İdare etme mecburiyetinden kurtulmak
- GİRİŞ02.12.2014 08:13
- GÜNCELLEME03.12.2014 07:59
Bu ilişkilerin toplum, kurum ve insan yararı gözetilerek somut bir biçimde hayata geçirilmesi işine ise idare(cilik) denilir. İdare(cilik), koşullara bağlı tercih ve mecburiyeti de beraberinde getirir; keyfî bir yönetim anlayışına izin vermez.
Demek ki, iktisat etmek ile idare etmek arasında doğrudan bir ilişki var. İdare etmek, belki de bundan dolayı, tahammül gücü ve sabır da gerektirir.
Eskiden, bir aydınlatma aracı olarak kullanılan, sadece gaz ve sabit bir fitilden ibaret olan ve adına idare denilen lâmba vardı. Etrafında onu rüzgâr gibi dış etkenlerden koruyacak bir cam fanus olmadığı gibi, fitilin yukarıya veya aşağıya doğru çekilmesiyle ışığın ihtiyaca göre ayarlanmasını sağlayan bir mekanizma da yoktu.
Olanla yetinme mecburiyeti... Ama gece karanlığında (ya da bir tür kıtlık esnasında) işlerin mevcut koşullara uygun biçimde, olanaklar ölçüsünde halledilmesi... İşte idare buna denilmişti.
Bu anlamda düşünüldüğünde, çok boyutlu bir idareden söz edilebilir. Herhangi bir iş esnasında muhatabınızın durumuna bağlı olarak sizin de işi idare etmeniz gerekebilir, örneğin... İşi idare etmenin hem yararlı, hem de sakıncalı yanları bulunabilir.
Uzun vadede belirli bir hedefe doğru ilerlerken ufak tefek norm sapmaları ya da bazı temel ilkelerle çelişkiler söz konusu olsa bile asıl büyük amaç için bunlara göz yumarak, bir bakıma işi idare etmeye çalışmak acaba hangisine uyar? Yararlı mı yoksa sakıncalı mı görülür?
Kuşkusuz bu, eylemde bulunanın motivasyon ve referans kaynağı ile toplumdaki değer yargılarına bağlı bir sonuçla kendini belli eder. Bu yüzden de izafî (görece) bir durumla karşılaşırız. Bu iki zıt istikamette varlık gösteren keyfîlikten kurtuluş, ancak, evrensel hak ve adalet ilkeleri temelinde bir toplumsal duyarlıkla mümkün olabilir.
Başka bir ifadeyle, toplumsal bilinç oluşumu...
Toplumda fikir ve kanaat önderleri, bilim dünyasının hakikat/gerçek araştırıcıları en başta gelen sorumlulardır toplumsal bilinç oluşumunda. Bilgiyle yenilenmede...
"Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu!"...
Gerçek bilgi, benliği ve ikiliği değil teklikte varlığı işaret eder. Bir'de yok olmak.. Toplumsal açıdan bakıldığında bu, toplum menfaati ile kamu düzeninin bireysel çıkarların üstünde tutulması anlamına gelir. Şu ya da bu hizbin, cemaatin çıkarı değil her bir unsuruyla tüm toplumun ve ülkenin selameti... Hak ve adalet ölçüleri gereği,hiçbir bireyin zulme ve haksızlığa maruz bırakılmaması...
İşte adalet terazisi... Tektir, herkese aynı şekilde uygulanır. Burada yukarıdaki anlamda idare etmek geçerli değildir.
İdare etme olgusunu kaynakların kıtlığı ve bilinç zafiyeti olarak iki farklı yoksunluk vurgusuyla da açıklamak mümkün. Her ikisinde de işi idare etmek gibi bir tercih ya da zorunluluk görürüz. Birincisinde mecburiyet daha baskın iken, ikincisinde bilgisizlik ve bilinç zayıflığı hâkimdir. Buna (ikincisine) bir de kendine özgü çıkar algılaması eklenince, keyfîlik ve adaletsizlik ortaya çıkar.
Bunu bir dış politika konusuyla gösterecek olursak; örneğin, Türkiye'nin Suriye sorunuyla ilgili kriz yönetimi, kaynakların kıtlığı ile açıklanabilir. Ülke sınırına bitişik durumdaki krizin tehdit potansiyeli diğer uluslararası siyaset aktörlerini Türkiye kadar etkilemediği için, bu çevrelerde sorunun kalıcı çözümüne yönelik irade noksanlığı gözlemleniyor. Bu bir yandan Türkiye'nin planlanan Suriye politikası için gerekli kaynak/dış destek kıtlığı anlamına gelirken, diğer yandan siyaseti içeride mülteci sorunuyla uğraşmaya da mecbur bırakıyor. Kıt kaynaklarla dış politika uygulaması sonucunda, hedeflenen başarı elde edilemiyor. Bu örnekte de bir tür idare etme işi görüyoruz. Zorunluluktan doğan bir idare etme...
Bu tespitlerden sonra şu soru akla gelebilir: Acaba biz dile getirilen idare etme zorunluluklarına ne derecede mecburuz? İlgili konuda bizi sınırlandıran kıt kaynaklar her koşulda değişmez veri hükmünde midir?
Dış politika muhatapları etik değerlere duyarsız bir Realpolitik ile Türkiye'yi yalnızlaştırıcı hamleler yaparken, Suriye'de devlet zulmüne karşı baştan beri (haklı, idealist) karşı duruş pozisyonunda ısrarcı olmak, dış politikada bir bakıma idare etme mecburiyeti ile sonuçlanıyor.
Türkiye'nin dış ve iç siyasette hareket yeteneğini artıracak tarzda yeni seçenekler üretme zamanı çoktan geldi, geçiyor. İdare etme mecburiyetinden kurtulmak için.
İbrahim S. Canbolat
Yorumlar4