Yüzyıllık hüzün
- GİRİŞ29.12.2024 09:01
- GÜNCELLEME31.12.2024 08:24
Bundan 110 yıl önceydi.
Dünya Harbinin beşinci ayı, Almanya’nın yanında savaşa girdiğimiz 11 Kasım 1914’ün hemen ertesiydi.
O yıl kış erken gelmişti.
Özellikle Doğuda yollar, geçitler çoktan kapanmış, kar fırtınası ve soğuklar yaşamı durma noktasına getirmişti.
Balkan Savaşlarında ağır hasara uğrayan ordumuz henüz yaralarını sarmakla meşguldü. Bir yandan kumanda kademesinde yenilikler yapılıyor, diğer yandan mühimmat ve teçhizattaki eksikler giderilmeye çalışılıyordu.
Böyle bir durumda büyük bir kış taarruzuna geçileceği kimsenin aklında yoktu.
Genel Karargâhta harekât planları yapan dar bir kadro dışında…
Karargâhın Alman subayları, Avrupa cephelerinde rahatlamanın peşindeydi. Enver Paşanın amacı ise Rus işgali altındaki Kars, Sarıkamış ve Ardahan’ı kurtarmak, baharda başlayacak Rus taarruzunu engellemek, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk illerine kapı aralamaktı. Ruslara beklenmedik bir darbe vurarak tarihi bir zafer kazanmak istiyordu.
Rus kuvvetlerinin arkasına sarkmayı hedef alan bu harekâtın başarılı bir plan olduğu bütün kurmay subayların ortak kanaatiydi. Ancak sahadaki şartlar ve eldeki imkânlarla başarısı neredeyse imkânsızdı.
İtirazlar, direnişler kâr etmedi. Ne, Sarıkamış’ın aman vermez coğrafyası ne her zamankinden çetin seyreden kış şartları ne de askerî teçhizat ve donanımın yetersizliği onları caydırmaya yetmedi.
Enver Paşa hazırlıklara çoktan başlamış, Harbiye Mektebinden hocası olan Hasan İzzet Paşayı 3. Ordu Kumandanlığına atamış, ardından birlikler hızla bölgeye sevk edilmişti.
Ruslarla ilk temas Köprüköy’de sağlandı ve Birinci Dünya Savaşının ilk muharebesi burada yapıldı. 30 kilometre geri püskürtülen Rus ordusuna ağır bir darbe indirildi. Haberi alan Enver Paşa gururlanırken İstanbul basını zafer haberleri yaptı. O zamana kadar Kafkasya’da sürekli ilerleyip toprak kazanan Rus komutanlarda panik belirtileri başladı.
Ne var ki takviye Rus kuvvetleri hakkında abartılı bilgiler alan Kumandan Hasan İzzet Paşa, harekâtı durdurdu. Askerin giyim ve iaşesinin yetersizliğini ve kış şartlarını da düşünerek çekilme kararı aldı. 15 km geri dönüldü. Bunun yaşandığı 21 Kasım gecesi aniden bastıran kar fırtınası işin tuzu biberi oldu. Üstelik tifüs salgını başlamıştı. Moraller bozuldu, firar vakaları arttı.
Bu esnada Rus ordusu da şaşkındı. Geri çekilişi tahmin edememiş, dahası bunun bir taktik plan çerçevesinde yapıldığını düşünerek karşı saldırıya geçmemişti.
22 Aralık’ta yapılacak büyük taarruza kadar taraflar küçük çatışmalar halinde durumlarını muhafaza ettiler.
Bu arada İstanbul’dan yola çıkıp, orduya kışlık kıyafet, erzak, cephane ve mühimmat götüren Bahr-i Ahmer, Bezmi Alem ve Mithat Paşa isimli vapurlar Karadeniz’de Rus savaş gemileri tarafından batırılmıştı.
Rakip ordu donanımlı, Kafkas dağlarını buza kesen soğuklar kahrediciydi. Düşman arazisinden ele geçirilecek ganimetlerle mahrumiyetin giderilmesinden başka çare görülmüyordu.
