Gereği düşünüldü
- GİRİŞ14.02.2025 08:43
- GÜNCELLEME14.02.2025 08:43
Türkiye’nin Asya-Pasifik çıkarmasının önemi yeterince anlaşılıyor mu emin değilim. Türk entelijansiyası işin kıymetinin ne kadar farkında acaba? Küresel gözlerin bu etkileşimi dikkatle takip ettiğinden zerrece kuşkum yok.
Asya-Pasifik bölgesine yıllar önce teknik bir inceleme için gönderdiğimiz ekip enteresan bir hatıra ile döndüler. Hani üzerine senaryo yazıp film çevirseniz yeridir. Konuya onunla giriş yapmak istiyorum.
Malezya-Singapur hattından dönen ekibin anlattıkları şöyleydi.
Şehircilik konusundaki çalışmalar tamamlanınca; “dönüş için birkaç hediye alırız” diye düşünmüşler. Uğradıkları mağazada iş yeri sahibi yanlarına gelerek; “Siz Türk müsünüz?” diye sorar. Evet, cevabını alınca; “Ben de Türküm” der. Bizimkiler; “Fakat siz Türk’e benzemiyorsunuz” derler. Adam da hikâyesini anlatır.
Portekiz Deniz Sömürgeciliği’nin zirvede olduğu yıllarmış. Muhtemelen 1500’lü yılların ortaları. Portekizli istilacılar Hint, Malezya, Singapur hattına ciddi zarar verir. “Ben de Türküm” diyen şahsın atalarının yaşadığı bölgede küçük bir Müslüman sultanlık hüküm sürmekteymiş. Portekizli sömürgecilerle başa çıkamamışlar. Yerel Sultan ülkenin eşrafını toplamış. Ne yapacaklarını tartışmışlar. En sonunda; “İstanbul’a bir heyet gönderelim Halife hazretlerinden yardım isteyelim” demişler. Dönem, Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. Kafile yola çıkar. Aylarca süren çileli yolculuğun sonunda İstanbul’a ulaşırlar. Fakat Sultan Süleyman ile görüşmek neredeyse mümkün değildir. Garbın elçileri bile aylarca hatta yıllarca sultanın huzuruna çıkamazken, uzak diyarlardan gelen üç beş garip nasıl çıksın!
Bir Osmanlı veziri onları dinler ve bir hana yerleştirir. “Benden haber bekleyin” der. Birkaç hafta sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkarlar. Heyet adına konuşan kişi uğradıkları zulmü gözyaşları içinde aktarır. “Biz, Osmanlı Sultanına değil Müslümanların Halife’sine halimizi arz etmeye geldik” der. Anlatılanları soğukkanlı bir şekilde dinleyen Kanuni Süleyman’ın dudaklarından sadece iki kelime dökülür; “Gereği düşünüldü”. Osmanlı Saray Teşrifatçıları, “görüşme tamam oldu” diyerek misafirleri dışarıya alır. Heyet Sultan’ın sözünden bir şey anlamamıştır. Neyin gereği düşünüldü? Bize yardım edilecek mi edilmeyecek mi? Dönüşte bizi merakla bekleyen halkımıza ne diyeceğiz? Mahzun bir vaziyette dönüş yoluna revan olurlar. Aylar sonra memleketlerine ulaşırlar. Bütün bir ahali merakla beklemektedir. “Halife ile görüştünüz mü? Yardım edecek mi?” diye sorarlar. Heyet yaşadıklarını olduğu gibi aktarır. Herkes büyük bir ümitsizliğe düşer.
