“Genç subaylar”da erken tedavi şart!

  • GİRİŞ05.09.2024 13:37
  • GÜNCELLEME05.09.2024 13:37

19 Kasım 1918 tarihli “Minber” gazetesinde bir mülakat…

Yıldırım Ordular Grubu lağv edilmiş ve Fahrî Yaver Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a dönmüştür.

Mülakatı yapan muhabir Mustafa Kemal’e, “Siyasî durum hakkındaki görüşlerini” sorar. 

Muhabirin aldığı cevap ise: 

“Kendimi askerî hususlardan bahsetme konusunda yetkili görüyorsam da siyasetten bahsetme hususunu ilgililere bırakmayı uygun bulurum” olur.

Ve Mustafa Kemal, Silahlı Kuvvetlerden bahsederek ilave eder: 

“Tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatanı savunmak olan bu heyet memleketin siyasetini idare edenlerin verecekleri karara göre faaliyete geçer.”

Evet…

Cumhuriyet’i kuran Mustafa Kemal böyle söylerken…

Tek görevleri;

“Yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmak” olan ve kendilerini “Mustafa Kemal’in askerleri” olarak lanse eden vesayet heveslileri ise sürekli siyasetin merkezinde yer almaya…

Atatürk adına siyasi iradeyi ortadan kaldırmaya çalıştılar.

27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren cuntacılar, bu kanlı ihanette, Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh, cihanda sulh’ prensibini bayrak edindiklerini belirttiler.

12 Mart 1971 muhtırası güya Atatürk’ün gösterdiği uygarlık seviyesine ulaşmak için yapıldı.

12 Eylül 1980 darbesi, Atatürkçülük yerine irtica ve sol ideolojiler gelecek bahanesiyle meşrulaştırılmaya çalışıldı.

28 Şubat 1997 tarihli MGK bildirisinde, siyasetten uzak durması gereken darbeciler, “Atatürk ilke ve inkılaplarına vurgu” yaptı. 

27 Nisan 2007 tarihli e-Muhtırada, siyaseti siyasetçilere bırakması gereken cuntacılar, “Seçilecek cumhurbaşkanının cumhuriyete sözde değil özde bağlı olmasını” istediler. 

15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişimine tevessül eden FETÖ’cü alçaklar bile “Yurtta Sulh” mottosuyla kanlı ihanete Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti korumak için kalkıştıkları yalanını Kemalist kesime yutturmaya çalıştılar. 

Ağababaları her 10 yılda darbe tekrarı yaparken, onların izinden giden “genç subaylar” ise askeri üniforma giyer giymez niyet beyanında bulunmaktan çekinmedi. 

 “Genç subaylar rahatsız” ifadesi yıllar önce, Türk siyaset tarihine kara bir leke olarak geçti. 

Türkiye, daha içtikleri su midelerine gitmeden “vesayet özlemiyle yanıp tutuştuklarını” ifşa eden ilk teğmen adaylarını ise 2007 yılında gördü.  

Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ilk olarak 29 Ağustos 2007’de, GATA’daki mezuniyet törenine o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan ile katılmıştı. 

Tüm davetliler ve komutanlar eşleriyle birlikte katılırken, Gül ve Erdoğan askerin davetine uyarak törene “eşsiz” gelmişti. 

Birkaç ay önce 27 Nisan e-Muhtırasını kaleme alan dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, kürsüye çıkarken Gül’ü selamlamadığı gibi “Sayın Cumhurbaşkanım” demek yerine, “Sayın Cumhurbaşkanı” diye hitap etmeyi uygun görmüştü.

Orgeneral İlker Başbuğ da Büyükanıt gibi davranarak, Gül’ü selamlamamıştı.

28 Şubat’ta Sincan’daki tankları yürüten komutan olarak bilinen dönemin EDOK Komutanı Org. Erdal Ceylanoğlu ise sadece Büyükanıt’ı selamlamakla yetinmişti. 

GATA Komutanı Korgeneral Necati Özbahadır da “Sayın Cumhurbaşkanı” diye hitap etmişti. 

Bununla yetinmeyen Özbahadır öğrencilere seslenirken vatan aşkını aşılamak yerine… 

“TSK hiçbir grup, hizip ya da çıkara hizmet etmez. Bütün varlığı Yüce Türk milleti içindir. TSK’nın hizmet aşkı, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla birleşmiş, ayrım yapmadan vatan ve millet sevgisi duyan Cumhuriyetin temel kanunlarına sadık olanlarla birliktedir. Hizmet anlayışınız bu olmalıdır. Bu şerefi en iyi şekilde koruyacağınıza inancımız tamdır” diyerek, sözlerine siyaset eklemişti.  

Bu sözlerin ilk yansıması ödül töreninde oldu. 

Dönem birincisinin ödülünü veren Gül neredeyse hiç alkış almazken, dönem dördüncüsünün ödülünü veren Büyükanıt coşkulu bir şekilde alkışlanmıştı. 

Finalde ise omuzlarında bütün galaksiyi taşıyan “Orrrrrrrrrr Generallerden” cesaret alan teğmenler, üniformalarını giydikleri ilk günde…

Tören sonunda protokol önünde dizilip, kınından çıkardıkları kılıçları ileriye doğru uzatarak hep bir ağızdan; 

“Biz biriz. Tek nefes, tek yüreğiz. Biz Türkiye’yiz. Kılıcımız keskin, kanımız helal olsun. Varlığımız Türk varlığına armağan olsun” diye haykırmışlardı. 

Her cümlesi “ima”larla dolu olan ve ülkenin cumhurbaşkanı ile seçilmiş başbakanını açık açık tehdit eden bu seremoni, TSK’da ilk kez uygulanmıştı.

Normalde infiale sebep olması gerekirken…

Dönemin iri gazeteleri bu durumu ertesi gün askerin iktidara, “Siz, bizim yöneticilerimiz değilsiniz” restini çektiğini yazmıştı.

Tabii bu tablo bir daha yaşanmadı.

Ertesi yıl komutanlar devlet ricalini kapıda, karşılamıştı.

Aradan geçen 17 yılda bazı gevşemeler yaşanmış olmalı ki…

30-31 Ağustos tarihlerinde yaşanan mezuniyet törenlerinde harp okulu mezunlarından bazılarının yine kınında durması gereken kılıçları çattıklarını, buram buram darbe koktuğu için kaldırılan yeminleri yeniden hem de korsan şekilde tekrar ettiklerini gördük.

Siz bakmayın birilerinin bu durumu “genç teğmenlerin heyecanına” verdiğine…

Belli ki yine bazıları “rahatsızlanmaya” başlamış.

Bunlar bugün tedavi edilmezse, yarın ülkenin başına iş açarlar..

Benden uyarması!..

Yeni Akit

Yorumlar3

  • İlbeyli 2 ay önce Şikayet Et
    Çok acil bu teğmenleri sınır ötesi terörle mücadelenin en ön saflarına verelim ki gerçekten. M kemalin askerlerimi yoksa Siyonistlerin askerlerimi mi görelim.
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • Ahmet duran akdeniz 2 ay önce Şikayet Et
    Doğrudur hemen tekbir alınması lazım
    Cevapla Toplam 5 beğeni
  • Kerimoğlu 2 ay önce Şikayet Et
    tebrikler
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat