CHP kurduğu ‘Diyanet’i niçin yıkmak istiyor!
- GİRİŞ26.07.2024 09:52
- GÜNCELLEME29.07.2024 09:14
Milli mücadelenin kazanılması için canını, kanını, malını hiçe sayanların başında “din adamları” yer alıyordu.
Sahte demokratların dedeleri, Yunan askerlerini İzmir’de “Hoş geldiniz” diyerek karşılarken...
Din adamlarının bir kısmı cami kürsülerinden halkı milli mücadeleye teşvik ediyor, bir kısmı cephelerde çarpışıyor, bir kısmı da milletin meclisinde canla başla çalışıyordu.
Öyle ki…
İlk Meclis’in mebuslarının 63’ü din adamlarından oluşuyordu.
“Hilafet ve saltanatı kurtarmak için gayreti diniye ile” verilen bu mücadelenin sonunda, önce “cumhuriyet” ilan edildi.
Tam 4 ay sonra 3 Mart 1924’te, sözde “Devrim Yasaları” kapsamında Halifelik kaldırılarak, Diyanet İşleri Başkanlığı, orijinal adıyla “Diyanet İşleri Riyaseti” kuruldu.
Tekke, zaviye ve türbeler ile Şer'iye ve Evkaf Nazırlığı'nı kaldıran Atatürk, bizzat kurduğu bu kuruma hiçbir “ruhani nitelik” ve “yetki” vermezken, protokolde 4. sırada olan Genel Kurmay Başkanı’nın önüne, yani 3. sıraya layık gördüğü Diyanet İşleri Başkanı’na fazladan “beş lira” maaş verdi.
Aradan geçen 100 yılda Genelkurmay Başkanlığı protokolde 4’üncü sıradaki yerini korurken, Diyanet’in protokoldeki yeri zamanla 50’nci sıralara kadar düştü.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulmasıyla aradığı zemini bulan CHP iktidarı, önce “ibadet dilini” Türkçeleştirdi.
Ardından, kaleme aldığı alternatif mevlidinde Atatürk'e “ilah” diyecek kadar ileri giden Behçet Kemal Çağlar'a, Kur'an-ı Kerim'i “nazım”la yazma görevi verildi.
Arapça bile bilmeyen İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun hazırladığı Kuran-ı Kerim meali ise “Yeni Türkçe Kur’an” diye millete dayatıldı.
“Elmalılı Tefsiri” de bu dönemde yazıldı.
Tabii “Türkçe ezan” zulmünü de unutmamak lazım.
O dönem Türkiye’de “Yüksek Komiser” rütbesi ile görev yapan Amiral Mark Lamber Bristol, “Diyanet”in kuruluşundan iki gün sonra kaleme aldığı fakat 12 Mart 1925’te Washington’a gönderdiği raporda o süreci şöyle anlatıyor:
“Şeyhülislamın bakanlık seviyesindeki ofisinin kaldırılması ile birlikte devlet bütün din işlerine el koyuyor. Zaten hükümet bu yasanın geçmesinden sonra hocaların çoğunun türban ve cübbe giymesini yasakladı. Cuma vaazlarında halife yerine cumhuriyete dua edilmesini onlara tembihledi. Din adamı konusundaki bütün atamaların devlet tarafından yapılacak olması devletin din adamlarını tamamen kontrol altına almak arzusu olarak görülebilir. Yakında gelecek olan Ramazan ayında da camilerde vaaz vereceklerin polisten izin alma zorunluluğu söylentileri ortalarda dolaşıyor.”
Evet!
Sözde “Din-i mübin-i İslam’ın itikat ve ibadete dair bütün hükümlerini uygulamak” için kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, aslında bir “Dini, devlete tabi kılma aracı” haline getirilmişti.
Osmanlıda şeyhülislam “bakanlık” seviyesinde bir makam iken Diyanet’in kuruluşuyla bu makamı “başkanlık” seviyesine indiren ve din adamlarının kılık kıyafetinden, vaazlarına kadar her şeyi kendileri belirleyen CHP’liler, “İslam’ı devlet kontrolü altına aldıktan” sonra gerçek niyetlerini açık ettiler.
10 Mayıs 1946’da gerçekleşen “CHP Büyük Kurultayı” için hazırlanan raporda;
"Kur’an ve din tatbikatı öz Türkçe olarak yapılmalı, ibadet usul ve zamanları yeniden tanzim edilmeli, ibadet yerleri halk evlerine benzer bir şekle sokulmalı, sarık, cübbe ve din tatbikatında kullanılan her nevi kıyafet ilga edilmeli ve Diyanet İşleri Reisliği kaldırılmalı" diyerek…
Ezansız, Kur’an’sız, imamsız, hatta camisiz bir Türkiye rüyası gördüklerini açık açık dile getirdiler.
