Aile Yılımız mübarek olsun
- GİRİŞ10.01.2025 09:43
- GÜNCELLEME10.01.2025 10:19
Biz ne dersek o!
Önceki yıl “emekli de emekli” diye tutturduk, 2024 “emekli yılı” ilân edildi.
Sonra…
“Aile de aile!” diye tutturduk, işte, bu yıl da “AİLE Yılı” oldu!
Yok, lâtife.
Elbette biz yapmadık bunu.
Sayın Cumhurbaşkanı yaptı.
Bizim katkımız, çorbadaki tuz.
Kıymetli dostlarım, muhterem okuyucularım:
Malûmlarınız olduğu üzere,
2024- Emekli Yılı’nı acı tatlı hatıralarla “geride” bıraktık.
Bakalım, 2025 “Aile Yılı”ndan geriye neler kalacak, Rabbim ömür verirse “hasılâtı” yazarız.
Emekli yılı emeklilerimiz açısından pek de iyi geçmedi, evet.
Yani, emeklimiz umduğunu bulamadı…
Umudumuz o ki, yakın gelecekte bulacak.
Sabır ile koruk helva olurmuş, dut yaprağı ise atlas.
Gelir adaleti sağlandığında, en “varsıl” yüzde 20’lik kesimin payından kısılanlar, “aşağıdakilere” aktarıldığında, işler düzelecek…
Enflasyon düştükçe, emeklilerin ve diğer dar gelirlilerin yüzleri gülecek…
Beklentiler bu yönde.
Allah ömür verirse, beklentilerle gerçekleşmelerin ne kadar örtüştüğünü yazarız.
Dönelim, Aile Yılı’na.
Bazıları “Bu konuya taktın!” filan diyor.
Nasıl takmam?
Öylesine “hayatî” bir mevzu ki bu…
Sayın Cumhurbaşkanı, “Varoluşsal tehdit!” diyor, yani “Yokoluşsal tehdit!” diyor, daha ne desin?
Aileyi yaşat ki, Devlet yaşasın!
Mevzu tam olarak bu.
Ne yazık ki…
Nüfus artış hızımız “dibe çakılmış” vaziyette.
Yıldırım hızıyla yaşlanıyoruz.
TÜİK rakamları sıkıntını boyutlarına işaret ediyor…
Evlenme oranlarının, evlenme yaşlarının ne hallere geldiğini, vatandaşlarımızın “akın akın” boşandığını endişeyle bakıp duran gözlerimizle izliyoruz.
Birileri, “Efendim, bu küreselleşmenin tabii sonucu!” filan dese de…
Biz bu “teslimiyet” cümlelerini elimizin tersiyle itiyoruz.
Küreselleşme, globalleşme dalgasına kapılıp gitmenin memleketimizi ne hallere düşüreceğini görüyor ve her fırsatta S.O.S. veriyoruz.
Es, O, Es..
Yani…
Acil durum!
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle, “Varoluşsal Tehdit.”
İçinde bulunduğumuz şu mübarek Aile Yılı’nı iyi değerlendirmekten, bu hallere sürüklenmemizin sebepleri üzerinde derin tefekkür seanslarından geçmekten, nelerde yanlış yaptığımızı, kantarın topuzunu nasıl kaçırdığımızı görmekten…
Gelmişin, geçmişin muhasebesini yapmaktan başka çaremiz yok.
Biz bunu hayli zamandır yapmaya çalışıyorduk, amma ve lâkin, sevgili medyamızın, basınımızın ve televizyonlarımızın kimi “gözde” mensuplarının dikkatlerini çekmekte pek de başarılı olamıyorduk.
Belki, Devletimizi yönetenlerin 2025’i “Aile Yılı” ilân etmelerinden dolayı, “AİLE Meselemiz” çok daha fazla gündeme gelir.
Biz de bu durumdan istifadeyle, “Aile”mizi kurtarmak için yapılması gerekenlere dair yazılarımızı, konuşmalarımızı bütün kulaklara , beyinlere, ruhlara yerleştirme imkânını buluruz.
Kendi kendimize konuşmaktan, narin bünyemizi tüketip durmaktan kurtuluruz.
Ailemizi kurtarmak için neler yapabiliriz?
Konumuz bu…
Malûm; tıpta bir “koruyucu” hekimlik var, bir de “tedavi edici” hekimlik.
Kişilerin sağlıkları korunursa…
Hastalıklar yakaya yapışmadan gerekli tedbirler alınırsa, işler toparlanır.
Hastanelere başvuranların sayısı azalır, her hasta için ayrılan vakit artar, sağlık sistemi üzerindeki yük makul düzeylere gelir, vatandaşlarımız yaşlılık dönemlerini çok daha rahat geçirir, ülke ve vatandaş ekonomisi düze çıkar…
Bundan “Rockefeller Tıbbı” rahatsız olur…
Hastalıkları tedavi etmek değil, her bir hastadan yani “müşteriden” daha fazla para götürmek üzerine kurulu “küresel sömürü düzeninin patronları” kaybeder...
Yurdum insanı ise kazanır.
Memleketim kazanır.
Aile meselemiz de aynen böyledir.
Biz, ailemizi “koruyucu” tedbirleri alırsak, birçok sıkıntıyı daha meydana gelmeden ortadan kaldırmış oluruz.
Bundan, Anadolu Ailesi’ni yıkarak memleketimizi çökertmek isteyen ve bunun için de dahildeki şer odaklarını sürekli olarak “fonlayan” dış güçler rahatsızlık duyar…
O odaklar kaybeder.
Biz kazanırız.