Geceleri buz tutan çadırından karşı tepelerdeki Rus karargâhının ışıklarını izleyen bir askerimiz not defterine şunları yazıyordu:
“Arabistan’ın cehennemî sıcağı, Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i ilahi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş, oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Akşam olunca civar dağlardan tipi boşanıyor. Kumandanımız, Başkumandan Enver Paşa Hazretlerinin teftiş ve hücum için geleceğini söyledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini, Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah devlete ve millete zeval vermesin. Paşa Hazretlerinin gelmesi ile Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin…”
Uzaktan yaptığı ikazlarla ordunun geri çekilmesine engel olamayan Enver Paşa, durumu yerinde tetkik etmesi için Harbiye’den sınıf arkadaşı olan Yarbay Hafız Hakkı’yı cepheye göndermişti. Ardından dayanamadı, yanına Alman generalleri de alarak bölgeye gitti.
Kendisini Erzurum’da karşılayan hocası Hasan İzzet Paşaya kızdı:
“Geri çekilmekle hatalı davrandınız! Şimdi hemen harekete geçip Rus ordusunu yok edeceksiniz.”
Yaşlı Paşa, umulmadık bir cevap verdi:
“Olmaz! Karakışta yapılacak bir harekât faciayla sonuçlanır. Havalar düzelince düşmana haddini bildiririz.”
Enver Paşa öfkeyle bağırdı:
“Eğer hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim!”
Enver Paşa kararlıydı. Hücum yapılacak, karlı dağlar aşılıp Rus Ordusu ezilecek, Dünya Harbinin ilk zaferi kazanılacaktı.
Direnişin beyhude olduğunu gören Hasan İzzet Paşa ise aklının yatmadığı bu harekâta daha fazla ortak olmak istemedi. Çareyi ordu kumandanlığından istifa etmekte buldu.
Komutayı devralan Enver Paşa, karısı Naciye Sultan’a yazdığı mektupta durumu şöyle anlatıyordu:
“Ben yakında avdeti umarken zuhur eden bir hal beni bir müddet daha buraya bağladı. Üçüncü Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa, bundan böyle orduyu idare için kendisinde cesaret göremediğini söylüyor. Ne yapalım… Yeni iş yeni adam istiyor. Zararı yok. Şimdilik Üçüncü Orduyu ben idare edeceğim. Allah kısmet eder de şu Moskofları bir ezersem seni açık alınla kucaklarım.”
18 Aralık’ta taarruz beyannamesi yayınlandı.
“Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda postalın, sırtınızda paltonuzun olmadığını gördüm. Lakin karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü nimete kavuşacaksınız. Alem-i İslâm’ın bütün ümidi sizin son bir himmetinize bakıyor.”
22 Aralık günü harekât başladı. Gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de Ardahan’a doğru saldırıya geçti.
Kış en ağır şartlarla hükmünü sürdürüyor, tipi göz açtırmıyor, metreleri bulan kar yığınları geçit vermiyordu.
Soğuklar düşmandan da tehlikeliydi. Askerlerin gündüz yapılan yürüyüşlerde yumuşayan çarıkları geceleri -39 dereceye inen soğuklarda donmaya, ayaklarını mengene gibi sıkmaya başlıyordu. Gencecik çocuklar, donmamak için çırpınıyor, oldukları yerde zıplıyor, kendilerini yerden yere vuruyorlardı. Kimi çömelmiş, kimi bir ağaç gövdesine yaslanmış, kimi birbirlerine sarılmış halde kardan adama dönmüş cesetleriyle sabaha ulaşıyorlardı.
Enver Paşa, felaketin boyutları her geçen gün daha da artmasına rağmen harekâttan vazgeçmiyor, kendisi de cepheden ayrılmıyordu. Geri adım atanın veya cepheden kaçmak isteyenlerin vurulmasını emretmiş, buna yeltenenlerden 40-50 kişiyi kurşunlar zayi olmasın diye ağaçlara astırmıştı.
1914 yılının yılbaşı gecesi vaziyet belli oldu. 1 Ocak 1915 günü, Albay Hafız Hakkı Bey, Başkumandan Vekili Enver Paşaya şu notu iletti:
“Şeref hariç her şey bitti Paşam! Ordumuzun kısm-ı küllisi mahvoldu.”
Enver Paşa, son bir hamleyle İstanbul’a telgraf çekti. Üsküdar’daki 1. Ordu’ya bağlı 5. Kolordunun takviye amaçlı olarak hızla Kafkasya’ya hareket etmesi emrini verdi. 1. Ordu Kumandanı Liman Von Sanders, İngiliz-Fransız güçlerinin İstanbul’a yönelecek olası bir saldırısını ileri sürerek bu sevkiyata engel oldu.
