Üç boyutlu operasyon ve Türkiye
- GİRİŞ28.07.2015 07:47
- GÜNCELLEME29.07.2015 07:57
Geçenlerde bu kişinin Türkler ile ilgili bir tespitini okudum. Şöyle diyor: Türkler eğer incitilirse, ya önemsemez ve boşverir, ya da ciddiye alır ve çok sert karşılık verir. Ağlayıp sızlayarak kendine acındırmak istemez.
Bir yabancı araştırmacının Türkiye tespiti. Son zamanlarda Tükiye'nin yanıbaşında, Suriye ve Irak'ta cereyan eden ve Türkiye'ye de zararı dokunan şiddet eylemleri karşısında (23 Temmuz ve sonrasında) alınan önlemler, Prof. McCharty'nin gözlemini anımsatıyor. Amacımız tabii ki söz konusu gözlemin test edilmesi değildir, ama tarihsel süreçte kamu vicdanında ve kolektif algıda milletlerin varoluşları ile ilgili bir bilgi ve kanaat oluşması ve bizim de buna tanıklık etmemiz bakımından önemlidir bu gözlem.
Gerçekte ne oldu?
Türkiye'de 7 Haziran 2015 seçimleriyle belki bir kırılma sayılabilecek yeni bir döneme girildi. Siyaset ve etnisite üzerinden Türkiye'nin sarsılması için elverişli bir konjonktür olarak görülebilecek bu yeni dönemde ülkenin güney sınırlarındaki IŞİD/DAEŞ ile PKK-PYD eylemleri dikkat çekici ölçüde iç siyaset konusu oldu. Türkiye IŞİD'e örtülü destek vermekle itham edildi. Suriye'de rejime muhalif güçlere sağlanan yardımın bazı çevrelerce manipüle edilmesi,amaç dışında bir etki yaratması sonucunda, Türkiye içeride ve dışarıda farklı bir imajla gündeme gelir oldu.
Bu bir yandan Türkiye'yi uluslararası alanda yalnızlaştırırken, bir yandan da ulusal kamuoyunda kutuplaşmalara zemin hazırladı. Bir AK PARTİ karşıtlığı oluştu. Bunun içerideki ekonomik, siyasi ve toplumsal gerekçeleri ayrı bir konu olarak incelenebilir, ama güncel hadiselerin kaynaklandığı sebepler anlamında konuya eğildiğimizde görüyoruz ki, şimdi esas taşların yerine oturacağı bir tablo ortaya çıkmıştır.
Yapılan işlerin amacı kadar, belki ondan daha önemli olarak, gerekçesi belirleyici güce sahiptir. Hüküm ve kanaat için bu daha önceliklidir. Devlet ve vatan ile ilgili sözlerin eyleme dönüşme zamanı da böylesi gerekçeli zaman diliminde yankı bulur ve anlam kazanır. Örneğin HDP Eşbaşkanı'nın sarfettiği "vatanın sahibi", "vatanın haini" gibi sözler, içeriği ve gerekçesi tam anlamıyla doldurulamadığı takdirde, havada kalır. İnandırıcı olmaz. Dahası, vatanın selametine yönelik önlemleri eleştirip vatanın huzurunu bozacak teröristleri savunduğu sürece, demokratik sistemde siyaset yapma amacından da kuşku duyulur.
Devlet ve vatan kavramları soyuttur; bunları insan, bina (yerine göre saray), hak ve adalet ölçülerinden beslenen yöntem ve kararlılık, hukukun gücü ile donanımlı değerler ve bunlara dayalı uygulama ile somutlaştıramadığınız zaman devletten ve vatandan eser kalmaz.