Memleketimiz kazanır.
İşte size koruyucu hekimlik!
Milli Eğitim Bakanlığı, internet üzerinden “Aile Okulu, Ebeveyn Okulu” gibi programları sürdürüyor ama, okullarımız bu konularda çok yetersiz
Dahası, müfredat çok yetersiz.
Okullarımızda, Aile dersleri “mecburi” olmalı!
Bütün okullarımızda, öğretmenlerimize, velilerimize, öğrencilerimize “AİLE Eğitimleri” verilmeli.
Karı-kocanın birbirlerine rakip olmadıkları, aksine birbirlerini tamamladıkları iyice anlatılmalı…
Femi-faşist odaklar üzerinden ortaya konulan “eşitlik” söylemine son verilmeli…
Karı-kocanın eşit olmadıkları…
“Eş” olmadıkları…
“Partner” olmadıkları…
Karı-koca oldukları…
Her birinin haklarının ve sorumluluklarının bulunduğu…
Her birinin kendi alanlarında “güzel ve saygın” oldukları…
Çalışan kadar, bir işte maaş karşılığı çalışmayıp, Ev Hanımlığını tercih edenlerin de, saygın bireyler oldukları…
Erkekler ve kadınların, fıtratlarına uygun hayatlar sürdükleri takdirde, mutlu ve huzurlu olabilecekleri…
Birbirlerine benzeme çabalarının fıtratla çatışmak anlamına geleceği…
Fıtratla çatışmanın, takışmanın insanları ve toplumları ne hallere sürükleyeceği; öğretmenlere, öğrencilere, velilere anlatılmalı…
Bunlar yapılsa, ne iyi olur değil mi?
Anneye- babaya, dedeye- nineye, kaynanaya-kaynataya, küçüğe büyüğe saygı ve sevgi ile yaklaşmanın, hürmette kusur etmemenin öneminden bahsedilse…
Bütün okullarda, “GÜZEL AİLEMİZ” konulu piyesler organize edilse…
Femi-faşist olmayan, üst düzeyde “MANEVİ VATAN” bilincine sahip bulunan, aile hayatları düzgün, kötü alışkanlıklardan uzak duran, tercihen en az 2 çocuklu, huzurlu uzmanlar okullarda ağırlansa…
Bu uzmanlar öğretmenlerle, velilerle, öğrencilerle buluşturulsa…
Ne iyi olur değil mi?
Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi “hassas” kurumlarımıza bu konularda büyük sorumluluklar düşüyor.
Bu çalışmalara “femi-faşizm” tuzağına hiçbir şekilde düşmemiş sivil toplum örgütlerimizin de katılmasıyla, çok güzel sonuçlar elde edilebilir.
Başka, başka…
Neler yapılabilir?
Boşanmalar hızla artıyor ya…
Bizde, maddi alanlarda “arabuluculuk” mecburiyeti var.
Mesela “kiracı-ev sahibi” uyuşmazlıklarında, “dâvâ” yoluna gitmeden önce arabuluculuya başvurmak mecburi hale getirildi ama….
iş, ticaret ve tüketici alanlarında, arabuluculuk mecburiyeti getirildi ama…
Aile konusu her zaman olduğu gibi –nedense- ihmale uğratıldı.
Şimdilerde bu konuda çalışmalar var.
"Aile arabuluculuk sistemi”nin de “dâvâ şartı” haline gelmesiyle…
Boşanma, nafaka istemi, maddi ve manevi tazminat, velâyet, ziynet eşyası, mal bölüşümü gibi birçok uyuşmazlık unsuru, arabuluculuk yoluyla çözülebilir hale gelecek.
Son derece yararlı bir adım olacak bu.
Karı-Kocadan biri ya da her ikisi, öyle hemen dâvâ açamayacak...
Önce “arabulucu”ya gidecek…
Yuva kurtarılabiliyorsa kurtarılacak…
Kurtarılamıyorsa, ayrılığın en “ılımlı” şekilde gerçekleşmesi sağlanacak.
O da olmuyorsa, düğümü çözmek mahkemeye kalacak.
Bu sayede gerilimler, çatışmalar da…
Mahkemelerin yükleri de önemli ölçüde azalmış olacak.
Arabuluculuk mekanizmasına, karı ve kocanın itimat ettikleri birer yakınları da dâhil edilirse, tadından yenmez olacak!
Yazacağımız neler var, neler…
Mesela,
Şu, Süresiz Nafaka uygulaması, kanayan yara.
Birkaç ay evli kalsan da, süresiz nafaka ödüyorsun!
Sırf bu yüzden evlenmekten kaçınan gençler var.
Süresiz nafakanın ortadan kaldırılmasını sağlayacak…
Mağduriyetlere yol açmayacak, insafa, izana, inanca uygun tekliflerimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz kısmetse.
Bir de, her türlü istismara açık durumdaki 6284 Sayılı Kanun var.
Onu da revize etmek gerekiyor.
İşimiz çok.
Ailemiz tehdit altında.
Yerli ve milli bakış açısıyla hazırlanan kanunlara ihtiyacımız var.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “varoluşsal tehdit”le karşı karşıyayız!
Bir de…
Özellikle “gündüz kuşaklarında” yuva yıkıcı bazı programlar, çatır çatır devam ettiriliyor!
İşimiz çok.
İşimiz zor.
Bakalım, bu mübarek Aile Yılı’nda, Ailemize ne kadar sahip çıkabileceğiz?
Gayret bizden, yazdıklarımıza ve söylediklerimize destek sizden…
Netice Allah’tan.
Serdar Arseven / Haber7
Yorumlar28