Türkiye gemisi bu, Nuh'un gemisi değil
- GİRİŞ06.02.2015 07:50
- GÜNCELLEME07.02.2015 10:20
Yaratılmış olan insanın yaratılışdan sonraki ilk tecrübesi, kendisine beyanın öğretilmesidir. "Rahman (Esirgeyen), insanı yarattı ve ona beyanı öğretti..." Düşüncelerini, duygularını beyan edip dile getirmeyi öğrenen insan, Yaratıcı'nın sorusuna yanıt verecek duruma geldi.
- Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Soru buydu. İnsanın yanıtı da olumlu:
- Evet, dedi, insan. Sen bizim Rabbimizsin.
Soru, öğretici. Bir ilke koyuyor. İrade sahibi insana ne bir düşünce empozesi var, ne de inanma zorunluluğu. "Dinde (inançta) zorlama yoktur."
İnsanın sorumluluğu da buradan geliyor. Suç ve ceza ancak bundan sonra anlamlı olur. Önce beyan ve kelam ile tanınır insan. Bu ona sorumluluk yükler. Suç ve ceza bu sorumluluk çerçevesinde değerlendirilir.
Nuh'un Gemisi, söze sadakatini yitiren insanın tufanla cezalandırılmasına karşılık, söze sadık kalanların kurtarılıp bir süre dünyada sınanmaları için yapılmıştı. Nuh'un Gemisi'nde bulunanlar belirli bir amaç için orada yer alan homojen bir topluluktu, bunların gemide başka seçenekleri yoktu. İlahî bir planla yeni bir başlangıç için zamana sevk edilmişlerdi.
Sadece insan değil, her canlıdan birer çift... Çünkü insanın varlığı, diğer canlıların da varlığını zorunlu kılıyor.
Nuh'un Gemisi'ndeki insanların (iman etme seçiminden sonra) o süreçte kendilerine özgü iradeleri söz konusu değilken, örneğin Türkiye gemisinde asgarî müşterekte bir vatan edinme bilinciyle özgün irade sahibi toplumsal farklılıkların muhtelif hayat tarzları mevcut. Burada güvenlik, refah ve istikrar için çeşitli fikirlerin özgürce beyan edilmesi, önemli ve gereklidir. Son zamanlarda Türkiye'de muhtelif basın ve yayın organlarında düşüncelerini açıklayan, bunu sürekli bir iş olarak yapan bazı yazarların işyerlerini değiştirmek durumunda kalmaları, bu anlamda iyi bir gelişme değildir.
Ancak, şunu da ifade etmek gerekir: Eğer yazar öteden beri belirli bir istikamette kanaat ve düşüncesini beyan ediyor ve yeni yerinde de bunu sürdürüyorsa, onun açısından bir sorun yok... Ama yazar konjonktüre bağlı bir fikir sapması sergiliyorsa, orada zaten önemsenecek bir fikir olmadığı anlaşılır. Bu durumda, farklı düşünce ve tercihlere tahammülsüzlüğün adresi, ilgili medya organı olmak durumundadır. Birine aykırı gelebilecek görüşler eğer başka bir medya organında dile getirilebiliyorsa, bu, o ülkede yasakçı bir siyasî rejim/irade bulunduğu anlamında yorumlanmaz, çünkü görüşlerin başka bir yerde serbestçe ifade edildiği gözlemlenmektedir.
Ama buna rağmen, basın-yayın organlarına yansıyan bu ayrışma ve kutuplaşma, toplumda karşılığı olan kültürel bir kırılmanın habercisidir. Böylesi kolektif ayrıştırıcı davranışların görüldüğü bir toplumda kültürel, siyasî ve ekonomik üretim potansiyeli tümüyle hayata geçirilemez. Söz konusu üretim yeteneği zayıflar.
Nuh'un Gemisi'ndekilerin kurtuluşu ilâhî takdir ile garantilenmişti. Türkiye gemisinde bulunan insanların kurtuluşu ve gönenci ise ancak oradaki söz ve eylem erbabının Türkiye gerçekliğine uygun aklı selim yolunu tercih etmeleriyle mümkündür. Sınav devam etmektedir.
