Bitmeyen uçak yalanları
- GİRİŞ17.11.2024 09:41
- GÜNCELLEME17.11.2024 09:41
Bugün ‘çok büyük’ yazar olmaya karar verdim!
Karşı mahallenin, kendimizi bildik bileli şişire şişire pazarlamaya doyamadığı ‘kofti’lerden neyimiz eksik?
Onlar gibi, memlekette onca dert ve bela varken, bunları bir kenara bırakıp, toplumu çok da ilgilendirmeyen bir mevzuyu deşeceğim.
Bağlayın kemerleri, başlıyoruz.
***
Cumhurbaşkanı’mızın seyahatlerine eşlik eden gazetecilerin sadece Cumhurbaşkanlığı uçağına koltuk parası ödemediğini (–ki tarifeli uçak olmadığı için bunun dünyada örneği yok)…
Uçağa binme dışında otel, yemek gibi bütün masraflarını kendi ceplerinden, daha doğrusu bu gazetecilerin çalıştıkları kurumların karşıladığını bilmeyen kaldı mı?
Hâlâ bu tezvirata inanan varsa Emin Çölaşan gibi yalanı ağzında sakız eden fütursuzlar yüzünden.
Cumhurbaşkanı’nın seyahatlerini, İBB’nin İstanbul halkının cebinden harcadığı 12 milyon liralık Paris sefasıyla karıştıran bu sözüm ona ‘büyük’ gazeteci, bu seyahatlerin bizim için nasıl bir külfete sebep olduğunu görmezden gelip, bir de ‘piyango vuran gazeteciler’ iftirasını atıyor.
Herkesi, CHP’nin fonladığı gazetecilerden zannediyor olsa gerek…
Bu kadarla kalsa iyi!
Neymiş; bize sorular önceden İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanıp veriliyormuş, biz de uçakta sadece bunları sorabiliyormuşuz.
Ahlaksızlığa bakın!
28 Şubat paşalarının gazetecisi olduğu için bizi kendisiyle karıştırıyor herhâlde.
Sorular da önceden hazırlanıyormuş, cevaplar da, biz önümüze konulan soruları sorup kenara çekiliyormuşuz.
Böyle bir yalan, iftira nasıl akla gelebilir?
Herhâlde yapmışlığı var ki, böylesine iğrenç bir yalanı düşünebiliyor.
***
Daha önce de yazdım…
Sorup da cevap alamadığımız, röportajda yer almayan bir konu yok mu?
Elbette var.
Bizim her sorumuza ‘devlet sorumluluğundaki kişi’ cevap vermek istemeyebilir, “Şu konu hassas, oraya girmek istemiyoruz” denilebilir.
Gazetecinin zorla cevap almak gibi bir görevi yok.
-Ki, bu konularda da biz izlenimlerimizi, kanaatlerimizi yazdık, yazıyoruz. Böyle olduğunu da belirtiyoruz zaten.
Devlet Bahçeli’nin İmralı çıkışında olduğu gibi, yanılmadığımızı da görüyorsunuz.
Fakat kendimize ait olmayan bir soruyu sorduğumuz iftirasına vereceğimiz cevap, bunun ancak 28 Şubat paşalarının gazetecisine yakıştığıdır.
Kimse bizi kendisiyle karıştırmasın.
***
Uçağı dilinden düşürmeyen bir başka isim de yine 28 Şubat döneminin gediklilerinden Ertuğrul Özkök.
Uçaktaki lüzumsuz detayları güya biz yazmadığımız (yazamadığımız) için, seyahatte bulunan meslektaşlarımızdan aldığı bilgilerle bu yazıyormuş.
Sanırsınız ‘çok önemli’ şeyler yazıyor!
Mesela Hadi Özışık niye gülmüş?
Biz niye ciddi duruyormuşuz?
Böyle ipe sapa gelmez çıkarımlarla kendince eğleniyor bu gevşek arkadaş.
Karın ağrısı başka tabii, aklınca bizi itibarsızlaştıracak.
Röportajın yapıldığı toplantı salonunu öyle bir anlatıyor ki, sanırsınız politbüro ofisi.
Yıllarca paşaların gazeteciliğini yaptığı için böyle okuması normal karşılanabilir elbet!
Aklı o kadarına yettiğinden olsa gerek, röportajı yapan gazetecilere bir de mürettebat diye hakaret etmiş.
Kirli geçmişleri, adam yerine konulup uçağa alınmadıkları için ne diyeceğini bilmeyecek kadar kuduran bu arkadaşlar, bir gün ağızlarının payını vereceğimizi düşünmedi herhâlde.
Uçaktaki detayları biz yazamıyormuşuz da o yazıyormuş… Hey Allah’ım!
Sen önce uçağı doğru yaz da, ötesini sonra konuşalım.
Yazı boyunca A330 diye üzerinde tepindiğin röportaj, A340 CAN uçağında yapıldı canım benim; kulağına bir şeyler üfleyen arkadaştan önce bunun doğrusunu öğrenseydin keşke.
Çok mu önemli bir detay?
Bence değil ama eften püften detayları büyük iş yapıyormuş gibi kibirli cümleler kurarak yazıyorsa birisi, öyle.
***
Bir başka detayı daha yazmış büyük büyük yüce gazeteci!
Riyad’daki zirvede Esad’la aynı kareye girmesi sorulduğunda “Hayır girmedim” demiş, bunun üzerine gazeteci arkadaşımız Banu El iki parmağıyla ekran büyütme işareti yapıp “Ama kadrajı genişletince Esad da görünüyor” demiş.
Doğru.
Ertuğrul Özkök, Banu El’in bu hareketi ‘yapabiliyor’ olmasına hayret etmiş, uçaktaki mürettebat gazetecilerin bu cesareti hayret dolu bakışlarla izlediğini düşünüyormuş!
La havle!
Bu gevşeğe bilgileri kim aktardıysa eksik anlatmış.
Ya da anlattı da o bilgiyi özellikle saklamış ki, kurduğu senaryo çökmesin!
***
Evet, Erdoğan “Hayır girmedim” dedi, sonrasında geniş karede en uçlarda Esad’ın da olduğu söylenince “O kadar genişletirseniz kimler girmez ki” esprisini de yaptı...
Hatta konu Esad’ın konuşmasını beklemeden salondan ayrılmasına kadar gitti. Nitekim röportajda bunlar da var zaten.
Bunların akabinde ben söz alıp, aynı kadraja girme konusunun havada kaldığını düşünerek “Efendim, Esad’ın sizinle aynı kareye girmesi çok da önemli değil olarak mı algılayalım?” sorusunu yönelttim.
Cumhurbaşkanı’mız da “Hayır öyle de demeyelim. Ben Esad’dan hâlâ umutluyum” cümlesini sarf etti ve ertesi gün pek çok gazetenin manşeti bu soru üzerine çıktı.
Yani demek ki neymiş?
Sorular önceden elimize veriliyor, biz de papağan gibi bunu tekrar etmiyormuşuz.
Bir konu iyice anlaşılmadıysa araya giriyor, cevabını almak için sorular yöneltebiliyormuşuz.
Bunları 28 Şubat’ın kalemşorlarına anlatmak zor tabii, kafaları basmaz.
Cevap verdik diye onlar yarın doğrusunu yazmaya çalışır mı?
Çalışmaz.
Peki biz bunca şeyi niye yazıyor, bunlara niye laf yetiştirmeye çabalıyoruz?
Belki yalanlarına inanan vardır, en azından doğrusunu öğrensinler.
***
Bakın, bunlar karşı mahallenin sözde ‘büyük’ kalemleri.
Ucuz, vasat, fütursuz yalancılar…
Bir uçağın toplantı masasına bu kadar yalanı sığdırabilen, düşünün 783 bin kilometrekarelik Türkiye’ye neler sığdırmaz!
Türkiye gazetesi
Yorumlar1