Çocuğunuzun öğretmeni kim?
- GİRİŞ18.03.2025 08:18
- GÜNCELLEME19.03.2025 09:23
Birçok yazımızda öğretmenlerimizin yaşadıkları sıkıntılara vurgu yaptık…
“Mecburi” eğitimin süresinin 12 yıla çıkartılmasından, koca koca gençlerimizin okula gitmeye mecbur edilmesinden kaynaklanan “sorunlara” özellikle dikkat çektik.
Camianın sıkıntılarını gündemimize almamızdan dolayı öğretmen okuyucularımızın sayısı hayli arttı.
Onlarla yazışıyor, buluşuyor, dertleşiyoruz.
Konuştuğumuz öğretmenlerin neredeyse tamamı mesleklerinde hayli tecrübeli isimler.
Onlara “yeni nesil” öğretmenler hakkında neler düşündüklerini sorduğumuzda, uzun yıllar boyunca il milli eğitim müdürü olarak görev yapmış Mustafa Altınsoy’un “Nasıl bir eğitim?” adlı kitabına da yansıyan eleştirileri, tespitleri işitiyoruz.
Diyorlar ki…
“Yeni gelen öğretmenlerimizin çoğu doğru dürüst kitap okumuyor.
Sosyal medyada çok vakit geçiriyor, teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyorlar ama çocuklarla, aileleriyle sağlıklı iletişim kurabilecek durumda değiller.
Kayda değer hayat hikâyeleri yok.
Özgüven problemleri var.
Yeni öğretmenlerin önemli bir bölümünde hemen vazgeçme, zorluklarla mücadele etmeme eğilimi ağır basıyor.
Sorun çözme becerileri sınırlı olduğundan sınıfta hâkimiyet sağlamaları zorlaşıyor.
Öğrencinin karşısına geçirdiğimiz öğretmenin de öğretmene ihtiyacı var aslında.
Birçokları otuz yaşına gelmiş, aile kurma sorumluluğunu almak istemiyor.
Epeyce bir bölümü, ülkenin ve görev yaptıkları yerin sosyolojisini bilmediğinden bocalıyor.
Maalesef bu sıkıntıyı aşmak için çaba da göstermiyor.
Bulundukları yerin ‘sosyal hayatına’ uyum sağlamak yerine ‘Sosyal hayat yok!’ diyerek eleştiriyorlar.
Anadolu kasabalarına yeni gelen öğretmenlerin çoğu, hayatlarında ilk defa bahçede domates, biber; dalında meyve, bağında üzüm görüyor.
Bunlar karşımızda duran gerçekler…
Yeni öğretmenlerin işlerinin çok daha zor olduğunu da hemen belirtmemiz gerekiyor.
Bizim zamanımızda öğretmene güven ve teslimiyet vardı.
Öğrenci öğretmenine kolay kolay saygısızlıkta bulunamazdı.
Böyle bir yanlışa düştüğü takdirde hem ailesini hem de okul idaresini karşısında bulurdu.
Günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle öğrencilerin yok saydığı bir öğretmen profili ortaya çıktı.
Öğretmenleriyle dalga geçen, dersi kaynatan, arkadaşlarını döven öğrencilerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Sosyal medyadaki ve bazı televizyonlardaki şiddeti teşvik eden görüntüler gençlerimizi etkiliyor.
Memleketin dört bir yanında, veliden, öğrenciden şiddet gören öğretmenlerimiz var.
Öğrencilerinin türlü iftiralar attığı öğretmenlerimiz var.
Aşırı özgüven (aslında ukalalık) yüklü, aileden yeterli eğitimi almamış, okumak istemeyen delikanlılarla uğraşmak, öğretmenler için işkenceye dönüşmüş vaziyette.
Eğitim talep etmeyenlere eğitim vermeye çalışan öğretmenlerin hallerini düşünün…
Hele de bu öğretmenler, kendilerine yol gösterecek hayat tecrübesine sahip olarak yetiştirilmemişlerse…
Çocuk, genç, toplum psikolojisi üzerine sağlıklı eğitimler almamışlarsa…
Kalplerini olgunlaştıracak manevi eğitim imkânlarından uzak kalmışlarsa…
Öğrencilik yıllarındaki o güzelim vakitlerinin neredeyse tamamını sınavlara hazırlanarak ve kafelerde lâflayarak geçirmişlerse…
Kişinin olgunlaşmasında büyük önemi bulunan kalabalık, huzurlu ailelerden gelmemişlerse…
Türkçeyi, iletişim dilini sağlıklı bir şekilde kullanamıyorlarsa…
Öğrenciler üzerinde saygı uyandıracak duruşu ortaya koymakta güçlük çekiyorlarsa…
Hemen heyecanlanıyor, sinirleniyor, hislerini belli ediyorlarsa…
İşleri büsbütün zor oluyor haliyle.”
