Cübbenin içinde kim var?
- GİRİŞ28.11.2014 12:39
- GÜNCELLEME01.12.2014 08:04
"Astı suratını ve dönüp gitti…" diye meal verilen ayetlerde, suratını astığı söylenen o kişi kim? Bir âmânın sahneye gelmesiyle bölünen bir diyalog var orada. O diyalogda taraflardan biri Hz. Peygamber [asm] diğeri Mekkeli müşriklerin akıl danıştıkları Velid bin Mugire. Müfessirler arasında, kör sahabe Abdullah İ. Ümmü Mektum'un, bu kritik görüşmenin gelmesiyle "yüzünü ekşiten"in Hz. Peygamber olduğu, böylece azarlandığı görüşü ağırlıktadır. Tam da Velid bin Mugire'nin ikna olacağı anda araya girilmesinden ötürü Hz. Peygamber'in- Abdullah'ı küçümsediğinden değil elbette-konunun nezaketi icabı, tebliğ telaşından yüzünü ekşittiği söylenegelir. Bu kadar yaygın olmayan bir başka görüş ise Hz. Peygamber'in böylesi ağır bir azarı hak etmediği, "astı suratını ve dönüp uzaklaştı…" diye kastedilenin Velid bin Muğire olduğunu söyler. Mustafa İslamoğlu ve Ali Ünal, yenilerde yazdıkları meallerde bu görüşü yansıtırlar.
İslamoğlu, buna dayanarak, Abese'nin ilk ayetinin mealine (Kibirli adam), A. Ünal da (Mağrur kâfir) parantezi açar. Bu tercih, âlemlere rahmet Hz. Peygamber'i, başka bir ayette bir müşriki tasvir eden "abese/astı suratını" ağır suçlamasından, bir başka ayette de Firavun'u anlatan "tevellâ/"yüz döndü ve uzaklaşıp gitti" diye azarlamasından uzak tutar. Üzerine bu tozu kondurmak istemez. Mümin nezaketine daha münasip düşer. Abese Suresi'nde, Hz. Peygamber'in Abdullah İ. Ümmü Mektum'u her gördüğünde hatırlattığı gibi, yine Peygamber'e yönelik bir azar vardır ama bu azar "sen" diliyle konuşan 3. ve 4.ayettedir: "Nereden biliyorsun ki sen o arınıp temizlenecekti?" Tebliğde seçkincilik yapmak, bu sahnede, Hz. Peygamber [asm] üzerinden yerilir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur!
Ne M. İslamoğlu'nun "kibirli adam"dan kastettiği ne Ali Ünal'ın "mağrur kâfir" diye tarif ettiği-milyon kere haşa ki-Hz. Peygamber değildir. Bu, kolayca anlaşılır bir konudur. Her iki yazar da, diğer seçeneği dipnotlarında zaten belirtmişler. Az önceki cümleyi yazarken bile yaşadığım mahcubiyet, bir müminin diğer müminler tarafından Hazreti Peygamber'e kibirli adam dedi' diye suçlanmasının ne kadar sakınılası bir hal olduğunu gösteriyor, değil mi?
Son birkaç haftadır ısrarla yayılan bu suçlamanın bir ucu da, M. İslamoğlu ile dostluğumdan ötürü, bana da uzanıyor. (İtiraf edeyim, Cübbeli ile de dostluğum var, her gördüğüm yerde samimiyetle kucaklaşırız. Ali Ünal hocaya da cemaat geleneği gereği hâlâ "abi" diye hitap ederim.) Samanyolu grubu, Cübbeli'nin suçlamalarını, 'Hocaefendi'nin önsöz yazarak onayladığı Ali Ünal meali üzerinden aynı ezberci anlayışla daha da ağır bir iftira kampanyası üretilebileceğini hesap etmeden defalarca yayınlamış! Bunu yeni duydum.
Şu an ikilem içindeyim. Bu vahim yanlışa karşı çıkınca, M. İslamoğlu'nun Bediüzzaman'a ve Mevlana'ya-kendilerine kendilerinin vermediği unvanlara dayanarak- atfettiği kibir suçlamasına arka çıkıyor görüneceğim. Ağlanacak ne çok halimiz var! Elbette ki M. İslamoğlu'nun alaycı beden diliyle söylediği bu suçlamayı savunmuyorum. (Şu da var. Kader ağlarını örüyor. Mustafa İslamoğlu, Bediüzzaman'ı ve Mevlana'yı hiç hak etmedikleri bir üslupla kibirle suçlarken, Cübbeli de hiç hak etmediği bir üslupla Mustafa İslamoğlu'nu kibir üzerinden suçlamaktadır. Dilerim, İslamoğlu kendi ettiğini Cübbeli'nin kendisine ettiği üzerinden okur:)) Hal böyle diye, İslamoğlu'nu ve bir adım sonra da Ali Ünal'ı acımasızca mahkum edecek bu yersiz, yakışıksız, insafsız, mesnetsiz, vicdansız linç kampanyasına sessiz mi kalayım!
Şimdi sakinleşelim. Silahlarımızı bir köşeye koyalım. Hasımlıklarımızı birkaç dakika askıya alalım. Asıl sorunumuzu görelim. Meselemiz ne Cübbeli ne İslamoğlu ne Senai. Bir müminin bir başka mümini-hem de Hz. Peygamber'i ağır bir ithamın şaibesinden kurtarmak isterken-Hz. Peygambere kibirli diyor diye suçladığı günlerden geçiyoruz. Üstelik bunu koro halinde yapıyoruz. İşin aslını araştırmadan ezberimiz üzerinden icra ediyoruz. Yanlış yapıyorsunuz diye uyaranları da aynı korkunç suçun ortağı sayıyoruz. IŞİD'ciler gibi kelle avına çıkıyoruz. Yetmiyor; ısrarla televizyonlara taşıyoruz. Dahası, tüm bunları öteden beri sessizliği ile vakarını korumuş, hizmetini yapmakla yetinmiş, ona buna sataşmamış, gümrah ve berrak bir nehir gibi yanımızdan akıveren, herkese bir şekilde faydası dokunmuş İsmailağa cemaatinin sözcüsüymüşüz gibi yapıyoruz. El insaf!
Altta yatan psikolojiyi görebiliyor musunuz? "Keşke falancalar Hz. Peygamber'e kibirli deseler de, biz de fırsat bu fırsat…" Ne yazık ki, o falancalar Hz. Peygamber'e kibirli demedim, diyemem de diye bas bas bağırıyor! Ah ki ah; malzeme giderek eriyor! "Mal bulmuş Mağribî…" deyimini hak edecek adamlar mıydık biz?
Bilmem farkında mısınız? Bu ölçüsüz kavganın, bu yersiz suçlamanın sarstığı, aslında Hz. Peygamber'in [asm] muazzez konumudur. "Peygamber'e kibirli adam dedi" suçlamasını, Cübbeli'ye sempatisinden ötürü, bir şekilde benimsemiş olanların gözünde, "Hz. Peygamber kolayca kibirli olmakla suçlanır" algısı oluştu bile. Suçlamayı duymuş ve duyacakların aklına ise,"inananların arasında Hz. Peygamber'e 'kibirli' diyenler de olabilirmiş" hoyratlığı oturdu bile.
Garip ki, tam da Abese'nin konusudur bu… Ne diyordu ayet? "Astı suratını… bir kör geldi diye." Köre surat asılabilir, çünkü kör görmez. Nasılsa görmüyor diye, körün karşısında surat asmak kolaylaşır. Bu, Allah'ın kulunun görmesini, Allah'ın görmesinden daha çok ciddiye almaktır. Yaratılmışların görmesini, görmeyi de görenleri de yaratan Yaratıcı'nın görmesinden öne almaktır.
Asıl yaramıza gelince… Kur'ân'a yaklaşımımızın hali pürmelalinin de belgesi oldu bu olanlar… "O sırada surat asan kimdi?" sorusu, tarihin konusudur. Oysa, ayet tarih değildir; Allah'ın konuşması hep şimdi ve buraya dairdir. Sahi, bir mümin kardeşimizi, "Şimdi burada beni Allah görüyor" gerçeğini arkaya atarak, sırf yüz yüze değiliz diye, akıl almaz bir suçla karalamak, tam da Abese'nin konusu yapmaz mı bizi? Allah'ın "surat astı…" diye sözünü ettiği kişinin yeni örnekleri olmaktan korkmaz mıyız? Muhalifimiz de olsa, kan davalımız da olsa, sonunda o mümin kardeş(ler)imiz bir mümin yüzü taşımıyor mu? Kapalı kapılar ardında bizi duymuyorlar diye, perdeler arkasında bizi görmüyorlar diye, onların kıbleye dönen yüzlerini nasıl yok sayarız ve küçümseriz? Abdullah İ. Ümmü Mektum gibi, bulunduğumuz ortamda bizi görmüyorlar diye "kör" saydığımız kardeşlerimizin Allah'ın en yoğun tecelli yeri olduğu için "Rahman"ı haber veren yüzlerinden nasıl yüz döneriz?
Yüzümüzü nereye dönersek dönelim, yine Allah'la yüzleşecek değil miyiz sahi? Yüze yüz dönen yüzlerden yüz ağartıcı bir özür çıkar mı?
Sakince söyleyeyim. Sebebi ne olursa olsun, bir sureyi tartışıyor olmak güzel… Sevindirici… Bu vesileyle, Hz. Peygamber'in tanıtımına adanmış, eli yüzü düzgün, geniş kapsamlı, çok sayıda güzelliğe ve inceliği sahne olan web sitesi www.sonpeygamber.info'yu hatırlatayım. Hareketli bir çocuk versiyonunun da olduğu site, şimdilik Arapça, İngilizce ve Rusça yayın yapıyor. Kavgalardan uzak. Sığlıklara aldırışsız. Sonpeygamber.info'da bir köşemde Abese'yi bir daha yazdım. Şuracıkta: http://www.sonpeygamber.info/kor-ayna-abdullah-b-ummu-mektum
Yorumlar45