Önce insan... Varlık âlemindeki konumunu düşünen, sorgulayan ve kendince yanıtlar bulan insan... Ve bu insanın birey ve toplum olarak özgürce, refah düzeyinde varlığını sürdürmesi için gerekli siyaset... Siyasetin hak ve adalet ölçüsünde yürütülmesinde denetleyici bir güç olarak halk iradesi... Halk iradesinin oluşum koşulları ve bununla bağlantılı olarak toplumun temsil yeteneğine sahip kanaat önderleri...
İşte sözü edilen aklı selim yolu ve sorumlu davranış için dikkate alınması gerekenler. Kelam/beyan yeteneği ve konumunda olan hiçbir kişi, hiçbir siyasî parti ve siyasetçi kendini söz konusu sorumluluğun dışında tutamaz.
Bu olguyu gözardı edip halkın iradesini de yok sayarak, devleti (Türkiye Cumhuriyeti'ni) uluslararası güç odaklarının zımnen müdahalesine açık hale getirmek, üstelik bir de dinî hizmet görüntüsü altında, Türkiye gemisini açık denizlerde büyük fırtınaya maruz bırakmak sayılır. Son yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminde halk bu tehlikeyi fark ederek yapmıştır tercihini.
Bu dönemde yüksek oranda bir halk desteğiyle yeni görevini üstlenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'de siyasî sistemin değiştirilmesine yönelik talepler dile getirmesi de, aslında, Türkiye gemisinin fırtınalardan korunarak hedefe doğru güvenle yol alması düşüncesine dayanıyordur. Başkanlık sisteminin ne derecede bunu sağlayacağı ise siyaset ve bilim çevrelerinde de araştırılıp tartışılabilir, bundan kaçınmamak gerekir. Hayırlı/faydalı dönüşümler, sağlıklı istişareler sonucunda gerçekleşir.
Hâlen Türkiye'de gözlemlenen siyasî atmosferde, özellikle de Cumhurbaşkanı'nın doğrudan halk tarafından seçilmesinden sonra, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamlarının siyaset ve kamuoyu nezdinde farklı değerlendirmelerle gündeme geldiğine tanık oluyoruz. Bu normaldir, çünkü Başkanlık Sistemi'ne yönelik adım ilk aşamada (halkın seçtiği Cumhurbaşkanının varlığı dikkate alındığında) başarılı olmakla beraber henüz ileriki süreçte gerekli hukûkî düzenleme gerçekleşmemiştir. Başkanlık Sistemi'nin hukûkî ve fiilî anlamda kurumsallaşması için anayasa değişikliği gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da 7 Haziran 2015 Genel Seçimi'ni bu ikinci aşama için halkın desteğinin aranılacağı bir evre ve mekanizma olarak görüyor.
Türkiye'nin güvenliği ve istikrarı için bir an önce siyasî sistemin de halkın iradesi ve ihtiyaçları ile örtüşecek tarzda doğal meşruiyetini yansıtması gerekir. Aksi halde hem ülkede genel olarak siyaset kurumu gereksiz tartışmalarla yıpranır, hem de AK Parti'nin Erdoğan sonrası yönetim kadrosu ve partinin kendisi zafiyet yaşar. Sonuçta, mevcut koşullarda Türkiye gemisi zarar görür bundan. Bir üçüncü boyutun planlı ve uzun soluklu örtülü müdahalesiyle, 17 Aralık sürecinde kendini belli eden, devlete karşı paralellik tartışmasının ülke içinde ve dışında başka unsurları da kapsayacak şekilde sürdürülmesi yerine, soruna ilişkin hukûkî ve idarî düzeyde ne gerekiyorsa onun yapılması daha iyi olur.
Aklı selim yolunun seçileceğini umuyoruz.
İbrahim S. Canbolat
Yorumlar8