D-8'i yutan G-20 ne yapar?
- GİRİŞ16.11.2015 08:12
- GÜNCELLEME17.11.2015 07:51
Türkiye G-20'nin bu yılki Liderler Zirvesi'ne ev sahipliği yapıyor. On dokuz ülke lideri ile Avrupa Birliği temsilcisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dönem başkanlığı görevini üstlendiği G-20 Zirvesi için geldikleri Antalya'da ne konuşacaklar? Herşeyden önce, G-20 ne demek? Kim bunlar?
Aslında, içerik ve tarz itibariyle şirâzeden çıkan uluslararası üretim ve tüketim kültürünün küresel talep ve çıkarlara uygun biçimde yeniden pazarlanmasına yönelik bir oluşumdur G-20. Öncelik, ekonomik üretimdedir. Üyeleri zaman içerisinde Avrupa, Amerika ve Asya merkezli ekonomik-siyasi kimlikle, G-7, G-7+1 ve G-20 olarak ifade edildi, böyle tanındı.
Soğuk Savaş döneminde kapitalist blokta 7 gelişmiş ülke anlamında G-7 adı altında toplanan Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, ABD,Kanada ve Avustralya'ya Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra biraz da siyasi gerekçelerle Rusya Federasyonu da eklendi. Ama buna G-8 denilmedi, G-7+1 diye anıldı. Çünkü önceki grup üyeleri ile Rusya arasında hem gelişmişlik kriteri açısından hem de jeopolitik çıkar algısı bakımından farklılık söz konusu idi.
1990'ların sonlarına doğru şimdiki G-20 için zemin hazırlayıcı nitelikte gelişmeler oldu. Johan Galtung'un merkez-çevre ülkeleri ilişkilerinde gözlemleyip dile getirdiği "yapısal bağımlılık" olgusunu sürekli kılma siyaseti olarak yorumlayabileceğimiz girişimler de vardı bunlar arasında. Örneğin, Avrupa Birliği 1997 yılında 10 Asya ülkesi ile bir Asya-Avrupa Vakfı kurdu. Başına da Almanya Federal Ekonomi Bakanı Helmut Hallssmann getirildi.
Singapur'da kurulan bu vakfın amacı, iki kıta arasında "bilimsel ve kültürel değişimin sağlanması" olarak açıklandı. Çok genel ve anlamlı bir amaç. Kültürel değişim... Ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerin istikrarı ve müşteri potansiyeli böyle bir kültürel dönüşüme bağlı çünkü.
Burada bizim için asıl ilginç ve önemli olan, 1996 yılı sonunda başlayıp 1997'de tamamlanan bir projedir. Rahmetli Erbakan Hoca'nın Başbakanlığı sırasında başlatılan D-8 projesi. Türkiye'nin öncülüğünde biraraya gelen sekiz gelişmekte olan ülke dünyada "çatışma yerine barış, sürtüşme yerine diyalog, sömürü yerine işbirliği, çifte standart yerine adalet, ayrımcılık yerine eşitlik, baskı yerine demokrasi" hedeflerini ilan etmişlerdi. Oysa bu, Galtung'un da belirttiği gibi, merkez ülkelerin çıkarlarına aykırıydı. Avrupa Birliği'nin Asya ülkeleriyle "bilimsel ve kültürel değişim" temelinde işbirliği öngörerek, iki D-8 ülkesini (Endonezya ve Malezya) kendi safına çekmesi, yukarıdaki anlamda Batılı merkezin çevreye müdahalesi demekti.
1960'ların başında itibaren dünya nüfusunun dörtte üçünü oluşturan gelişmekte olan ülkelerin daha âdil bir uluslararası ekonomik düzen için talepte bulunup mücadele vermelerinin son örneği de böyle bir karşı dirençle etkisizleştiriliyordu.
Öte yandan, bu dönemde Rusya ile Çin Halk Cumhuriyet'inin de serbest piyasa koşullarına uygun davranış sergilediklerine tanık oldu dünya. Zaten Avrupa Birliği'nin Asya-Avrupa Vakfı marifetiyle özel ilişkiler geliştirdiği ülkeler arasında Çin de bulunuyordu. Bu durum kapitalist üretim ve tüketim kültürünün daha geniş ölçekte kabul görmesine fırsat hazırlayabilirdi.
Avrupa Birliği'nin Asya ülkeleriyle geliştirdiği kültürel değişim amaçlı işbirliği projesinden iki yıl sonra, 1999'da, Amerika Birleşik Devletleri'nin girişimleriyle bu defa Latin Amerika'dan üç, Afrika'dan da bir ülkenin (Güney Afrika) katılımıyla küresel ölçekte, sembolik de olsa, 20 üyeli bir ekonomik işbirliği platformu meydana geldi. Bu, bir bakıma, gelişmekte olan ülkelerin daha önce görmezden gelinen âdil uluslararası ekonomik düzen taleplerine kısmen alternatif yanıt gibi düşünülebilir.
Burada eski G-7 Ülkelerine ek olarak Latin Amerika'dan Meksika, Arjantin ve Brezilya yer alırken; Asya'da Çin, Japonya, Hindistan, Endonezya, Güney Kore bulunuyor. Rusya, Türkiye ve Suudi Arabistan ekonomik, siyasi ve stratejik sebeplerle G-20 oluşumunda varlık gösteriyor. Yani bunların hepsi gelişmiş merkez ülkelerden değil.
Sonuçta, Amerika Birleşik Devletleri'nin 1990'da ilan ettiği serbest piyasa ekonomisi ve liberalizm temelinde bir "yeni dünya düzeni" için şeklen ve zahiren uygun bir atmosfer görülüyor.
Peki ama 1990'lardan günümüze kadar özellikle Türkiye'nin çevresinde, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlar bölgelerinde gözlemlenen iç savaş ve insanlık suçları sebebiyle hayatlarını kaybeden, yurtlarından göç etmek zorunda kalan insanlar... Bunlar hangi düzenin mağdurları?
Irak ve Şam'da güya İslam Devleti kurduğunu söyleyip kültür ve insan katliamında bulunanlar hangi ekonomik ve siyasi düzenin ürünü? Ortadoğu'da Arap Baharına önce göz kırpıp sonra iç savaş rüzgârına yelken açmak hangi demokrasi ilkesinin emri?
G-20 böyle bir arka plan üzerinde gelişti.
Türkiye'nin burada bulunması kötü mü, o halde?
Hayır. Uluslararası ilişkiler ve siyaset, ne yazık ki, idealizm çizgisinde yürümüyor. Sizin ulusal çıkarınız için "mümkün olan en iyi" ne ise onu aramak, takip etmek zorundasınız. Mevcut koşullarda da Türkiye kendi ülkesinin ve yurttaşlarının güvenlik ve refahı için destek araçları bulabilir. Hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde.
Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler için de, deneyim ve girişimleriyle yardımcı olabilir. Dünyadaki ülkelerin sayıca yaklaşık yüzde 10'unun, ekonomik üretim/tüketim olarak ise yüzde 90'ın temsil edildiği bir ülkeler grubunda yer almanın sorumluluğu hiç az değildir.
Demek ki, adaletli bir küresel ekonomik düzen için çaba sarfetmek gerekiyor hâlâ. Bunların konuşulması bir mecburiyet olarak duruyor G-20 gündeminde. Ne kadar konuşulacağı ise meçhul.
Türkiye'ye gelince; son dönemde yaşadığı sorunlar, karşılaştığı güvenlik riskleri ve hatta ulusal beka sorunu 1 Kasım Seçimlerinde halkın feraseti ve iradesiyle çözümlenmiş görünüyor. En azından, içinde bulunduğumuz dönemde. Bu demokratik çözüm yolunun sağladığı meşruiyet, büyük bir değer ve anlam ifade eder. Türkiye'nin komşuları ve tüm dünya farkında bunun.
G-20 Zirvesi'ne ev sahipliği yapan Türkiye, işte böyle bir ortamda ifa ediyor o görevi. Bu yönüyle de kendisi için bir tanıtım vesilesi oluyor.
Ama yukarıda değindiğimiz işin aslını ve arka planını unutmadan.
İbrahim S. Canbolat
icanbol@hotmail.com
www.twitter.com/icanbol
Yorumlar2