Meis Adası hakkında ne biliyoruz?
- GİRİŞ21.09.2020 09:26
- GÜNCELLEME21.09.2020 09:40
Doğu Akdeniz’de yaşananlar, Yunanistan’ın her zamanki gibi huysuz bağrışmaları, başta Fransa olmak üzere Batı’nın Türkiye karşısında pozisyon alması zihinlerimizin derinliklerinde nisyana terkedilmiş hatıralarımızı depreştirdi. Türkiye’nin burnu dibinde Anadolu için hayati önemi olan Adaları hatırlattı. Birden Kaş’a iki kilometre uzaklıktaki Meis adası burnumuzu sızlattı.
Adalar hakkında neler biliyoruz? Türkiye’nin, Yunanistan’ın ve taraf olan diğer devletlerin hakları ve mesele ile ilgileri nedir? Normal zamanlarda sorup cevaplarını hazırlamamız gereken bu sorulara; şimdi yeniden gösteriş için bir geçit resmi yaptırıp sonra tekrar unutacak mıyız?
Üniversitelerimizde üretilen akademik ürünlere, Türkçe literatüre ve hele Türkiye ile ilgili oluşturduğumuz yabancı literatüre bakın adalar hakkında ne göreceksiniz? Hakkını yemeyelim elbette sorularımıza cevap bulacağımız bazı çalışmalar var. Ama genellikle o çalışmalar da geçmişte her bıçak kemiğe dayandığında başlatılıp gerisi getirilmemiş ve sonuçlandırılmamış çalışmalardır. Üniversitelerde yapılan sınırlı çalışmalar, Dışişlerinin başlatıp yarım bıraktıkları hep bu türden araştırmalar olmuştur. Şimdi Meis adası gündemimize girdi değil mi? Bakın bakalım ada hakkında kaç ciddi çalışmamız var?
Ada, Abbasiler döneminden itibaren Müslümanların, Selçuklular döneminde itibaren de Türklerin ama II. Murat ile birlikte Osmanlıların gündemindedir. III. Selim’in döneminde adı sanı bilinen Kaşlı ailelerin yerleştirildiği ada, en son Türk iskanını temsil etmektedir. Ama bu konularda kaç araştırma yapılmıştır? Geçenlerde bu konulara hassasiyet duyan önemli bir isim Avustralya’da ada hakkında Yunanca pek çok çalışma yapıldığını söyleyince bir kere daha hatırladım. Yıllarca önce Türk Tarih Kurumu bana rapor yazmam için bir kitapçık göndermişti. Yunanistan’ın hazırlayıp UNESCO’da dağıttığı bu kitapçıkta, Ege’deki bütün adaların Yunanistan’a aidiyeti Yunan mitolojisine dayandırılarak anlatılıyordu. Ben bana düşeni yaparak uzun bir rapor hazırlamıştım ama talep edenlerin o konuda ne yaptığını hala bilmiyorum. Tabii tahmin yürütebilirim. Rapor en yetkili mercilere ulaşmışsa bile, ayıp olmasın diye önerileri değil, uzun zaman sirtaki oynamayı tercih etmişlerdir. Ne de olsa Meis adasının İtalyanlara devrini de “dünya barışına bir katkı olması” için yapan bir geleneği vardı Dışişlerimiz’in.
Galiba, Türkçe literatürde Meis adası hakkındaki ilk detaylı bilgi; Yunanistan’ın adayı 13-14 Mart 1913 tarihinde haksız bir şekilde işgal etmesi akabinde yazılmıştır. Bölgeyi çok iyi bilen Hilal-i Osmanî Gazetesi yazarlarından Rodoslu Habibzade Ali Kemal tarafından Birinci Dünya Savaşı yıllarında kaleme aldığı kitap; İsporat Adaları ve Tarihçesi adını taşımaktadır. Altı ada ile İstanköy adalarının anlatıldığı kitabın ilk konusu Meis Adası’dır. Kitabın önsözünde yazar; Bahr-i Sefid (Ege) üzerine birer inci gibi serpilen ve geleceğimiz için varlıklarına muhtaç olduğumuz adalar hakkında doğru bilgi vermeyi hedeflediğini yazmaktadır. Kitapta, Meis Adası’nın genel tarihçesinin yanında, ada ile Müslümanların ve Türklerin ilişkisi verildiği gibi, adada Türklerin yaptığı cami ve diğer hayır işlerinden; özellikle su sarnıçlarından söz edilmektedir. Ayrıca Kayserili Ahmet Paşa’nın bir su sarnıcı üzerinde kazılı ve tapu gibi kayıtlara geçmiş, içinde “derun-i ehl-i Meisi kıldı bu hayrat ile behîc” ifadelerinin yer aldığı kitabesini de nakletmektedir.
Meis Oniki Ada’nın bir parçası mıdır, değil midir? bir tartışma konusu olmakla birlikte; kaderi Oniki Ada ile belirlenmiştir. Dolayısıyla Oniki Ada sorunundan bağımsız düşünülmemelidir. Nitekim bu sorunu dile getiren ilk Dışişleri raporu Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına denk gelmektedir. 1916 yılında Hariciye adına, iki değerli hariciyecimiz, Rumbeyoğlu Fahrettin ve Mehmed Nabi beyler bir rapor kaleme aldılar. Trablusgarp ve Cezâyir-i İsnâaşer Meselesi (Tarblusgarp ve On İki Ada Meselsi) başlıklı raporlarında, On İki Ada ile Libya’nın kaderinin müşterek olduğunu ortaya koydular.
Oniki Ada’nın Libya ile birlikte düşünülmesi gerektiğini daha o zaman vurgulayan bu rapor, arşiv raflarında kalmış ve önerileri takip edilememiştir. Onların haklılığı 1920 yılında Sevr’de, 1923’te Lozan’da, 1932’de Türkiye İtalya görüşmelerinde ve 1947 yılında Adaların Yunanistan’a devredildiği Paris’te defalarca ortaya çıkacaktır. Ancak 103 yıl sonra Türkiye’nin Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yaptığında ne derece isabetli düşündükleri bir kere daha anlaşılacaktır. Savaş sonunda, uluslararası hukuka göre İtalya’nın adaları derhal boşaltması gerektiğine inanan o hariciyecilerimizin geleneği sürdürülememiştir. Üstelik aradan geçen zaman içimde Türkiye, maalesef hem coğrafyanın ve hem de haklarının cahili olmuştur.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de haklılığı açık seçik ortadadır. Uluslararası hukukun güçle belirlendiği kör bir dünyada, Türkiye üç boyutta aktif olmak zorundadır: 1) Bölgede varlığını güçlü bir şekilde gösterirken 2) diplomasiyi sürdürmeli ve 3) en önemlisi de içerideki tarihi hesaplaşmalardan sıyrılıp haklı davasının argümanlarını bilimsel ve anlaşılır bir dille dünyaya anlatmalıdır.
Bıçak kemiğe dayanmayınca harekete geçmeyen bir karakterimiz var. Zaten bıçak kemiğe dayandığında “atı alan Üsküdar’ı geçmiş” oluyor. Yaşananlar yaşanıyor, acı ve ıstıraplar nisyan çukuruna itiliyor ve yeniden bıçağın kemiğe dayanacağı fasit daire bekleniyor. Bu fasit daireden çıkmak için derdi olan herkese görev düşüyor.
Zekeriya Kurşun / Yeni Şafak Gazetesi
Yorumlar1