Kreş mi, Anaokulu mu? Bir de benden dinle!
- GİRİŞ29.11.2024 07:54
- GÜNCELLEME29.11.2024 07:54
İnsanın neresi ağrırsa, canı orada olurmuş.
Benim kalbim ağrıyor.
Canım kalbimde.
Şu kreş, anaokulu tartışmalarını duydukça kalbim ürperiyor.
Birileri kulağıma asılıyor sanki, yanağımdan kanlar süzülüyor.
Hakaretler işitiyorum!
Çatık kaşlı amcalarla, yağdan sararmış önlüklü teyzeler bana çok ağır laflar ediyor…
Gelmişime, geçmişime sövüyor!
Bundan tam 57 sene öncesine gidiyorum, anaokulu, kreş tartışmalarını duydukça…
Daralıyorum!
Kaldıramıyorum!
Böyle bir kalp, günah olmasa gece gündüz isyan edecek!
Yuvalarda, kreşlerde, anne-babadan mahrum büyüyen, zorla, zoraki büyütülen herkes kalbinden yaralıdır herhalde.
Bugün birçok yuva, kreş, nasıl derler, modern!
Modern de…
Kreş işte…
Huzurlu yuvanın tadına varmayan…
Annesi babası bir araya olmayan; araya boşanmanın, üveyliğin girdiği ailelerde yetişen her çocuğun kalbinde dinmeyen acı vardır.
Acı, sızıya dönüşür yıllar geçtikçe.
Zaman zaman unutursun da sızını…
Birileri, bir şeyler der, bir şeyler yapar, hatırlatır sana…
Kalbinden yaralı bir çocuğun şaşkın, ürkek, tedirgin bakışları geçmişe götürür seni.
Onlara acırsın, kendine acır gibi…
Onlara acırsın…
Annesinin kucağındaki, babasının ocağındaki çocuğu ise kıskanırsın.
Tarifi imkânsız duygulardır bunlar.
Yaşayan bilir.
Almanya’da doğmuş, annesi babası tarafından 3 yaşındayken Türkiye’deki bir kreşe, yuvaya (her neyse) bırakılmış bir çocuk…
Epeyce işkence görmüş oralarda.
Fakirlikten mustarip Büyük Teyzesi, ziyaretine gittiği yalnız çocuğun yüzünün her yerinde, en çok da kulaklarıyla yanaklarında işkence izlerini görünce, ortalığı birbirine katmış.
“Sizi polise veririm, jandarmaya veririm!” diye bağırarak, ortalığı inletmiş.
Çocuğu oradan çekip almış.
Merhume Büyük Teyzem’i her ziyaret edişimde anlattırırdım o günleri.
Bıkmıştı sorularımdan.
Acıma tuz basılmasından hoşlanıyordum galiba.
Öyle bir ruh hâli.
Aradan birkaç yıl, ya da üç beş yıl geçti…
Birazcık büyüdüm.
Merhum Babam, Annem ile boşandı ya da Annem, Merhum Babam ile boşandı.
Ben buralardaydım, onlar ise Almanya’da…
Bilmiyorum.
Hâlâ çözebilmiş değilim hangisi suçlu, hangisi haklı…
“Kabahat İki taraflı” desem, orasına da ermiyor aklım.
Oranları bilemiyorum.
Neyse…
Her neyse…
Boşanmanın ardından…
Birkaç yıl sonra, Merhum Babam Türkiye’ye “temelli” dönüş yaptı.
Annem Almanya’da kaldı.
Araya üveylikler girdi.
Babam kanser oldu, hayli zaman Okmeydanı Sigorta Hastanesi’nde yattı, vefat etti.
Ben ve Üvey Annem bir olduk, Babama refakat ettik…
Dönüşümlü olarak baktık, elimizden geldiğince...
Ben Merhum Babamı çok sevdim ama hiçbir zaman Baba - Oğul “gibi” olamadık.
Bir şeyler eksik kaldı hep.
Annemle aram da öyle.
Onu çok seviyorum ama, Anne- Oğul gibi değiliz, bir eksiklik var, yarım kalan bir şeyler…
Biraz yabancılık, biraz hüzün, biraz buğulanmış hatıralar…
Ablam var, o da Almanya’da büyümüş.
Onunla da, özbeöz kardeşiz ama, bir şeyler eksik.
Dedim ya, insanın neresi ağrırsa, canı orada olurmuş.
Son günlerin hararetli tartışma konuları, beni rahatsız ediyor…
Kalbimi sızlatıyor…
Kreş, anaokulu…
Belediye, melediye…
Onun yönetiminde, bunun yönetiminde…
Şu Mahkeme’ye başvurdu, bu kreşleri engellemek istedi…
Hayır, o kreş değil, kreş adı altındaki yer…
Hayır efendim, kreş!
Esas ben senin kreşinin!
Kreş serbest lâkin anaokulu değil.
Anaokulu dediğin, aslında anaokulu değil!
Senin “niyet”in başka, senin “diyet”in başka!
İşim gereği elbette ilgileniyorum bunlarla…
Meselenin “politika” boyutlarına ilgim, öylesine, meslek gereği.
Esas meselem başka..
Ben sorup duruyorum kalbime:
- Niçin bu kadar çok kreş var?
- Niçin çok daha fazlasına ihtiyaç var?
- Niçin bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz bunlara?
Biliyorum sebepleri….
Biz, herkesi piyasaya sürdük…
Herkesi, piyasa oyuncusu haline getirdik.
Biz…
Soykırım seyircisi milyarlar, kendimizi yedik bitirdik!
Kapitalistler böyle istiyordu zira…
Çalışan sayısı artsın ki, birileri için üreten ve tüketen sayısı da artsın!
Huzur (!) evi lâzım her memlekete.
Çok sayıda huzur (!) evi lâzım, her şehirde, her kasabada.
Niçin lâzım?
Kapitalist demiş ki…
“Genç evdeki yaşlıya bakarsa, çalışamaz.
Çalışamayınca da bizim çarklar dönemez.
Onun için “huzur” (!) evleri açalım…
Yaşlıları oralarda toplayalım.
Gençlerin vakitleri boşa çıksın…
Hepsi bize çalışsın, bizim için üretsin ve bizim için tüketsin!
Çoğu da asgari ücrete talim etsin!
Zor geçinsin ki…
Yaramazlık etmesin!”
Oh, yaşlıları başımızdan attık ve kurtulduk!
Ne o öyle, pijamayı giyip bir yayılamıyoruz şöyle!
Yaşlılar tamam…
Huzur(!)evlerine şut!
Peki ya, bebekler ne olacak?
Onlar için de bol bol kreş var, yuva var!
Bebek ayak bağı olmasın…
Yüz yıllar evvel değil, bizim çocukluğumuzda bile, bebeklerin neredeyse tamamına anneleri bakardı.
Biz çocukken, evin babası işten gelince ortalık şenlenirdi.
Tatlı tatlı güven meltemleri eserdi yuvalarda.
Anne ve baba…
Hele hele, dede ve nine de varsa…
Bebekler, cıvıl cıvıl dolaşıyorsa…
Bir de komşular gelmişse misafirliğe…
Allah’ım bu ne huzur, bu ne mutluluk.
Zaman içinde, dedeler nineler çekildi ortamdan…
Bir kısmı yalnızlığa terk edildi, bir kısmı da huzur (!) evlerine atıldı.
Anne babalarını huzur (!) evlerine atanlar, yıllar sonra çocukları tarafından huzur (!) evlerine atıldı.
Anneler ve babalar çocuklarını “kreşlere” attı, çocuklar da anne babalarını huzur (!) evlerine…
Ektiğini biçmez mi insanoğlu, yaşattığını yaşamaz mı?
Yaşar elbet.
Bir de anneleri, babaları çiçekler gibi baktığı halde, vefasızlık eden gençler var ki…
Hayret!
Eyvahlar olsun!
Biz, anneyi kaybettik.
Babayı kaybettik.
Ailenin Reisi’ni kaybettik, Hanımefendisi’ni kaybettik!
Evlâdı, kardeşi, akrabayı, mahalleyi, sokağı kaybettik.
Sıcacık yuvayı kaybettik.
Bakkal Tahsin Amca’yı, Elektrikçi Musa Abi’yi kaybettik!
Bereketi, merhameti, adaleti, vefayı kaybettik!
Saygıyı, sevgiyi kaybettik.
Edebi kaybettik.
Bunalım yüklendik, şiddete meylettik…
Hızlı yürüyemiyor diye kafasına sopa yiyen yaşlıyı kaybettik!
Kendimizi kaybettik!
Çok şeyi bildik de…
Kendimizi bilmedik!
Ne kadar mutlu yuva, o kadar az suç!
Bunu dahi bilmedik!
Bilmedik ki, 1 Milyon kreş annesi, kreş babası bir araya gelse,bir anne-babanın evlâda verdiği sevginin, şefkatin, güven duygusunun, ruh huzurunun milyonda birini veremez asla.
Evlâdın gibi olamaz hiçbir huzur (!) evi görevlisi.
Bebeklerimiz çok ağır geliyor bize; annelerimiz, babalarımız, hele hele ninelerimiz dedelerimiz çok çok ağır geliyor.
Dert bir değil, elvan elvan!
Şimdilerde…
Malûm, nüfus hızla yaşlanıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, bu durumu “varoluşsal tehdit” olarak nitelendiriyor.
Sayın Aile Bakanı da, “Böyle giderse, 25 yıl içinde yeterince askere alacak genç bulamayız!” diyor.
İnsanımız artık evlenmek istemiyor ne yazık ki…
Yani, evlenmek isteyenlerin oranı gittikçe azalıyor.
Gençler evliliği geciktirdikçe geciktiriyor.
Binada eğitimin 12 yılı mecburî!
Nüfusun onda biri üniversiteli, gençlerin ekseriyeti diplomalı mesleksiz vaziyetli!
Evlenmek zor.
Evlenmenin, yuvayı döndürmenin maliyetini karşılamak zor.
Kaldı ki, parası bol olan da, evlenmek istemiyor!
Bin türlü hesap, ya boşanırsam, ya malım mülküm giderse?
Ya ömür boyu nafaka cezası gelirse?
Güvensizlik kurt gibi, nasıl ayakta kalır yuva, kurtlar ha bire kemirirse!
Hele hele, bazı gündüz kuşağı programlarındaki “şedit” tipler, ha bire ha bire gaz verirse!
Ne yazık ki, evlenmeler sıkıntıda!
Bir de, boşanmalar hızla, büyük bir hızla artıyor.
Tek başına yaşamak mecburiyetinde kalanların ya da böylesini tercih edenlerin sayısında da feci patlamalar var resmi rakamlara göre!
“En az 3 çocuk, hatta mümkünse daha fazla çocuk” talebi, tavsiyesi, ekonomik sebeplerden dolayı gittikçe daha zor karşılanabilir hale geliyor.
Zenginleştikçe zenginleşenler de, nedense fazla çocuk istemiyor!
Evet dostlar, durum budur.
Peki…
Bu durumda ne olur?
Basit:
Kreşlerimizin, huzur (!) evlerimizin, yaşlı bakım- rehabilitasyon merkezlerimizin sayısı hızla artar!
Özel ve de güzel sektöre gün üstüne gün doğar!
Allah ömür verirse, ben iyice yaşlanırım…
Huzur(!) evlerindeki arkadaşlarıma anlatırım, bebekken atıldığım kreşte-yuvada neler neler çektiğimi!
Yorumlar58