Fakat bu hevesleri kursaklarında kaldı.
1961 Anayasası'nın 154'ncü maddesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kurum haline dönüştürüldü.
Bir dönem CHP’lilerin istek ve siparişlerine uygun fetvalar yayınlayan Diyanet’in Anayasa’daki görevleri;
“İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek ve ibadet yerlerini yönetmek” olarak tanımlandı.
Tabii bu anayasal tanım sonrası Diyanet’te başlayan değişim birilerini rahatsız etti.
Laikçilerin “hocası” Zekeriya Beyaz, MGK için hazırladığı bir raporunda bu değişimi, “Diyanet 1974 yılından sonra meşru yoldan çıktı’’ ifadeleriyle dile getirdi.
Dönemin CHP Milletvekili Celal Paydaş ise 1979 yılında, bir yakınına torpil geçmediği için Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç'ın makamını basarak silah çekti.
14. Diyanet İşleri Başkanı ve eski Devlet Bakanı Mustafa Sait Yazıcıoğlu ise 1993’te yayımlanan bir röportajında, “Hatırlıyorum, bir Devlet bakanı vaazında bir şey söyleyen din görevlisi için ‘Ben onun kafasın koparırım’ gibi sözler söylemişti” diyerek, Diyanet personeline yönelik tehditleri aktardı.
Davos’ta kayak yapmasıyla bilinen dönemin Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz da sırf “Başörtüsü sembol değil, dinî vecibedir” dediği için DSP’nin koalisyon ortağı olduğu hükümetle karşı karşıya geldi.
*
Diyanet İşleri Başkanlığı “Tuvalet kâğıdı kullanmak caizdir!..” şeklinde fetva versin ama İslami hakikatleri anlatmasın isteyen CHP zihniyeti, AK Parti döneminde ise “kurmakla” övündükleri kuruma adeta savaş açtı.
Kur’an Kurslarından, hafızlık icazet merasimlerinden, minik yavrulara yönelik eğitimlerden rahatsız olan CHP yönetimi…
Diyanet’i kurduktan iki gün sonra, 5 Mart 1924'te bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlayarak, "Bundan sonra hutbelerde isim zikredilmeksizin” diyen Mustafa Kemal’in adı hutbelerde okunmuyor diye demediğini bırakmadı.
Göreve gelir gelmez, “sekülerizm kıskacında debelenen insanlığın” dertlerine çare bulmaktan söz eden mevcut Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile CHP ve avanesinin hazımsızlığı iyice ayyuka çıktı.
Erbaş’ı “Son siyasi aktör” nitelemesiyle hedef alan CHP ile arka bahçesi konumundaki karanlık odalar ve fondaş gazeteler, her fırsatta:
Ayasofya’da kılıç hakkını anımsatarak namaz kıldıran,
Ankara Hacı Bayram Camisi’nde, eşcinselliğin lanetlenmiş sapkın bir fiil olduğunu hatırlatan…
Doğal afetler sonrası bölgelere giderek manevi yaraları saran…
Yaz aylarında da küçük çocuklara ve ilkokul çağı çocuklarına “Kuran kursu” açan…
ÇEDES projesiyle, öğrenciler ile diyanet personelinin kaynaşmasını ve şuurlu nesiller yetişmesini sağlayan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a kinlerini kustular.
Ekrem İmamoğlu gibi isimler ise “İnancım gereği Diyanet İşleri başkanını ben kabul etmiyorum, benim başkanım değil.” diyerek, Erbaş’ı tanımadıklarını ilan ettiler.
Son olarak…
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Deniz Yücel’in, “Kadınların örtünmesi ve gençlerin erken yaşta evliliğe teşvik edilmesi” yönündeki tavsiyeleri nedeniyle Ali Erbaş Hoca’ya,
“Hadsiz adam, burası Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, kadınların kıyafetine, gençlerin ne zaman evleneceğine karışamazsın!” şeklindeki sözlerle saldırması da aslında bu hazımsızlığın tezahürü…
Çünkü din karşıtlığını bir parti politikası haline getiren CHP’liler, İslam’ın özünün anlatılmasını istemiyorlar.
Siz bakmayın CHP’lilerin “biz kimsenin dinine, diyanetine, tarikatına ve başörtüsüne karışmayız” dediğine…
Dinini, diyanetini öğrenen gençlerin kendileriyle asla barışmayacağını onlar çok iyi biliyorlar.
Bu yüzden, Diyanet vazifesini yapmasın diye var güçleriyle saldırıyorlar.
Yorumlar39