İşe hukuk liseleri açmakla başlamalı
- GİRİŞ12.10.2024 09:47
- GÜNCELLEME12.10.2024 09:47
Çocuğun tarifi nedir?
Çocuk kime denir?
Şimdilerde “ergenlik” denen akil-baliğ olma gerçeğini ihmal etmeden hukuk mevzuatında çocuğun tarifini yeniden yapmak bir zaruret hâline gelmiştir. Sosyal medyada girip çıkmadığı bataklık kalmayacak, bu mecrada klavye başıboşluğuyla milletin mukaddeslerine hakaret edecek, müstehcenliği bile aşan edepsizlikleri yayacak, sokakta her suça batıp-çıkacak ama bunları yapan yine de ana kuzusu çocuk muamelesi görecek!..
Bu değerlendirme, ciddî şekilde yanlıştır:
Onun için çocuk, çocuğun yaşının ne olduğu ve suç işlemesi hâlinde yargılanmasıyla verilecek cezaya dair her şeyin yeni baştan tanzimi gerekir. Bugün gerçekten bir çocuk var, bir de kanunun hatasıyla “çocuk” sayılan yetişkinler. Hâlbuki bu sınıfa giren 12 ve üstü yaştaki 15’liler dâhil bu gençler, Balkan, Çanakkale, Dünya Harbi ve Millî Mücâhede’de Mehmetçikti. Can verip şehîd oluyor, can alıp din, vatan ve namus müdafaası yapıyorlardı.
Bu ülkede olması gereken en büyük yeniden inşa çalışması, binadan, hocaya, ders kitaplarına, kanunlara… kadar Adli Reformdur. Adlî yeniden yapılanma, Anayasa yapılmasından daha mühimdir. Giderek öyle bir algı gelişiyor ki Anayasa, yeniden yazılırsa bu bir sihirli değnek olur ve Türkiye, olanca sıkıntılarından kurtulur. Anayasa, mutlaka değişmelidir. Bunu on yıllardır yazıp-konuşmaktayım. Darbe artığı bir anayasaya katlanma ayıbından kurtulmalıyız. Lakin Anayasanın yenilenmiş olması, tek başına yetmez. Anayasalı hayatımız 150, Hukuk, Kanun ve Adalete dayalı hayatımız bin 500 yıllıktır. Anayasa çatıdır. Hukuk temel, esas kanunlar da duvarlardır. Bunlar olmazsa veya çürükse çatı çöker. Anayasasız yapılabilir fakat hukuksuz yaşanamaz. Onun için binadan hocaya, kitaptan talebeye kadar adaletle alakalı her varlığı düşünerek gereği yapılmalı diyoruz. 21. Asra girerken hemen her şehrimizdeki her adliye binamız dökülüyordu. Hâkimler de vicdanlarıyla cüzdanları arasında sıkışmışlardı. Son yıllarda hakîkaten çok güzel Adliye Sarayları yapıldı. Fakat ne yazık ki adalette mesafe alınamadı. Görkemli binaların alnına kocaman pirinç harflerle “Adalet Sarayı” yazmak, adalet tesis etmeye yetmiyor, yetmez. Adalet, ihtişamlı binalarda da çadırda da tecellî edebilir. Hukukun iddia, müdafaa ve hüküm sütunlarından meydana gelen bütün unsurları insana dayanır. Adalet, mükemmel mekândan önce hakkıyla iyi yetişmiş hukukçularla tesis edilir. Hiçbir peşin hükme kapılmadan, ideolojilere yüz vermeden artık rahatlıkla ifade etmeli ki bizim, bugün mâziden akıp gelen millî hukuk mevzuatımız ve yeter sayı ve kâmil değerle hukuk mütefekkirimiz yok. Mevcut, hukuk teknisyenleridir. Teknisyenle de bu kadar oluyor.
Her devirde Devletin bir numaralı vazifesi adaleti tesis ve tevziidir. Hakkıyla yetişmiş olgun hukukçular olmazsa bu vazife; adalet dağıtımı yapılamaz, cemiyette kargaşa çıkar. İhkak-ı hak, yani mağdur ve hak sahibi haklı olduğuna inanan kimse, hakkını veya doğmuş bedeli kaba kuvvetle almaya çalışır…
Küllî bir hukuk hamlesine, hukuku tanzim ve inşaa HUKUK LİSELERİ açmakla başlamak gerekir. Hukuk liseleri mevzuunu daha evvel de tafsilatlı biçimde yazmış ve konuşmuştuk. Bu konuda yazdığımız yazılarla konuşmalar derlenebilir.
Hukuk Fakültesi sayısına gelince:
Kemiyet; çokluk, yalnız başına değer ölçüsü değildir. Bilindiği gibi keyfiyet; vasıflılık, kemiyetten önce gelir. Ülkemizde hukuk fakülteleri aşırı fazla, kaldırma gücünü aştı. Üniversite, diploma matbaası değildir. Hukuk Fakültesi bolluğu da hukukçu olmaya yetmez. Bu duruma bir çâre bulmak gerek. Hikmet, Hukuk, Hakkaniyet, Hakîm, Ârif, İlim, Adalet… gibi lügatlerin baş tâcı kelimeler, hem madde ve hem de anlam ve kavram olarak aynı obanın değişmez fakat yek diğerini besleyen ve destekleyen değerleridir.
Osmanlı Devleti; Devlet-i Âli Osman; Yüce Devlet, zaman ve mekân, kul ve Allah huzurunda varoluş hikmetinin borcunu fazlasıyla edâ ettikten sonra insanlığa tebliğle mükellef olduğu ve insanı korumaya dönük ne varsa hepsini içine alan Mukaddes Kıymetleri, dedelerimize ve onların şahsında babalarımıza, elbette bize ve bizden sonraki nesillere bırakıp giderken o çok çetin şartlarda bile Ahmed Cevdet Paşa isminde muhteşem bir hukukçu yetiştirmişti. Kaldı ki kendi sahalarında başka yıldızlar da vardır. Bugün sanmayız ki hukuk tahsil eden gençlerimizin onda biri, Ahmed Cevdet Paşayı ve O’nun dünya çapındaki hukuk eseri Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyeyi bilsinler. Aynı zamanda tarihçi ve mülki âmir, devlet adamı olduğunu hiç bilmezler. şâyet üç-beş bilen çıkarsa bu da kaideyi yerinden kıpırdatamaz. Kesin olarak ve üzülerek ifade edebiliriz ki Mecelle’nin 1. Maddesini hukuk öğrencilerimizden 10 kişi bile ezbere söyleyemez:
-İlm i fıkh, mes’âili şer’iyye i ameliyeyi bilmektir.
Merhum Haluk Dursun haklıdır. İstanbul’a dair sohbetlerinin yer aldığı kitabında ezcümle şöyle diyor: “İstanbul Üniversitesi profesörü, her gün altından geçtiği kapının üzerindeki kitâbede celî hatla ‘Daire-i Umur-ı Askeriyye’ yazdığını okuyamamış, sanatkârının Şefik Bey olduğunu hiç bilememiş.”
Medreseye Dar’ül Fünun, buna da Üniversite demekle, on yıl önce atılan köprüler yeniden kurulamadı. Aksine hedefini kaybeden idrakler, darbe ve cunta konularında kifâyetsiz muhterislere dev aynaları tutup onları şımartarak tahrik ettiler. Tâ 30 Mayıs 1876’da Sultan Abdülaziz Han’ın katliyle başlayan kanlı ve zalim darbeden, 15 Temmuz 2016’ya kadar bütün kanlı ve zalim darbelerin icâzet ve hüküm makamlarında taşıdıkları cübbelerin içinde kaybolmuş adaletin yüz karası sözde hukukçular vardır.
Hukuk düzelmeden, yerli ve millî hukuka dönmeden, hiçbir şey düzelmez, huzur ve adalet gelmez. Avrupa’dan iktibas bir asırlık uygulama, tasnif ve tahlil edilerek örfî hukuk telakki edilebilir.
Biz, kılıcımız, kalemimiz, adaletimiz, mimarimiz ve onlarca yüksek değerimizle beraber Cihan Devleti olmuştuk.
Türkiye hukuk mazisinde adaleti, hiçbir vakit gözü bağlı semboller temsil etmedi.
O nasıl taklittir öyle?
Adalet Saraylarına girince; geleni, en evvel elinde terazi, gözleri bağlı şeffaf giyimli tunç bir kadın heykeli karşılıyor.
Taklitçi, özentili bu mantığın bizim hukuk anlayış ve şuurumuzla alâkası olamaz…
.....
*İstanbul’da Yaşama Sanatı, S. 23
Rahim Er / Türkiye Gazetesi
Yorumlar1