Yaklaşık 6 ay sonra denizin açıklarında yine bir Portekiz donanması görülür. Fakat bir müddet sonra ikinci bir donanma daha gelerek deryada onlarla şiddetli bir savaşa tutuşurlar. Sonradan gelen donanma Portekiz donanmasını mağlup eder. Portekiz gemilerini batırırlar. Bir kısmı esir alınır. Denizdeki harbi kıyıdan gözleyen ahali daha da karamsar olmuştur. “Yeni gelenler Portekizlilerden daha şiddetli görünüyor, şimdi biz ne yapacağız?” diye korku içindedirler. Bir süre sonra deryadaki her bir geminin pruvasından yükselen ezan sesleri sahile ulaşır. Korku ve karamsarlık yerini büyük bir sevince bırakır. Fakat kimdir bu gelenler, nereden gelmişlerdir? Kadırgalardan sandallar denize iner. Savaşçılar sahile ulaşır. Kendilerini karşılayan kalabalığa; “Biz Osmanlı Kızıldeniz Donanması’yız. Sultanımıza arz-ı hal etmişsiziniz. Ondan gelen bir emirle yardımınıza geldik” derler. Fakat o esnada açık denizde şiddetli bir fırtına kopar. Gemilerin tamamı bu tufanda batar. Kıyıya ulaşan Osmanlı Leventleri ne yapacaklarını bilememektedir. Bazısı; “kılık değiştirip kara yoluyla dönelim” der. Bazısı ise; “kader bizi buraya bıraktı, dönüş yolu tehlikeli buraya yerleşip mücadele edelim” fikrindedir. Nihayetinde kalmak isteyen Leventlerle gitmek fikrinde olanlar helalleşirler. Kalan Osmanlı savaşçıları orada evlenerek yuva kurar. Singapurlu esnafın son sözü şöyle olur; “İşte ben bu toprakları kurtarmak içine gelip buraya yerleşen Osmanlı Leventlerinin soyundan geliyorum.”
Singapurlu esnafın anlattıkları muhtemelen Osmanlı’nın Hint Seferleri esnasında yaşanmış olabilir. O tarihlerde kurulan Bahr-i Ahmer Filosu (Osmanlı Kızıldeniz Donanması) Hadım Süleyman Paşa idaresinde kurulan Süveyş Kaptanlığı’na bağlı idi. Sonrasında Piri Paşa’nın, Murat Reis’in ve Seyit Ali Reis’in Asya Pasifik bölgesine Portekiz etkisini kırmaya yönelik Hint Seferleri oldu.
Şimdi esas konumuza dönecek olursak, Türkiye’nin Afrika’da kat ettiği mesafe üzerine Asya-Pasifik bölgesinde ilişkilerini geliştirmesi küresel bir aktör olma rolünü daha da kuvvetlendirecektir.
Dünya haritasını önümüze koyalım.
Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika’nın buluştuğu merkezde yer alıyor. Gönül coğrafyamızın bir ucu Kafkaslar üzerinden Orta Asya’ya ulaşıyor. Orada Türk Devletler Teşkilatı ile muazzam bir oluşum kurumsallaşıyor.
Güneyimizde ise Kuzey Afrika var. Mısır, Libya, Cezayir hattından güneye uzanan Afrika kıtasının neredeyse her yerinde kalıcı ilişkilerimiz gelişiyor. Öyle ki, devletleri uzlaştırıp, savaşları durdurabilecek bir etkiye ulaştık. Türkiye sömürgeci mantıkla hareket etmiyor buralarda. Fransa başta olmak üzere birçok sömürgeciyi reddeden Afrika ülkeleri Türkiye’yi davet ediyor. Türkiye Afrika’da istenen ve beklenen olarak değerlendiriliyor.
Haritaya dönelim tekrar.
Güney Afrika’nın doğu istikametinde Asya-Pasifik ülkeleri ile ilişkilerimiz gelişiyor. Türkiye’ye muhabbet duygularıyla dolu bir Endonezya, Malezya, Pakistan ve Bangladeş halkı var. Bu muhabbetin, yukarıdaki Singapurlu esnafın hikâyesine benzer bir miras üzerinden tarihi zemine oturduğunu unutmayalım. Bahsettiğimiz ülkeler Asya-Pasifiğin en stratejik yerinde bulunuyor. Çin’i çevreleyen yerler. Malezya’da “Malakka Boğazı” var. Dünya ticaretine yön veren bir boğaz. Yıl içinde onlarca trilyon dolarla ifade edilebilecek bir potansiyel bu boğazdan küresel sisteme akıyor. Türkiye işte bu coğrafyada da beklenen ülke. Ve biz bu ülkelere patates satmıyoruz. Yüksek teknoloji ve savunma sanayii üzerinden bir işbirliğine öncülük ediyoruz.
Küresel hegemonyanın tanımı olan Pax Americana yerine bu bölgelerin, yeni bir barış ve kalkınma ikliminin arayışında olduğunu görmek zor değil. Türkiye’ye bu gönüllü yöneliş nasıl yorumlanmalı? Denge, uzlaşma ve paylaşım esaslı bin yıllık tarihi tecrübemiz bu yönelişin sebebi olabilir mi?
Yeni Akit
Yorumlar2