İsrail neden ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı?
- GİRİŞ22.05.2021 11:24
- GÜNCELLEME22.05.2021 11:34
İşgalci terör devleti İsrail’in Ramazan ayında başlattığı ve hızla tırmandırdığı saldırıları dün itibariyle Gazze’de 65’i çocuk, 39’u kadın, 17’si yaşlı toplam 230 şehit ve 1760 yaralı bıraktıktan sonra varılan ateşkesle şimdilik sona erdi. Ateşkes konusunda Gazze saldırılarının daha başından itibaren Mısır’dan gelen çağrıları İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu reddetmişti. Çünkü her zaman yaptığı gibi bu olayları da direnişin merkezi olduğunu düşündüğü Gazze’ye bu sefer ölümcül bir darbe vurmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. İşin başında büyük bir öfkeyle ve barbarca bir tamahkarlıkla sonuca gidebileceğini düşünüyordu. Ancak karşısına hiç hesaplayamadığı bir direniş çıktı. Önce direnişin tek merkezinin artık Gazze olmadığı gerçeğiyle karşılaştı.
İsrail’in “1948 Arapları” diye bilinen ve İsrail vatandaşı olduğu için Filistin davasına nispeten soğuk veya uzak davranan Filistinlilerin içinde adeta “hortlayan” yeni bir direniş ruhuyla karşılaştı. “Hortlayan” diyoruz çünkü bu Filistinliler arasında direniş ruhunun ölmüş olduğu ve özellikle yeni kuşaklarının artık kendileri açısından tamamen kazanılmış olduğu zannediliyordu.
Oysa Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi süreci ve Arap dünyasından yana yaşanan İsrail ile normalleşme sürecinin yol açtığı öfke bu yeni nesil gençler arasında bile çok daha güçlü bir kimlik bilincini uyandırmıştı.
İsrail’in toplam nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan bu kesimin bu süreçte yeni bir direniş merkezi olarak ortaya çıkması İsrail’in şimdiye kadar kendi adına biriktirdiği bütün güvenlik sistemini felç edebilecek ciddi bir tehlikenin sinyalini çaldı. Bu durumla ilk defa karşılaşan İsrail için Gazze saldırılarında sergilediği orantısız şiddeti belirlediği hedeflere kadar sürdürmekten caydıran tehlike oluşturdu.
Tabi bu tehlikeden daha da önemlisi ve fiili olanı Gazze cihetinden karşılaştığı ve kendisi için sürpriz sayılabilecek direnişin artan boyutu. Şimdiye kadar sadece İsrail sınırının yakınlarını ve hedefsiz bir biçimde tehdit eden Hamas’ın ilkel roketlerinin menzilini şimdi İsrail’in her noktasını ve nispeten çok daha odaklı vuracak şekilde uzattığı görüldü. Bunu yaparken İsrail’in dillere destan “demir kubbe” savunma sistemini adeta kevgire dönüştürdüğü görülüyor.
Gazze şimdiye kadar İsrail’in tek taraflı saldırılarına karşı tamamen savunmasızdı.
Attığı ve İsrail saldırılarının dünyaya anlattığı bahanesini oluşturan meşhur roketlerinin hiçbir savunma sağlamadığı ortadaydı. Oysa şimdi belki yine İsrail’in hava saldırılarına karşı bir savunmadan yoksun, ama karşılık verebileceği bir silahı var. Belki bu sefer İsrail’in dünyaya kendi barbarca saldırılarını anlatmak için gerçek bir sebebi var. Ancak görüldüğü gibi bu sebep ortaya çıktığında İsrail de saldırılarında artık biraz daha dikkatli davranmak zorunda kalıyor. Karşı tarafta bir caydırıcı güç olmadığı durumda İsrail’in tam bir insanlık suçu ve katliam makinasına döndüğü çok açık. Oysa karşısında bir direniş ve kendisine de misilleme yapabilecek bir güç olduğunda İsrail bir anda barışsever hale geliyor.
Doğrusu İsrail’i bu sefer caydıran üçüncü bir faktör de uluslararası kamuoyunda daha önce İsrail aleyhine ve Filistin lehine oluşmaya başlayan olumsuz algılar. Daha önce biz İsrail’in bütün insanlık suçlarını hoşgören, Siyonizm işgali altında bir dünyaya dair karamsar bir tablo çizmiştik. Ancak o karanlık tablonun aynı zamanda kurtarıcı gücün tezahür etmeye başlayacağı bir an olduğunu da eklemiştik. Gerçekten de İsrail’in bütün insanlık suçlarını bile “İsrail’in savunma hakkı” kapsamında değerlendiren ABD ve bazı Avrupa liderlerine mukabil, yine bizzat ABD’nin içinden, Kongre üyelerinden, siyasetçilerden, akademisyen ve sivil toplum örgütlerinden İsrail’in görülmemiş haksızlığını, yalanlarını dünyaya haykıran vicdan sesleri yükselmeye başladı. Bu düzey gerçekten umut verici oldu.
Tam da bu yeni durum karşısında aslında İsrail Mısır’ın ilk teklifinin yine Mısır’dan veya başka bir ülkeden tekrar edilmesini bekledi. Nihayetinde Mısır, Katar ve ABD girişimiyle yeni bir ateşkes çağrısını İsrail adeta bir fırsat olarak değerlendirerek ateşkesi kabul etti.
Doğal olarak bu, bütün kayıplarına rağmen Filistin tarafında açık bir zafer olarak değerlendirildi. Bu zafer, İsrail’e hem Mescid-i Aksa saldırılarından hem de yeni yerleşim yeri açmakla ilgili uygulamalarından geri adım attırdı hem de şimdiye kadar kendi gücüne dair yaydığı bütün efsaneleri çökertmiş oldu. Aşılmaz-delinmez diye dillere destan hava savunma sistemi İzzettin Kassam füzeleri tarafından adeta kevgire döndü, İsrail’e iddia ettiği korumayı sağlamadığını hem kendisi hem de bütün dünya görmüş oldu.
Bu olay İsrail için bundan sonra dünyayı hiç dikkate almayan yayılmacı politikaların eskisi kadar kolay olmayacağının işareti oldu. Bu saldırıları dolayısıyla karşısında şimdiye kadar Gazze’de konuşlanmış olan direnişin yanında hem kendi içinde hem de bütün dünyada yeni ve çok ciddi direniş eksenleri oluşmuş oldu. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ramazan’ın son günlerinden itibaren yürüttüğü yoğun diplomatik trafik yeni bir dünyanın inşasını müjdeliyor. Buna sonra ayrıca değinelim.
Ancak Erdoğan’ın İsrail saldırganlığına yönelttiği eleştirilerin ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından antisemitizm olarak nitelenmesi her zaman söylediğimiz, ABD’nin zaten siyonizmin işgali altında olduğu gerçeğini sadece teyit eden bir hezeyan. Eleştirilen Yahudiler veya Yahudilik değil ki, eleştirilen çocukların hayatına mal olan insanlık suçları. Asıl buna karşı hemen Yahudi düşmanlığı kartını ileri sürenler, çocuk katilliğini Yahudilikle özdeşleştirmek, bu katliamlara Yahudilik adına sahiplenmek gibi büyük bir hata işlemiş olmuyorlar mı? Asıl Yahudi düşmanlığı bu değil midir?
Meral Akşener’in Netanyahu’yu eleştirmek için Erdoğan’la karşılaştırması ise bu mantığın başka türlü bir tezahürü. İsrail’in katliamlarını meşrulaştırmanın ve ona hizmet etmenin bundan daha iyi bir yolu olamazdı doğrusu.
Yeni Şafak
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol