Mehmet Âkif'in şam ziyareti: Şairin hicranı…

  • GİRİŞ22.12.2024 09:09
  • GÜNCELLEME22.12.2024 19:40

Birinci Dünya Harbi başladığında Osmanlı coğrafyası kaynayan bir kazan gibiydi.

Özellikle Ortadoğu fokurduyordu.

İngilizlerin uzun zamandır yürüttüğü faaliyetler uç vermiş, ayrılıkçı rüzgârlar esmeye başlamıştı.

Bu rüzgârın önüne kattığı üç etkili isim vardı: Şerif Hüseyin, İbn-i Suud, İbn-i Reşit…

İbn-i Reşit ve İbn-i Suud’un Osmanlı Hükümetine olan bağlılıkları sürüyor gözükse de özellikle Şerif Hüseyin’in İngilizlerle yakınlaştığı yönünde haberler geliyordu.

İstanbul Hükümeti, bölgedeki dengelerin bozulmasını önlemek, aşiretlerin Osmanlıdan kopuşunu durdurmak böylece İngiliz siyasetini boşa çıkarmak için çareler arıyordu.

Bu çarelerden biri olarak Teşkilat-ı Mahsusa’da görevli küçük bir ekibi bölgeye gönderdi.

Ekipte şu isimler vardı: Kuşçubaşı Eşref, Başyaver Mümtaz Bey, Tunuslu Salih Şerif ve Şair Mehmet Akif…

Harbiye Nazırı Enver Paşa, Mehmet Akif’in ekipte bulunmasını özellikle istemişti. Zira hem yazı ve şiirleriyle İslam dünyasının tanıyıp sevdiği bir isimdi hem de Teşkilatın etkili hatiplerinden biriydi. Üstelik Almanya’da yaptığı çalışmalar ve edindiği tecrübeyle bu proje için biçilmiş kaftandı.

Tunuslu Salih Şerif’le birlikte daha önce de Almanya’ya gitmiş, İtilaf devletleri safında savaşırken esir düşen sömürge ülkelerindeki Müslüman askerlerle görüşmeler yapmış, “Almanlar, halifenizi esir aldılar. Biz de onu kurtarmaya çalışıyoruz” şeklindeki İngiliz propagandasını boşa çıkarmak için uğraşmıştı. Ayrıca bu amaçla hazırladığı beyannameler uçaklarla cephelere atılmıştı.

Şimdiki görevi Arap aşiretlerinin Osmanlının safında durmalarını sağlamaktı. Aşiret liderleriyle görüşecek, emperyalistlere alet olmamaları, İslam cephesini zaafa uğratmamaları için ikna görüşmeleri yapacaktı.

Vefatına yakın günlerde kendisiyle görüşen bir gazeteciye seyahatin amacını şöyle anlatmıştı:

“Vazifemiz, çöllerde yaşayan kabilelere anlayabilecekleri bir dille İslam Birliğini anlatmak, devlete sadakat ruhunu aşılamak ve kanlı hadiselere sebep olan mezhep ayrılıklarını ortadan kaldırmaya yarayacak anlaşma yollarını aramak, bu maksatla tarafları dinlemekti.”

Bu fedakâr ve idealist ekipten Mehmet Akif ve Salih Şerif Haydarpaşa’dan, Mümtaz Bey Bostancı’dan, Kuşçubaşı Eşref Bey de Pendik’ten trene bindiler… Omuzlarına aldıkları ağır yükle Ortadoğu çöllerine doğru yola çıktılar. Yanlarına, Sultan Mehmet Reşat tarafından muhatap olacakları Arap Şeyhlerine sunulmak üzere altın ve mine işlemeli saat, hançer ve kılıç gibi değerli hediyeler verilmişti.

Yolculuk, Sebilürreşad Dergisinin 27 Mayıs 1915 tarihli nüshasında şöyle duyuruldu:

“Başmuharririmiz Mehmet Akif beyefendi Ceziretü’l-Arab’a azimet etmiştir.”

………………….

Heyetin ilk durağı, Dördüncü Ordu Karargâhımızın bulunduğu Şam’dı.

Ordu Kumandanı Cemal Paşaya yaptıkları ziyaretin ardından şehrin ileri gelenleri ile görüşmelere başladılar. Çarşı esnafından cami cemaatine kadar temasa geçtikleri herkese tavsiye ve telkinlerde bulundular. Akif, ilerleyen günlerde Emevi Camiinde bir de hutbe verdi.

Hutbesinde, İslam dünyasına dinimizin ana hamuru olan ilim ve medeniyet prensiplerini anlatmak, Müslümanları mezhep kavgalarından, taassup ve gerilikten kurtarmak gerektiğini söyledi. Hristiyan misyonerlerin azim ve gayretlerinden bahsederek, “Bizim ulemamızda bu gayret görülmüyor” diye yakındı. “Bir batıl için hayatlarını vakfetmiş bu adamlar gibi çalışılsa, Cenab-ı Hakkın bize ihsan buyurduğu hakiki Müslümanlık yaşansa beşeriyet aydınlanır. Bu kavgalar, ihtiraslar, harpler, kin ve gayzlar devri son bulur” dedi.

Ne var ki; karşılaştığı manzara ümit verici değildi.

Şam’da konuştuğu insanların yalan yere ettikleri yeminlerden iğrenmiş, taşıdığı hazinelerin üstünde açlıktan ölen bu masal zengini şehre üzülmüştü. Batılı seyyahların neşe içinde dolaştığı sokaklarında yürürken, yerel halkın tembelliğini, uyuşukluğunu ve cahilliğini görmüş, gençliğinden beri inandığı “İttihadı İslam” idealinin gerçekleşmesindeki zorluğa şahit olmuştu.

……………………….

Heyetin Şam’dan Medine’ye hareket edeceği gün, Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’ın da orada olduğu haberini aldılar. Üstelik o da aynı trenin Medine yolcusuydu. Durum İstanbul’a bildirildi.

Harbiye Nazırı Enver Paşa’dan şöyle bir cevap geldi:

“Şerifin oğluyla temasınızı ve kendilerini devlete sadık kalıp itaat etmeye davet etmenizi rica ederim.”

Birlikte yola çıktılar. Kuşçubaşı Eşref, daha önceden tanıdığı Emir Faysal’ı Mehmet Akif’le tanıştırdı.  Faysal, daimi okuyucusu olarak büyük hayranlık duyduğu şaire yol boyu iltifatlarda bulundu.

“Arapların çok şairi vardır ama İslâm’ın ruhunu hakkıyla dile getirmesini bilen bir Akif’imiz yoktur. Araplar bu hususta talihsizdirler. Fakat hamdolsun ki bu büyük ve eşsiz şairiniz Müslümandır. Bu itibarla onu hepimizin şairi sayabiliriz.”

Akif, Faysal’ın bu sözlerinin siyaseten söylendiğini o an anlamış mıydı? Bilmiyoruz. Ancak yolların çoktan ayrıldığını kısa zamanda öğrenecekti. Aynı trendeydiler ama çıktıkları bu yol ikisini de aynı yere götürmeyecekti.

Faysal, bu görüşmeden çok değil iki yıl sonra Akabe, Yafa ve Şam’ı ele geçirecek, Arap isyanının başını çeken babası Şerif Hüseyin Hicaz Kralı olurken o da önce Suriye ardından da Irak Kralı ilan edilecekti.

Aslında gidişatın bu yönde seyrettiği trenin Medine’ye varışıyla birlikte anlaşılmıştı. İstasyonu dolduran mahşeri kalabalık Faysal’ı bando ve mızıkalar eşliğinde coşkuyla karşılamış, birkaç gün sonra da şehirde silahlı nümayişler başlamıştı.

Görünen manzara, Osmanlıya bağlılığını her fırsatta dile getirmeye devam eden Arap Şeyhi İbn-i Reşit’le yapılacak görüşmeyi daha da önemli hale getirmişti.

Heyet, İslam Peygamberinin gölgesinde geçirdiği bir haftanın ardından tekrar yollara düştü. Birînasip İstasyonuna kadar trenle gidip sonrasında hecin develerine binerek uzun bir çöl yolculuğuna çıktılar.  

On sekiz günlük yorucu yolculuğun ardından İbn-i Reşit’in bulunduğu Hail Kalesine vardılar. Padişahın kendisine gönderdiği hediyeleri takdim ettiler. Ardından siyasi konulara girildi. Osmanlı’nın yıkılması durumunda meydana gelecek kötülükleri anlatılarak güçlü Arap aşiretlerinin devlete bağlılık ve desteklerinin önemine işaret edildi.

İbn-i Reşit, kendisinin Osmanlıya bağlı kaldığını söyledikten sonra sözü İbn-i Suud’la olan kavgasına getirdi ve kendisine destek olunmasını istedi.

“İbn-i Suud’la mütemadiyen mücadele halindeyiz. Kendi gayretimizle onu büyük bir bozguna uğrattık. Şimdi bize karşı İngilizlerden yardım görmeye başladı. Osmanlı Devletinin şu Arabistan’da silahlarla dolu depoları var. Bana on beş bin mavzer, on büyük sahra topu, elli mitralyöz ve lüzumlu mermileri verin biz de ona karşı kendimizi savunalım. Çölde Osmanlı Devletinin her zaman yardımcısı ve kudret sahibi olalım.”

Bu, beklenmedik bir talepti. Yerine getirmek, devletin Arap aşiretleri arasında takip ettiği denge politikasını bitirmek demekti. İbn-i Suud’un karşı tarafa geçtiği henüz kesinlik kazanmamıştı.

İki aşireti uzlaştırmak, İbn-i Suud’la görüşerek barışmalarını sağlamak gerekiyordu. 

Bu düşünceyle Riyat’a doğru yola çıktılar. Ancak bu esnada başlayan şiddetli çöl fırtınası yolculuğa izin vermedi. Onlar da bölgedeki vekili olan, Vahhabilerin Kör Kadı olarak bildikleri Emir-el Brey’i görmeye karar verdiler.

Ziyaret, hem dikkat çekici hem umut kırıcı oldu. Görüşme boyunca Vahhabilik propagandası yapan bu şahsa İslam Birliğinden bahsetmek fayda sağlamamıştı. Ancak elli altınlık bir kesenin kendisine verilmesi üzerine tavrı bir anda değişmiş, devlete ve padişaha dualar etmeye başlamıştı.

            Özellikle Mehmet Akif hayretler içerisinde kalmış, düşünceleri allak bullak olmuştu. Vaktiyle büyük medeniyetler kuran, üç peygambere yurt olan, cihan için vahdaniyet mücadelesini başaran bu coğrafyada şimdi umrandan, ilimden hatta ahlaktan yoksun yaşayan insanların hüküm sürdüğünü görmek imanlı kalbini incitmişti.

Şu mısralar belki de o hislerin tesiriyle yazılmıştı:

“Ey koca Şark, ebedî meskenet!

Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.

Korkuyorum, Garb’ın elinden yarın

Kalmayacak, çekmediğin mel’anet.”

……………..

Uzun Şark görevi sona erip de üç ayın ardından dönüş yoluna geçtiklerinde, Hicaz Demiryolunun çöldeki son istasyonu olan El-Muazzam’da trene bindiler. Hükümete sunacakları yığınla not tutmuş, İmparatorluğun zeval vaktine işaret eden hislerle dolmuşlardı.

Dönüşlerini haber vermek için İstanbul’a çektikleri telgrafa müjdeli bir haberle karşılık buldular. Yedi düvele karşı mücadele edilen Çanakkale’de muazzam bir zafer kazanılmıştı. Mehmet Akif, umutsuzluğun ruhunu boğduğu bir anda geliveren bu müjdeyle kâğıt kaleme sarıldı ve içli sinesini çöl rüzgârına vererek “Çanakkale Şehitlerine”  isimli muhteşem şiirini yazdı.

Günler çabuk geçti, tarih hızlı aktı…

Din birliği, tarih birliği, kader birliği, komşuluk birliği emperyalizme yenik düştü. Çekilip kendi yurdumuza döndük. Geriye farklı medeniyetlere mensup, komşuluk bağı bulunmayan ülkelerin oyun sahasına dönecek bir coğrafya kaldı…

Şairin, “Necid Çöllerinden Medine”ye isimli manzumesi ile Çanakkale şehitleri için yazılmış destanı ise o günlerin edebiyatımıza yadigârı oldu.

…………………..

Vefatının 88. Senesinde…

Ortadoğu coğrafyasında yaşanan sancıların gündemden düşmediği bugünlerde…

            Atiyi görüp, hicranla inleyen büyük şaire binlerce rahmet olsun…

 

Zekeriya YILDIZ

Yorumlar40

  • Ahmet Varol 5 saat önce Şikayet Et
    Safahat adli kitabinda Sultan Abdulhamid icin, 20 nci yuzyilda Sampanyasi hala ayran bu hayvanin diye alcakca hakaretler etmisti de kendi sonunun nasil olacagini bilememisti. son pismanlik kimseye fayda vermedi, Firavunda kizildeniz kapanirken secde etmisti de is isten gecmisti.
    Cevapla
  • Mustafa ARI 9 saat önce Şikayet Et
    Bu tarih bilgisi için çok teşekkür ederim.
    Cevapla
  • Ayarcı 10 saat önce Şikayet Et
    Yüce Allah CC Mehmet Akif ve diğer vatan sever insanlardan razı olsun, mekanları cennet olsun... Osmanlıya ihanet içinde olanların hiçbir zaman yüzü gülmedi sömürge olarak kaldılar... Arap ülkelerinin yanlışları oldu...
    Cevapla
  • meesut 10 saat önce Şikayet Et
    Güzel, istifadeli bir yazı olmuş, emeğinize sağlık
    Cevapla
  • Aydın lı 10 saat önce Şikayet Et
    Hayır dır Yıldız daki baykuş şiiri tutmadı dimi
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat