Devlet ahlakı!

  • GİRİŞ06.07.2024 09:41
  • GÜNCELLEME06.07.2024 09:41

2 Temmuz 2024 akşamı oynanan Türkiye-Avusturya maçını biz, 2-1 kazandık. Her iki golümüzü de Merih Demiral kaydetti. 26 yaşındaki sporcumuz, attığı goller üzerine sevincini bozkurt işareti yaparak gösterdi…

O’nun Selçuk Kartalı gibi sembolik bu hareketi, İsrail’in gazete şeklindeki paçavrasından Alman Bild deste kâğıdına, Alman İçişleri Bakanına ve UEFA’ya kadar birçok yeri sanki çıldırttı. Hâlbuki bu tepkiyi verenlerden İsrail, Gazze’de soykırıma devam etmekte, Almanya, bugün de Naziler üzerinden soykırım bulaşığı taşımakta. Mavi boncuk dağıtıcısı UEFA da söz konusu Müslüman Türk olunca futbolcumuza iki maçtan men cezası vermeden edemedi. Garabete bakmalı ki onların bize karşı husumetlerini saklayamadıkları günlerde Fransa’da ırkçı parti seçimleri kazanıyordu.

Millî takımımızı da futbolcumuzu da haysiyetimizi de sahipsiz bırakamazdık. Bu sebeple bu olaydan hemen sonra 4 Temmuz 2024 günü "341 Yıl Sonra Viyana’ya Mukabele!.." başlığıyla bir makale kaleme aldık. Merih Demiral’ın ruh hâlini anlamak için Türkiye gazetesindeki bu yazımızda daha başka hatırlatmalarla beraber II. Viyana Muhasarası hatırlatması da yaptık:

Viyana’da kuşatma tam zaferle bitecekken 12 Eylül 1683’te hüsranla neticelendi. Tarihimizde Fetihler Dönemi kapanmıştı. Böyle bir hazin tecelli, sonraki 4 asır boyunca gelen nesilleri şu veya bu kadar sarsmıştır. Onun için Merih’in gollerini Viyana surlarına yollanan güllelere benzettik. Şimdi hâdise daha iyi anlaşılsın diye bir nebzecik de olsa II. Viyana Muhasarası ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın seciye ve devlet ahlakıyla zamanı üzerinde duracağız…

Viyana kuşatılmadan evvel Harb Meclisi toplandı. Bu istişare meclisinde devlet umuru görmüş Paşalar, Sadrazama evvela Macaristan’da bulunan Yanıkkale’nin fethedilerek kuvvet kazanılması, bilâhare Viyana üzerine gidilmesinin doğru olacağı mütalaasında bulundular. Merzifonlu, bu tavsiyeye uymadı. Nemçe’nin başşehri Viyana’nın kuşatılması 14 Temmuz 1683’te başladı, Avusturya imparatoru Leopold, 80 bin kişiyle şehirden kaçtı ve kuşatma boyunca dönmedi. Osmanlı Ordusu, taarruz edip yüklense fetih gerçekleşecekti. Ne var ki bu arzunun hilafına Sadrazam, şehrin vire ile yani çarpışmadan teslimi ve böylece Viyana’nın zenginliklerinin Yeniçeri tarafından yağma edilmeden barış yoluyla teslim alınması için beklemeye devam etti. Muhasara, uzarken Polonya Kralı Jan Sobieski de 100 bin kişilik bir haçlı ordusuyla Viyana’ya yaklaşıyordu. Gelen yardımcı haçlı kuvvetine engel olması gereken Kırım Hanı Murat Giray’dı. Kendisini, Merzifonlu Han yapmıştı. Ama; Sadrazam, görüşlerine kıymet vermediği için O’na pek iyi bakmıyordu. Nefsine mağlup olarak düşmana ilişmedi, Haçlı ve Viyana kuvvetleri buluştular. Oysa bu sırada şehir düşmek üzereydi. Taksim meydanı kadar alınmadık bir yer kalmışken destek almış küffarın kuvvet tazelemesi üzerine Yeniçeri dağıldı. Merzifonlu, ağırlıkları bırakarak kalan ordusuyla Belgrad’a çekildi. Burada, nâm-ı diğer Avcı Mehmed olan IV. Mehmed’in emriyle Belgrad’a gelen Kapıcılar Kâhyasının ferman-ı şerifi tebliğ etmesiyle boynunu cellada teslim etti…

Devrin Başbakanı; Sadrazam Kara Mustafa Paşa, Yanıkkale yerine Viyana’ya öncelik vermekle takdir hatasına düşmüştü. Şehir yağmalanmasın, Viyana’nın zenginliği zarar görmeden ele geçsin düşüncesi de bir takdir hatası olmuştu. Teslim beklenirken Nemçe; Avusturya kuvvetleri zaman kazandı. İstişare arka arkaya ihmal görmüştü. Kırım Hanı’nın, küçümsendiği hissine kapılması ise felakete yol vermişti.

12 Eylül 1683’te Viyana’da bozgun yaşanmıştı; şu var ki bu bozgunu, zafere çevirecek şahsiyet de yine Merzifonluydu. Zira 7 yıldan beridir işbaşında olan bu Başbakan dirayetli bir devlet adamıydı. İdam edilmesi hata olurdu. Ahmed Cevdet Paşa, Cevdet Tarihinde fırsatçılara işaret etmekte. Onlar, Padişah’ın da Sadrazamın da kanına girdiler. Merzifonlu cezalandırılmayıp yerinde bırakılırsa kendilerine sadrazamlık ve diğer makamlar için sıra gelmeyecekti. Bu fırsat kaçmazdı!

Belgrad, o tarihte İstanbul’un tabiî hududuydu:

Merzifonlu, bozulmuş ordusuyla buraya çekilmişken Edirne’den yollanan Kapıcılar Kâhyası, cellatla beraber çadırdan girip de ferman okununca Sadrazam, o hâldeyken bile ruh asaletini muhafaza ederek emrindekilere şu talimatı verdi:

-Yerdeki halıyı kaldırınız; devlet malıdır; kanımızla kirlenmesin!

Ölürken bile sarf edilebilen bu söz, büyük bir devlet ahlakıdır, İslâm ahlakıdır. Bu söz, kıyamete kadar da konuşulacaktır… Bu sözü edebilen kahraman, herhâlde şehiddir.

Takip eden yıllarda bozulma durmadı. O azîz sözün edildiği iklimde gün geldi bu defa "Devletin malı deniz, yemeyen domuz!" denir oldu. Fırsatçılar, yiyiciler, iyi gün dostları, bugün dahil hiçbir vakit eksik olmadılar. Bunda şüphesiz ki devletin bir numaralı yöneticilerinin payı vardır. Sultan IV. Mehmed, Ordu, Viyana önlerinde düşmanla vuruşurken; kendisi, bir avuç heveskârla birlikte Edirne’de av peşinde olmayıp da askerin başında bulunsaydı belki de o hazîn sonuç yaşanmayacak, 4 asır boyunca fetihlere hasret kalmayacaktık.

Rahim Er / Türkiye Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat