Hokkabazın sadece tavşanları yok, borazanları da var!
- GİRİŞ17.11.2022 08:07
- GÜNCELLEME17.11.2022 08:07
İstiklal Caddesi'nde gerçekleştirilen terör eylemine dair daha sağlıklı değerlendirmelerin yapılabileceği safhaya nihayet girdik. Emniyet birimlerinin olay mahallinden koşarak kaçmaya çalışan saldırganı on saat gibi çok kısa bir sürede yakalaması, terör faaliyetinden umulan etkiyi asgari düzeye indirdi.
Saldırganın kimliğine dair şu ana kadar bildiklerimiz, işin tabiatı gereği son derece mahdut.
Bu tür saldırılarda olayın meydana geldiği saatten itibaren geçen ilk yirmi dört saat ise en kritik safha. Bu safhada deşifre olabilecek en küçük bir detay dahi, saldırının arkasındaki gücün ekmeğine yağ sürebilir.
Saldırıya dair ilk etapta koyulan yayın yasağı da bu perspektiften son derece kıymetli. Bu kritik yirmi dört saat içinde saldırıya dair geçici yayın yasağı getirilmesi, nasıl haber alma hürriyetine aykırı bulunuyor, doğrusu insanın aklı almıyor.
Oysa saldırının daha ilk dakikalarından itibaren tüm kamuoyu yetkililerce bilgilendirildi ve savcılık olaya el koydu. Daha saldırının dumanı tüterken, yabancı yayın kanallarınca saldırganın ‘derin devlet tarafından öldürülen bir Kürt vatandaşımızın kızı’ olduğuna dair yalan haberler kanımı dondurdu.
Yetkililer tarafından yapılan bilgilendirmelere inanmak zorunda mıyız?
Elbette değilsiniz, değiliz.
Değiliz, ama daha saldırgan yakalanmadan yalanlarla dolu, halkı kışkırtacak açıklamalar yapmak herkesi hukuk nezdinde de sorumlu kılmalı. Kendi temennilerinizi, ispat etme yükümlülüğü olmaksızın kamuoyu ile gerçekmiş gibi paylaşmanın da bir sorumluluğu mutlaka olmalı.
Dönelim teröristin kimliğine...
Yine kamuoyu ile paylaşılan bilgilere göre, saldırıyı gerçekleştiren saldırgan ile PYD/YPG arasında bir bağlantı mevcut. Her ne kadar saldırganın Yunanistan’a geçtikten sonra öldürüleceğine dair iddialar aklıma çok yatmasa da, sayısız masum insanı katletmiş PKK’nın, bu saldırıyı gerçekleştirmeyeceğine ikna olmam için tek bir sebebim dahi yok.
Elbette soruşturma derinleştiğinde ve sis perdesi dağıldığında daha net değerlendirmeler yapacağız.
Ya terörist yakalanmasaydı?
Kuşkusuz teröristin kısa sürede yakalanması, saldırı ile elde etmek istedikleri hasılayı elde etmelerine büyük oranda mâni oldu. Teröristin olay mahallinden kaçarken verdiği görüntüler, ‘Suriyeli sığınmacıların içindeki, uyuyan bir DEAŞ hücresi’ olarak servis edilebilir ve böylelikle toplumsal fay hatları harekete geçirilebilirdi.
Peki, saldırıyı DEAŞ gerçekleştirse ne değişirdi ki?
Maalesef, Türkiye’de sesi çok çıkan azgın bir azınlık, başta DHKP-C olmak üzere PYD/YPG’ye zerre toz kondurmayan bir zihniyete sahip. Zamanında PKK kamplarından yaptıkları yayınlarda, terör örgütünün nasıl doğa dostu ve ekolojik bir örgüt olduğunu anlatmak için sinelerini yırtıyorlardı.
Savcı Selim Kiraz’ı şehit eden DHKP-C için, hâlâ terör örgütü diyemeyen bir kitle mevcut bu topraklarda.
Bu kitle için saldırıyı PYD/YPG yerine DEAŞ’ın yapması, sadece PYD/YPG’yi aklamak anlamına gelmiyor, aynı zamanda DEAŞ üzerinden Batı medyasının borazanları ile beraber hükûmete yüklenmenin de bir yolunu oluşturuyor.
TSK’nın DEAŞ denilen terör örgütü ile canı ve kanı pahasına nasıl mücadele ettiğinin onlar açısından zerre hükmü yok. Evlatlarımız DEAŞ tarafından katledilirken, hükûmetin DEAŞ terör örgütüne nasıl yardım ettiğini ispat etmek için, olmadık yalanlara başvuran bu kitleye karşı maalesef hukuk yolu ile doğru düzgün bir hesap dahi sorulamadı.
Oysa Batı medyası ve istihbarat örgütleri ile birlikte ülkeye bu alçak yafta yapıştırılmaya çalışılırken, şimdi görüyoruz ki Fransız şirketleri Fransız İstihbaratının koordinesinde Suriye’de DEAŞ ile oynaşıyorlarmış!
TRT tarafından hazırlanan ‘Fabrika’ isimli belgeselde her şey açık açık anlatılıyor ama bu habercilik başarısı dahi bu topluma yeteri kadar anlatılamadı.
Yoksa bu ülkenin makul her bir ferdi açısından DEAŞ ile PKK/YPG arasında terörizm konusunda ne fark olabilir?
PYD/YPG ve PKK insan kaynağı açısından ilk defa farklılaşmıyor
Her ne kadar moda bir söylem ile YPG’nin Suriye’den farklı etnisiteleri de endoktrine ederek terörist havuzuna kattığı sıkça yazılmaya başladıysa da, bu aslında yeni bir durum değil.
ABD planları doğrultusunda yönlendirilen Suriye Demokratik Güçleri (SDG), tam da bu algıya hizmet etsin diye oluşturulmuştur.
ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, bir gecede YPG terör örgütünden nasıl Suriye Demokratik Güçleri boyutuna geçtiklerini, eklenen ‘demokratik’ kelimesinin tılsımını, salondakilerin kahkahaları eşliğinde ve istihza ederek nasıl anlattığını unuttunuz mu?
Şayet unuttu iseniz buyurun buradan(*) izleyiniz.
Bir uluslararası haber kanalında aktivist olarak Londra’dan karşıma çıkarılan şahsın kimliğini yayın sonrası araştırdığımda, elinde Kalaşnikof silahı ve YPG kıyafetleri ile ortaya çıkan tablo, karşımızda uluslararası istihbarat teşkilatlarının koordinasyonunda vahşi, kozmopolit ve taşeron birçok örgütün olduğunu ortaya koyuyor.
Bu perspektiften baktığımızda, sınırlarımız boyunca yerleştirilen, beslenen ve silahlandırılan terör örgütlerinin isminin DEAŞ, YPG ya da PKK olması neyi değiştirir?
Hepsi hokkabazın şapkasından çıkarttığı tavşanlar fakat hokkabazın öttürdüğü borazanları da var!
Gürültü o borazanların sesi.
TÜRKİYE GAZETESİ
Yorumlar3