Türkiye'nin 23 Temmuzda başlattığı operasyonlar, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun ifade ettiği gibi, yukarıda belirtilen anlamda, "devletin varoluş meselesi" bağlamında düşünülmesi gereken bir karaktere sahiptir. Başbakan'ın açıkladığı şekliyle, operasyonlara yönelik siyasi kararın temelinde üç husus ve gerekçe var:
Birincisi, ülkede demokrasinin korunması. Temel insan hakları ve özgürlüğü ruhuna uygun olarak kişisel siyasi tercihler devlet güvencesinde olmak zorundadır. Bu da, devletin yeri geldiğinde ( örneğin PKK militanlarının vatandaşın özgür seçimine müdahale etmesi durumunda) meşru güç kullanımını zorunlu kılıyor.
İkincisi, kamu düzeninin korunması. Bu da devletin görevidir. Terörist grupların yol kesip vatandaşı tedirgin etmesi, can ve mal kaybına sebep olması, adam kaçırması, büyük kentlerde silahlı gösteride bulunması devletin varlığını da tehlikeye düşürür.
Üçüncüsü, özellikle sınırötesinde IŞİD/DAEŞ karargah ve toplanma yerleri ile PKK'nın Kandil'deki lojistik mekanlarının vurularak imha edilmesi marifetiyle uluslararası topluma Türkiye'nin güç ve kararlılığının gösterilmesi.
Böylelikle, üç boyutlu başarılı bir operasyon gerçekleştiren Türkiye hem ulusal düzeyde kendi kamuoyuna, hem de komşu ülkeler ve dünya kamuoyuna bir söylemde bulunmuş oluyor. Suriye kuzeyinde faaliyette bulunan PYD'ye "bana zarar vermezsen, sana dokunmayacağım. Ama PKK terörüne destek verirsen durum değişir" diyor. Dış dünyaya da Türkiye'nin düşmanı değil, dostu olmanın kazanç getireceği mesajını veriyor.
En önemlisi de tabii ki, ülke içerisinde bu durumdan çıkartılacak ders. Öncelikle şunu ifade delim ki,7 Haziran seçimlerinden sonra meclise giren HDP kendi geleceği için bir karar vermek durumunda. Demokratik ilkelere bağlı bir siyasi parti gibi davranmayıp PKK terörüne lojistik destek arayışında olursa, bilmelidir ki, demokrasilerde buna hukuken izin verilmez. Parti yöneticilerinin bunun bilincinde olarak söz sarfetmeleri, milletvekillerinin de yeni kimlikleriyle (mesela haber proğramlarına yansıyan silah sevkiyatına aracılık etme gibi) davranışlarına çekidüzen vermeleri gerekir.
Mevcut siyasi ortam ve güvenlik sorunları ülkede toplum ve siyaset düzeyinde aklıselim ve dayanışma ruhu ile üretkenliği zorunlu kılıyor. Koalisyon müzakerelerinin yürütüldüğü şu günlerde tek parti iktidarı yerine, siyasi sorumluluğun paylaşıldığı bir koalisyon hükümeti oluşturma mecburiyetinin hikmeti belki daha iyi anlaşılabilir.
Sonuçta, Tükiye'nin gerçek kimliği ve gücü, yanıltıcı sahte imajlardan arınmış olarak, prof. McCharty'nin zihninde yer ettiği gibi yeniden ortaya çıkabilir. Esas yeni Türkiye belki de böylesi badirelerden geçerek kendini gösterir.
İnsanla ilgili olarak, "Çöl sıcağı ve soğuktan geçmeden tanımak / Mümkün değil insanın ayarını", denilmiş, Doğu-Batı Divanı'nda. Devlet ve ülke de insansız düşünülemeyeceğine göre, Türkiye için de geçerlidir bu. Hep söylenildiği gibi,önce, insan. Ama sözde kalmaması şartıyla.
İnsanın her kademede, toplumda, siyasette, işte önce kendini sorgulaması ve topluma faydalı olacak bir dönüşüme hazırlaması dileğiyle, evet, önce insan.
İbrahim S. Canbolat
Yorumlar2