*
İnsanoğlu, hayatı ailesinde tanımaya başlıyor.
Anne-babaların ve sayıları çok azalmış, kalanların büyük bölümü de yalnızlığa terk edilmiş dedelerin, ninelerin çocuğun ruhi gelişiminde büyük etkisi oluyor.
Şimdilerde pek kalmayan “mahalle- sokak” kültürü de bunlara ekleniyor.
Kişinin okul öncesi dönemde aldığı eğitim, kalbinin olgunlaşmasında büyük önem taşıyor.
Ardından anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise dönemleri geliyor.
Oralardaki öğretmenler de anne baba kadar, hatta bazen çok daha fazla etkili oluyor çocuğun ruhi gelişiminde.
Okul öncesi ve okul dönemleri…
Bu iki aşamada sıkıntı çekenler hayatlarının sonraki yıllarında büyük problemle karşılaşmaya aday bireyler haline geliyor…
Annelerinden babalarından yeterli, dengeli ilgi göremeyenler…
Aşırı müdahaleci ya da aşırı gevşek ailelerden gelenler, okula büyük sıkıntılarla başlıyor...
Bunların üzerine “yanlış öğretmenler” de gelirse, işler büsbütün sıkıntıya giriyor.
Hepimiz çok zor süreçlerden geçiyoruz.
Aileler çöküyor, boşanma oranları hızla artıyor, annesinden ya da babasından mahrum büyümek mecburiyetinde bırakılan çocukların sayısı hızla artıyor…
Annesizlik, babasızlık; ilgisizlik, sevgisizlik ve “bunalım” demek.
Bunalımlarla gençliğe adıma atan bireyin üniversite hayatı da, sonrası da sıkıntılarla, bunalımlarla dolu oluyor.
Bütün veriler, kavganın, gürültünün, geçimsizliğin hâkim olduğu ailelerde yetişen çocukların, ileriki yıllarda “yanlış işlere” bulaşma ihtimallerinin çok daha fazla olduğunu gösteriyor.
İçinde bulunduğumuz olumsuz tablonun okullara yansıması elbette kaçınılmaz bir durum.
Ailelerinden yani bizlerden güzel örnekleri alamayan, ruhlarını anne-baba ocağında olgunlaştıramayan çocuklar için “okul” bir fırsat alanı.
Oradaki güzel örnekler sayesinde, durum toparlanabilir.
“Sosyal medya” etkisindeki dünyamızda öğretmenlerin ellerinden gelen de sınırlı ne yazık ki.
Hele hele, öğretmenlerimiz de çoklarımız gibi bunalımlı ailelerden geliyorlarsa…
Onlar da sosyal medya tahribatının etkisinde kalıyor, dağılıyorlarsa…
Öğretmen yetiştirme mekanizmalarımız aksıyorsa…
İşler büsbütün sıkıntıya giriyor demektir…
Yazımın son bölümünde,
Eski il milli eğitim müdürlerinden Mustafa Altınsoy’un kitabını okurken “not aldığım” bir bölüme işaret etmek isterim.
Yeni görev yerine gitmeden, Milli Eğitim’deki genel müdürlerden birini ziyaret etmiş Altınsoy…
Hoş beş, sohbetten sonra…
“Sayın Genel Müdürüm, bana tavsiyelerinizi almak isterim.” demiş.
Epeyce tavsiyede bulunan genel müdür, son olarak şunu söylemiş:
“Mustafa Hocam, bizim toplumda doğru adam fazla sevilmez, bunu bilesin!”
*
Maalesef böyle bir durum da var.
İdareciler, öğretmenler, hatta bizim meslektekiler…
Doğru olanı, adalete, insafa, vicdanı uygun olanı yaptıklarında…
Epeyce sıkıntı çekiyorlar!
Çokları adaletin işlerine geldiği gibi uygulanmasını istiyor maalesef.
Bizim toplumda öğretmenin işi o kadar zor ki…
Bu kadar zorlukla başa çıkabilmek için çok çok iyi kalp eğitimi almış olmak gerekiyor.
Hayatın acılarla, zorluklarla pişirdiği insan olmak gerekiyor.
*
Hal böyle iken çocuğunuz örnek alınması gereken bir öğretmene ya da öğretmenlere düşmüşse, bin kez şükür etmeniz gerekiyor.
Henüz okul çağına gelmemiş çocuklarınızın rol model, kanaat önderi niteliğindeki öğretmenlere düşmesi için de gece gündüz dua etmeniz!
Yorumlar40