3 Ocak’ta Hafız Hakkı Bey, Paşa yapılarak 3. Ordu Kumandanlığına getirildi. Bir gün sonra da orduya geri çekilme emri verildi.
İstanbul’a dönmek için bir kızakla Erzurum’a gelen Enver Paşa, Harbiye Nezaretine çektiği telgrafla durumu bildirdi. Ona göre durum zafer değilse bile mağlubiyet de değildi:
“Harekât Rus ordusunun kat’i surette mağlubiyeti ile neticelenmediyse de, düşmanı hudut haricine çıkarmaya ve hasım ordunun iyiden iyiye sarsılmasına meydan verdi.”
10 Ocak’ta yola çıkıp üç günlük bir tren yolculuğunun ardından İstanbul’a döndü. Aynı günün gecesi Alman Elçiliğinin Crche d’Orient Kulübünde verdiği yemeğe katıldı. Ertesi gün Genel Karargâhın zafer bildirisi gazetelerde yayınlandı. Bildiride, “Ordumuz Sarıkamış’a dek ilerleyerek kesin zafer kazanmıştır” deniliyordu.
Bu bildiri, o günün gazetelerinde Sarıkamış Harekâtıyla ilgili verilen son bilgi oldu. Ondan sonraki yıllarda adeta olmamış, hiç yaşanmamış gibi derin bir sessizlik yaşandı. Ta ki, 1921 yılına kadar…
Harekâtta Ruslara esir düşen askerlerimiz, Hazar Denizindeki Nargis adasına ve Sibirya’daki muhtelif kamplara götürülmüş, sonraki yıllarda kaçmayı başarıp memlekete dönenler olmuştu. 9. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Köprülü Şerif Bey bunlardan biriydi. Sibirya’daki esaretten kurtulup İstanbul’a geldiğinde askerliğe dönmek istemiş, ancak emekli edildiğini öğrenmişti.
Şerif Beyin Sarıkamış Harekâtını anlattığı hatıraları, o yıl “Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muharebesi” ismiyle Akşam Gazetesinde tefrika edildi. Uzun bir suskunluğun ardından gelen bu anlatıları başkaları izledi…
Tüm bu anlatılara rağmen; Sarıkamış Harekâtının zaferle mi yoksa mağlubiyetle mi sonuçlandığı, Allahuekber ve Soğanlı dağları arasında kaç askerimizin şehit olduğu, kaçının kaybolup kaçının döndüğü uzun zaman bilinemedi.
Kimi kaynaklar 109 bin zayiattan bahsetti, kimi 75 bin dedi, kimi 60 bin… Halk arasındaki yaygın bir kanaatle 90 bin rakamı kabul gördü.
Bugün harekâtın yapıldığı alan ülkemizin en büyük şehitliklerinden biridir. Özellikle Ocak ayında ziyaretçi akınına uğrayan alanda Allahuekber Dağı Şehitliği, Yayıklı Şehitliği, Dikenli Tabya Şehitliği, Meçhul Asker Anıtı, Çakır Baba Şehitliği, Hamalı Şehitliği gibi 10’dan fazla şehitlik ve anıt bulunur. Hiçbirinde kaç şehidin yattığıyla ilgili bilgiye rastlayamazsınız…
Bu durum tarih kitaplarının bir sorunu olsa da; Anadolu’nun her köşesi o karlı yamaçlarda kendinden bir can yattığını bilir. Onun içindir ki hangi yöresine giderseniz gidin sokaklarından yükselen bir Sarıkamış ağıtı duyarsınız.
Tıpkı Pınarbaşı’nın Sindel köyünden Zeliha Hatunun yaktığı ağıt gibi…
“Sarıkamış Altunbulak
Soğanlı’yı biz ne bilek
Bizim uşak gökçek gezer
Ağca zıbın kara yelek
Yüzbaşılar, binbaşılar
Tabur taburu karşılar
Yağmur yağıp gün değince
Yatan şehitler ışılar
Gadasını aldığım eşe
Tekerim dayandı daşa
Seferberliği durdurun
Elini öpem Enver Paşa
Aziziye baba yurdu
Kafkaslara tabya kurdu
Benim korkum Ruslar değil
Kara kışa kurban verdi.”
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar18