur: Paralel yapı ile ilişkilendirilen bir kurumdan ayrılmış birinin asla devlet kurumlarında istihdam edilmeyeceği söyleniliyor. O kişi gerçekte AK Partili olsa bile böyle bir durumla karşılaşıyor. Bu sayılar ileride artacaktır.
Her şeyden önce bir bilgisizlik ve belirsizlik var burada. Bir kıstas yok, neye göre o kişi ya da kurum paralel yapıcı olarak görülecek? Buna kim karar verecek?
İşsiz kalan insanların içine düştükleri durumdan kim sorumlu? Bunları dışlamaya kimin hakkı var? Siyasetin hele hiç hakkı yok, toplumun huzur ve güvenliğinden o sorumlu.
Paralel yapıyla mücadele stratejisi asıl amacının dışına taşarak uygulandığı taktirde, AK Parti'nin kuruluşundan itibaren açıkladığı ve hükümet uygulamalarında da görülen bazı temel ilkeler ve hedefler de zarar görür bundan.
Bütün bunları bir araya getirdiğinizde, uzun vadede hükümetin üzerinde ağır bir yük olacağını görürsünüz. Ülkede sayıları gittikçe artan aileler geçim derdine düşer, güven bunalımı doğar. Halk bölünür, destek azalır.
Bir de fitne güç kazanır, Türkiye yara alır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun son zamanlarda ifade ettiği, Türkiye'nin bozgunculara karşı inşa edici rol üstlenmesi, yukarıda dile getirilen risklere karşı da siyasetin/hükümetin uygun önlemler geliştirmesini zorunlu kılar. Kendisine bu yolda kolaylıklar diliyoruz.
İbrahim S. Canbolat
Yorumlar7