Eğitim Ordusu!
- GİRİŞ04.02.2025 08:55
- GÜNCELLEME04.02.2025 08:55
Sayın Cumhurbaşkanı, dönemin Almanya Şansölyesi Merkel’in, Türkiye’deki üniversite öğrencisi sayısını duyduğunda şöyle bir “üff” dediğini aktarmıştı.
Konuşmanın o bölümünü aynen alalım buraya:
“Türk yükseköğretim sistemi ileri bir seviyeye ulaştı. Üniversite sayımızı 77’den 207’de çıkardık. Almanya’dan çok çok ilerdeyiz, onu söyleyeyim. Merkel’e ‘8 Milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var.’ deyince, şöyle bir ‘üff’ dedi.”
Gerçekten de “üfff” dedirtecek bir rakam.
Sayın Cumhurbaşkanı, ülkemizdeki –yaklaşık- her 10 kişiden birinin “üniversite gençliği”nden olduğunu söylemiş, o gün.
Öğrenci nüfusu bakımından, nüfusu aşağı yukarı bizimki kadar olan Almanya’yı neredeyse 3’e katladığımızı duyunca nasıl şaşırmasın Şansölye?
Gerçekten de, birçok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan çok daha fazla üniversite öğrencimiz var.
AB İstatistik Ofisi’nin verilerine göre, üniversite öğrencisinin nüfusa oranı bakımından açık ara birinci durumdayız.
Neredeyse her 10 kişiden biri, her bin kişiden 100’ü!
Hadi, diyelim ki, her bin kişiden 95’i!
AB ortalaması bunun yarısı kadar, bizdeki müthiş yüksek bir oran yani.
Türkiye başka hangi alanlarda açık ara birincidir bilmiyorum ama, bu konuda herkese tur bindirdiğimizi çok iyi biliyorum.
Durum bu.
Siz kıymetli okuyucularım:
Üniversite öğrencisi nüfusumuzun genel nüfusumuza oranının bu kadar yüksek olması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu oranı biraz daha arttırsak mı acaba?
Her 10 kişiden 1 nokta 5’i üniversite öğrencisi olsa, nasıl olur?
İyi mi olur?
Siz, sorularıma vereceğiniz cevabı düşünürken, bendeniz kanaatlerimi, tespitlerimi ifade edeyim:
Bence, üniversite öğrencisi oranını mutlaka ama mutlaka –iyice- düşürmemiz gerekiyor!
Nüfusun, en fazla 20’de biri üniversite öğrencisi olmalı.
Onların büyük bölümü de, “iki yıllık üniversite öğrencisi” olmalı, yani “meslek” yüksek okulu öğrencisi!
Bugün hepimiz çok iyi görüyor ve biliyoruz ki, üniversite mezunlarının kahir ekseriyeti “diplomalı mesleksiz eleman” niteliğinde.
Diplomaların alınacağı üniversitelere ulaşmak ne kadar zor olursa, mezuniyet de o kadar kıymetli oluyor.
Bir vakitler, bizim için hayli zor işti üniversite sınavını kazanmak, şöyle orta halli bir yere kapak atmak.
Bundan dolayı da, kurslara gider, evde de sınavlara hazırlanırdık.
Sonra sonra…
Üniversiteler bollaştıkça, kapasiteler arttıkça, üniversiteye “kapak atmak”, çocuk oyuncağı haline geldi.
Sokaktan geçen herhangi bir vatandaşın çıkartabileceği kadar “net”e ulaşan, ver elini üniversite!
Hani, o kadar ki, “Dünyanın en çok seyredilen ve kazandıran yarışma programı-Kim Milyoner Olmak ister?”in birinci sorularında elenenlerin tamamını üniversite sınavına soksanız, en az yüzde 70’i bir yere kapak atar!
Atar da sonra ne olur?
İşte orası, tombala!
12 YIL MECBURİ EĞİTİM ÜZERİNE!
Bizim zamanımızda, 5 yıl olan mecburi eğitim, “imam hatiplilerle birlikte meslek okullarını da bitirmeyi hedefleyen” 28 Şubatçılar tarafından 8 yıl kesintisiz mecburi eğitim haline getirilmişti malûm.
Bu iktidar döneminde, “kesintili 12 yıla” çıkartıldı mecburi eğitim.
Katsayı haksızlığının giderilmesi, eğitimin “kesintili” hale getirilmesi olumlu gelişmelerdi ama, bu 12 yıl mecburiyeti hiç de iyi olmadı.
Hele bir de, katsayı haksızlığının ortadan kaldırılmasına rağmen “meslek eğitimi” bir türlü ayağa kalkamayınca, çok kötü oldu.
Şöyle ki…
Mecburi eğitime tabi tutulan çoğu mesleksiz gençlerimiz, 18 yaşında liseden çıkınca, kendileri için tek çıkar yol olarak, “üniversiteye kapak atmayı” gördü.
Üniversite kapıları da neredeyse ardına kadar açık olduğundan, “hayatı bir dört beş yıl daha ötelemenin” de, “evdeki sıkıcı ortamdan da uzaklaşmanın” da çaresi, üniversiteli olmakta bulundu.
Sonrası için de…
“Gün ola harman ola!” dendi.
Liseden sonra, üniversiteden de, “diplomalı mesleksiz” olarak çıkan yaşı epeyce kemale ermiş vatan evlâdı ne yapmalıydı, bu durumda?
KPSS’ye yani Devlet’e Kapak Atma Sınavı’na girip, güzel bir puan çıkartmalıydı.
Sonra da…
Bir tanıdık ayarlayıp, “mülâkat işi”ni halletmeye bakmalıydı.
Böyle böyle ne oldu?
Devlet Kapısı’nda yığılmalar oldu.
Devlet ne yapsın; neredeyse her 10 kişiden birinin üniversiteli olduğu bir sistemin ürettiği diplomalıların tamamını bünyesine alamaz ki!
Böyle bir yüke, talebe hiçbir Devlet dayanamaz ki!
*
Buraya kadar, 12 yıl mecburi eğitim ve artı 4-5 yıl üniversite eğitiminin zararlarından “küçük” bir bölümünü ifade edebildik galiba.
Konu, çok uzun bir konu…
Bu işlerin aile, öğrenci, öğretmen, okul, iş dünyası huzuruna, ülkenin refahına o kadar büyük zararları var ki…
Saymakla bitirebilir miyiz bilmiyorum.
Ömrünü “eğitim” işlerine vakfeden Mustafa Altınsoy, “12 yıl zorunlu ve de sorumlu eğitim” dedikten sonra, bu işin zararlarını sıralıyor…
Sayın Altınsoy’unki iyi bir özet:
- "12 yıl zorunlu eğitim” modeli, diplomalı insan sayımızı artırmış, ancak birçok açıdan “sorunlu eğitim” modeli haline gelmiştir.
- Okula devam etmek istemeyen veya istidadı olmayan ya da başka alanlara yeteneği olan insanlarımızın “12 yıl mecburi eğitim”e tabi tutulmaları, eğitim sistemimizi rayından çıkarttığı gibi, gençlerimizi de yoldan çıkartmanın aracı olmuştur.
- Lise eğitimi “zorunlu” hale getirildikten sonra iş çığırından çıkmış, okumak istemeyen birçok genç, dört yıl okullarda tutulmuş, oralarda disiplin ve düzen bozulmuş, öğretmenlerimizin sınıf hâkimiyeti kaybolmuştur.
- Sınıfta hocaya saygı adeta kalmadığından, öğretmenler, ders dinlemeyen, başına buyruk öğrencilerle uğraşmak zorunda kalmıştır.
- Hocaların yaptırım gücü neredeyse kalmamış, “en iyi öğretmen, öğrenciyi memnun eden, yani dümen suyuna giden öğretmen” olmuştur.
- Bu modelde, gerçekten okumaya isteği, istidadı olan gençlerin haklarına girilmiştir ve girilmektedir.
- Zorunlu 12 yıl eğitimin, çocuklarımızın ve gençlerimizin ruhsal, bedensel gelişimlerine olumsuz etkileri olmuştur. Lise çağındaki gence çocuk muamelesi yapıldığından, o da kendisini çocuk gibi görmüş ve çocuk gibi davranır olmuştur.
- Şu anda, okumak isteyen ya da istemeyen gençlerin tamamı, 18 yaşına kadar mecburi eğitime tabi tutulmaktadır. Öğrencilerimizin neredeyse hiçbiri, zamanında yeteneklerine, isteklerine göre yönlendirilmediğinden, çoğu için ileriki yıllarda gönüllüsü olmadıkları mesleklerde çalışmak kaçınılmaz hale gelmiştir.
- Bu süreçte okullaşma artmıştır ama işsizlik de artmıştır. Sanayici, müteşebbis çalıştıracak çırak, kalfa, usta bulmakta… Vasıfsız gençler de, geçimlerini sağlayacak kadar gelir elde edebilecekleri iş bulmakta büyük güçlükler çeker hale gelmişlerdir.
- Lise eğitiminde kalitenin düşmesi, üniversitelere de yansımıştır.
Oooof, offf!
Sırala babam, sırala…
Eğitimin 12 yıl zorunlu hale getirilmesinin zararlarını saymakla bitiremiyoruz…
“2025 Aile Yılı’nı idrak etmekte olduğumuz” bu özel günlerde, aylarda, mevsimlerde…
“Eğitimin başarısını genellikle niceliklerle ölçen bakış açısının, şu 12 yıl zorunlu eğitimin ve her genci “ille de üniversiteli” ve bilhassa da “dört yıllık üniversiteli” yapma çabamızın ne kadar sıkıntılı sonuçlara yol açtığını, “MANEVÎ VATAN”ın zeminini nasıl kaydırdığını anlatabilecek miyiz acaba?
Bu satırları yazarken, canım iyice sıkıldı yine…
Şimdi…
Birisi çıkar, “12 yıl mecburi eğitimle ailenin, MANEVÎ VATAN’IN ne ilgisi var, kardeşim!” filan der.
İyice kafayı yeriz, şu kavanoz dipli dünyada!
Yorumlar20