Hakikati ıskalayan insan, uzaylara ulaşabilir ama insana aslâ!
- GİRİŞ06.06.2021 10:13
- GÜNCELLEME06.06.2021 10:13
Nedir ki, insan dediğin?
İnsan, “insan nedir?” sorusunu sormadı, soramadı henüz.
Şaşırtıcı ama gerçek bu.
“İnsan nedir?” sorusunun cevabı yok, yani. Daha açık bir ifadeyle, çağımıza hâkim olan, hükmeden, her bakımdan yön veren Batı uygarlığı, “insan nedir?” sorusunu sormadı.
DERDİ HÜKMETMEK OLAN, HAKİKATİ NE BİLSİN!
Yanlış duymadınız ya da yanlış okumadınız: Çağımıza, dünyamıza hâkim olan, her şeyimize hükmeden, çeki düzen veren, uzaylara, gezegenlere ulaşan Batılı insan, Batı felsefesi, “insan nedir?” sorusunu sormadı henüz; sorama/z/dı; soramayacak da!
Soracak olsaydı, uzaylara, gezegenlere ulaşan Batılı insan, neden insana ulaşamadığı sorusunu ıskalamazdı, sorardı mutlaka.
Oysa sorulması gereken asıl soru buydu!
Asıl sorulması ve izi sürülmesi gereken yakıcı soru, bu: İnsan nedir, sorusu.
“İnsan nedir?” sorusu, hakikat sorusu’na ve sorunu’na götürecekti Batılı insanı.
Hakikat’le tanışmış olsaydı Batı uygarlığı, varolamazdı. Hükmetmek için varolan bir uygarlık, hakikatin karşısında tutunamazdı.
Seküler kapitalist, neo-pagan Batılı insan, hakikat sorunu’nu kavrayacak bir derinliğe sahip olmadığı için, “hakikat nedir?” sorusunu soramazdı, elbette.
Pagan Batılı insanın derdi, hakikat değil çünkü. Derdi hâkimiyet. Dünyaya hâkim olmak, dünya üzerinde hükümranlık kurmak. Dünyanın kralı olmak!
Oysa Hakikat sorusunu soramayan bir varlık, gerçek anlamda “kral” olamaz; sadece araçları kutsar, dünyaya hükmetmek için dünyaya hükmedeceği araçları ele geçirme kaygısını amaç haline getirir ve sonuçta amaçlarını yitirir, araçların kölesine dönüşür: Soytarılaşır yani.
Soytarıların kral olduğunu, tarih yazmıyor.
“Hakikat nedir?” sorusunu temel sorunu bellemediği için soruları da yanlış sordu; “insan nedir?” sorusunu da soramadı Batılı insan.
HİKMET’İN HAKİKATİ, HAKİKAT’İN HİKMETİ
O yüzden insanı tanıyamadı Batı uygarlığı. O yüzden tanrılaştırdı insanı. Tanısaydı, her şeyden önce, insanın yaratan değil yaratılan bir varlık olduğunu kavrardı.
Bir Hak olduğunu da, Hakk’ın hakikati olduğunu da, insanın Hakk’ın bir hakikati olduğunu da, hayatı da, hayatın hakikatini de idrak ederdi.
İnsan, ne olduğunu bilmeden her şeye hükmediyor. İnsanın derdi, kaygısı hükmetmek değil elbette.
Her ne sûretle olursa olsun, hükmetmek ancak hikmet sahibi olanların taşıyacağı bir yük, ancak hikmet sahibi olanların hakkıyla yerine getirebileceği bir yükümlülük.
Evet, hükmetmek için hikmet sahibi olmak gerekir.
Hikmet sahibi olanların hükmetmesi; hâkim olması, hâkimiyet kurması değil, hakikatin hükümfermâ olması yolculuğudur. İnsanın insana ve dünyaya hükmetmesi değil, hakikatin izini sürerek her şeye hakkını verme hakkaniyetini ve hukuk düzenini inşa etmesi cehdi ve gayreti...
Hikmet sahibi olmak; kendini bilme, kendini bulma ve kendi olma yolculuklarını adım adım hayata geçirerek son aşamasına vâsıl olabilmek demek.
İlim, bilme yolculuğudur. İnsanı ve hakikati tanımak ve hakikatli bir hayat yaşayabilmek için bilme yolculuğu yetmez. Bilme, epistemolojik bir çabadır; sadece zihnin faaliyetidir, soyuttur.
Bilme eylemi, insanın bildiklerinin sınamasını yapması ile anlam ve değer kazanır.
Kişinin bildiklerini sınaması, uygulaması ile gerçekleşir: İlim amelle taçlanmazsa, insanı ruhsuzlaştırır.
İlim, kabaca zihnin, dolayısıyla aklın faaliyetidir. İlmin anlam ve değer kazanabilmesi için, amele dönüşmesi, hayata değmesi, hayata değer katabilmesi gerekir.
İnsan, kalple değer hayata. Kalbi varsa insan kalıbını aşar, hayata değer ve o hayat, yaşamaya değer. Kalbi varsa hayatın nefes alıp vermeye değer.
İlmin, kalıbından çıkıp kalbine kavuşması irfan yolculuğudur. “Beden” olarak görebileceğimiz ilmin canlanabilmesi, hayata can katabilmesi, ruh üretebilmesiyle mümkündür.
İşte irfan, kuru bilgiye, ruh katan leziz yolculuğun adıdır. Bilme eyleminin ruh kazanması, hakikatini bulması latif çabasının.
Bütün bu çok katmanlı ve lezîz yolculuk, insanı hikmete ulaştıracaktır: İnsanın kendini aşma ve müteâl (yüce) hakikate ulaşma çabasına...
İNSAN KENDİNİ AŞAR, BEŞER ŞAŞAR
Buraya kadar yaptığımız kısa tefekkür yolculuğunu özlü bir şekilde ifade etmek gerekirse...
İlim, hakikati bilme çabası; irfan, hakikati bulma cehdi; hikmet de, hakikatin kendisine kavuşma, hakikatle bütünleşme ve en ileri safhada, kemal mertebesinde ise olma, bizatihî hakikat olma, hakikatin kendisi olma hâli’dir.
Bu süreci yol metaforu üzerinden şöyle tarif edebiliriz: İlim, yola çıkma; irfan, yolda olma; hikmet ise yol olma yolculuğudur. Zorlu ama kişiyi silkeleyip kendine getirici, diriltici, nefis bir yolculuktur bu.
İnsan, bilme, bulma ve olma yolculuklarına çıkabilen varlıktır. Olmayan, olma çilesi çekmeyen bir varlık, insan olamaz; beşer olarak kalır. Nefsinin kölesi olur. Araçları, dünyayı kutsar. Hayatın sadece bu görünen şeylerden; bu ayartıcı araçlardan; bu geçici, fânî dünyadan ibaret olduğunu zanneder.
Ve hata üstüne hata eder. Kendini heder eder, kendini ve hayatı keşfetme imkânlarını yok eder. Kendine de yazık eder, başkalarına da.
Fânî olanı bâkî katına yükseltmekten çekinmez ama bu fânî dünyayı dâr (yurt) edinen insanın, insana dünyaya dar etmesine neden olur kaçınılmaz olarak.
İnsan kendini aşar, beşer şaşar.
Bu kadar.
Yeni Şafak
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol